Henüz yürüyor, görebiliyor, anlayabiliyorken şu mavi gezegenin güzelliklerini, insanlık tarihinin saygın anıtlarını barındıran kentlerini görme arzusunu taşıyorum. Bu arzumun bir bölümünü gerçekleştirebildim. Hayhuy ile geçen hayatımızın kanımca en anlamlı yanı, kısa bir süreliğine misafir olarak geldiğimiz yeryüzünü keşfetmek olmalı.
Doğal güzellikleri, hareketli-hareketsiz tüm canlıları, tarihin içinden gelen yapıları, kültür ve gelenekleri, ritüelleri, dans ve şarkılarıyla yeryüzünü hissetmek. Faniliğin gölgesinde yürümek, bakarken görmek, yürürken düşünmek, düşünürken hiçliğin ve boşluğun içini doldurmak.
2023 yılı Ocak ayında yaptığım Kamboçya–Vietnam–Tayland gezisinde beni en çok etkileyen Kymerlerin Kamboçya ormanlarında kurduğu gizemli Angkor Wat Tapınağı oldu. Tapınak nemli bir ormanın ortasındaki Tonle Sap Gölü'nün kıyısında zarif, yüksek kuleleriyle masalsı bir mekân gibi duruyordu.
Güneş doğmadan gölün kıyısında yerimizi aldık. Âdeta bir mucizenin gerçekleşmesine tanıklık etmenin heyecanı içindeydim. Muhteşem kulelerin arasından bir ateş topu gibi çıkan güneş, tapınağı ışık huzmesi içinde kutsuyordu.
Yapının en göze çarpan mimari özelliği, kademeli katmanlar üzerine inşa edilmiş konik şekilli, dördü köşelerde, biri ortada beş kuleden oluşan merkezi beş nokta düzeni şeklinde olması. Tapınak Kamboçya'nın bayrağında da yer almakta.
Angkor Wat Tapınağı'nda ziyaretçileri burayı mesken tutmuş Macaque maymunları karşılıyor. Âdeta tapınağın bekçiliğini yapan bu maymunlar insanlardan yiyecek bekliyorlar, elinizdeki torbaları alıp kaçabiliyorlar.
Angkor Wat; zarif ve yüksek kuleleri, kapalı galerileri ve havadar avluları, süslü yürüyüş yolları ve karmaşık kabartma oymalarıyla yükselen, görkemli bir taş şehir. Antik Khmer İmparatorluğu'ndan kalma yaklaşık 900 yıllık bir kalıntı. Bugün manzaraya yoğun bir bitki örtüsü hâkim ve Angkor tapınakları, ormanın yarı yarıya kapladığı adalar gibi izole görünüyor.
Yaklaşık 162 hektarlık bir alanı kaplayan ve yüzlerce yapıdan oluşan bu kompleks, dünyanın en büyük tarihi yapısı ve insanlığın kültürel harikalarından biri.
Angkor Wat'ın inşasına 12. yüzyılın ilk yarısında Khmer Kralı II. Suryavarman tarafından başlanmış. Hinduizm'den büyük ölçüde etkilenen, adı Khmer'de "tapınak şehri" anlamına gelen bölge, orijinal olarak Vrah Visnuloka ("Vishnu'nun kutsal konutu") olarak adlandırılmış ve Vishnu, Shiva, Brahma isimli üç Hindu tanrısına adanmış.
Angkor Wat, resmen bir Budist bölgesi olarak kabul edildiği 1300'lere kadar bir Hindu tapınağı olmaya devam etmiş. Budistlerin Hinduizme karşı hoşgörüsüne uygun olarak, Budist heykelleri eklenmesine rağmen, büyük Hindu kabartmalarının ikonografisi yıkılmamış durumda.
12 ve 13. yüzyıllardaki en parlak döneminde, Khmer başkenti olarak büyük bir kentsel bölge olduğu, nüfusunun yüz binleri bulduğu tahmin ediliyor. Oymalı ahşap saraylara ve görkemli bir şekilde dekore edilmiş tapınaklara ev sahipliği yaptığı, duvarlarının ötesinde, pirinç tarlaları, göletler ve kanallar arasında sütunlar üzerinde yükselen konutların bulunduğu, bu durumun Khmer'in su mühendisliği dehasının bir kanıtı olduğu belirtiliyor.
Angkor Wat, sıra sıra nilüferlerle, tanrıların mesken yeri ve evrenin merkezi olan Meru Dağı'nın zirvelerini simgeleyen tepeye yakın bir noktaya doğru yayılırken, dış duvarı çevreleyen 5 kilometrelik hendek dağların ötesindeki okyanusları simgeliyor. Bu haliyle Angkor Wat'ın kozmosun dünyevi bir modeli olarak tasarlandığı belirtilmekte.
188 metrelik bir köprüyü geçtikten sonra tapınağa giderken üç galeriden geçiliyor. Hindu tanrılarını ve antik Khmer sahnelerini temsil eden kabartma heykellerin yanı sıra duvarlar iki Sanskrit destanından bölümlerle kaplı: Mahabharata ve Ramayana.
Orman, bölgeyi yeniden içine çekerken, kentsel alan kısa süre sonra yoğun bitki örtüsüyle kaplanmış. Yıkılan kulelerin arasından devasa kapok ağaçları büyümüş ve gümüşi kökleri, orman ve kalıntılar bölünemez hale gelene dek sütunların ve duvarların çevresine dolanmış. Ormanın geriye dönme çabasını hayranlıkla izliyorum.
Buna rağmen Angkor Wat asla terk edilmemiş. 14. yüzyılın sonu ile 15. yüzyılın başları arasında yeniden yapılandırılıp Budist rahipler tarafından bir hac yerine dönüştürülmüş.
1555'te Portekizli tüccarların ardından bölgede Katolikliği yaymaya kararlı misyonerler gelmiş. Portekizli tüccar ve tarihçi Diogo do Couto; şehrin duvarlarının tamamen yontulmuş taşlarla sanki mermer gibi tek taştan örüldüğünü, bu mükemmel düzenlemenin terk edilmiş şehri âdeta ormandan gizlediğini belirtmiş.
200 yılı civarında inşa edilen Angkor Thom'daki Bayon Tapınağı ise, ormanın içinde çevre boyunca dağılmış 54 kuleyle birlikte 30 metre yüksekliğinde bir merkezi kuleden oluşuyor. Kral VII. Jayavarman, tapınağı Angkor Wat'ın kuzeyindeki yeni şehri Angkor Thom'un merkezinde inşa ettirmiş. Kuleleri süsleyen yüzlerin Hindu tanrısı ve evrenin yaratıcısı Brahma'nın çeşitli yönlerini temsil ettiği düşünülüyor.
Angkor Wat'a Portekizlilerden sonra İspanyol tüccarlar ve misyonerler geliyor. Fray Gabriel Quiroga de San Antonio kenti şöyle betimliyor:
"Şehir, denizden 170 fersah uzaklıkta, Meccon Nehri kıyısında; Nehrin sel suları ve gelgitleri, Guadalquivir'in Sevilla'da yaptığı gibi şehri kucaklıyor. Muhteşem bir şekilde inşa edilmiş... evler taştan yapılmış ve çok güzel, sokaklar boyunca çok düzenli bir şekilde düzenlenmiş ve cephelerinin ve avlularının, salonlarının ve odalarının işçiliği Romalı gibi görünüyor."
Avrupa'nın Angkor'a olan ilgisi ve hayranlığı 19. yüzyılda daha da büyüyor. 1859'un sonlarında Fransız kâşif ve doğa bilimci Henri Mouhot, Angkor'da üç ay geçirmiş, harabeleri keşfedip tapınakların eskizlerini çizmiş ve izlenimlerini de günlüklerine şöyle kaydetmiş:
"Hâlâ Ongkor adını taşıyan eyalette... böylesine ihtişamlı kalıntılar... İlk bakışta derin bir hayranlıkla dolup taşan insan, bu devasa yapıtların yaratıcılarına, bu kadar medeni, bu kadar aydın, bu güçlü ırka ne hale geldiğini sormadan edemiyor?"