İktidar ve bileşenlerinin özellikle yarattığı ve gerekçelerini saray danışmanlarının oluşturduğu anayasal krizden amaçlananın, iktidarın fiili hukuku anayasal meşruiyete kavuşturmak olduğu anlaşılmış durumda.
Anayasa Mahkemesi, Can Atalay kararıyla insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinin önlenmesi görevini yerine getirerek evrensel hukuku esas almıştır. Adil yargılanma hakkının çiğnendiği, hakim güvencesinin yok edildiği, yürütme organını tek başına temsil eden partili cumhurbaşkanının yargıyı açık beyanlarıyla etkilediği, Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı mercileri ve idare tarafından uygulanmadığı bir yerde Anayasa Mahkemesi’nin evrensel hukuka uygun olarak verdiği karara karşı "milli hukuk"tan söz etmek hukukun felsefesiyle bağdaşmaz.
Ülke hukuku yerlerde sürünürken, AİHM kararları Anayasa'ya rağmen uygulanmazken, evrensel hukuk ilkeleri yok sayılırken ortaya atılan "milli hukuk" söylemi sadece adaletin ideolojik olarak ve keyfi bir şekilde uygulanması amacına hizmet eder. Uygulanan "kurmaca hukuk" (fictio iure) zaten evrensel hukukla ilgisi olmayan keyfilik ve şahsilik barındıran bir fiili durumu göstermekte. "Milli hukuk"tan amaçlanan şey, fiili hukuku anayasayla meşrulaştırma hamlesi olarak anlaşılmakta.
Kuşkusuz bunun ötesindeki amaç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yeni yapılacak Anayasa’da tekrar seçilme imkânının sağlanması ve 50+1 zorunluluğunun kaldırılması. Yeni anayasa çağrısının ayrıca kişisel bir ihtiyaçtan doğduğu da görülmekte...
Anayasayı uygulamayan, evrensel hukuku dışlayan, "seçimli mutlakıyetçi rejimi" pekiştirmeye çalışan bir iktidarla yeni ve sivil bir anayasa yapma eylemine iştirak etmek ancak bir gaflet halini gösterir.
Devlet tarafından ele geçirilen yürütme üzerinden yasama ve yargıyı araçsallaştırmak geleneksel bir durum. Muhalefet partileri de devlet iktidarının kırmızı çizgileri içinde hareket etmeyi ve onunla uzlaşmayı öğrendiler.
Nitekim muhalefet partilerinden hiçbiri Anayasa'nın insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi yolunu açan 14. maddesinde "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma" muğlak ölçütünü tartışmıyor. Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasındaki ölçütler hak ve özgürlüklerin özünü ortadan kaldırıcı nitelikte olamaz. Yeni ve sivil Anayasa'da bu ölçütlere yer verilecek midir?
Türkiye, gelinen noktada, toplum olmayı ve tartışarak uzlaşmayı engelleyen kutuplaştırma ve ayrıştırma politikalarının yarattığı bir çöküşü yaşamakta. Geçmiş Anayasa metinleri ya da yasalar üzerinde reform adı altında yapılacak değişikliklerle toplumsal-siyasal barışı sağlamak mümkün değil.
Evet, yeni ve sivil bir anayasa ihtiyacı var. Bunu istemenin gerekçesi çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne bağlı, ayrımcılığı reddeden, barışsever, sosyal adaleti, insan onuruna saygıyı temel alan bir ihtiyaçla ilintili ise anlamlıdır.
Yoksa amaç; adaletsizlik, hukuksuzluk, otoriterlik, ekonomik ve sosyal gerilemeler yaratan, gücün tek kişide temerküz ettiği bir rejimi tahkim etmek olamaz. Bu durumda iktidarın zihniyet ve amaçları doğrultusunda "yeni ve sivil Anayasa yapıyormuş gibi bir duruma katılmak" vebal altına girmek demektir.
Türkiye'de Anayasa inşa etmenin koşulları bulunmamaktadır. Geniş bir toplumsal katılımla müzakere-tartışma-uzlaşma çerçevesinde Anayasa inşa etmenin güvencesi olacak ifade özgürlüğü ve hukuk güvenliği ortamı mevcut değildir.
Özgür bir ortamda yapılacak toplumsal bir tartışma sonucu ortaya çıkacak uzlaşmanın boş bir levha (tabula rasa) üzerine yeni baştan ve özgürce yansıtılması gerekir. Yoksa iktidar-muhalefet-kurumlar arası bir zeminde Anayasa oluşturmaya kalkışılması büyük bir hata olur.
Boş levhaya yazılacak anayasa metninin oluşturulması süreci toplumla birlikte yaşanmalı, çok sayıda yurttaşın ve topluluğun talepleri dinlenip tespit edilerek yeni Anayasa'nın toplumsal meşruiyeti sağlam bir temele oturtulmalıdır.
Halka yeni bir Anayasa'nın birlikte inşa edileceği, anayasacılık hareketlerinin son aşaması olan "süreç odaklı bir anayasa" inşası yapılacağı sözü verilmeli...
1921 ve 1924 Anayasaları özel dönem ve koşulların düzenlemeleri olup, doğrudan Büyük Millet Meclisi (BMM) tarafından ilkelerde toplumsal mutabakat aranmadan oluşturulmuştur. 1961 ve 1982 Anayasaları ise askeri darbeler sonucu, askeri darbeyi yapanlarca oluşturulan kurucu meclislere dayatmacı bir yöntemle yaptırılmıştır.
Sonuç olarak bugüne kadar inşa edilen anayasalar ilkelerde bir toplumsal uzlaşma aranmadan yapılmış ve uygulamada da başarısız kalmış metinlerdir. Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir. Anayasa inşası sırasındaki süreç açık ve şeffaf olmalı, toplumun ve bireylerin katkısı sağlanmalıdır.
Yeni Anayasa'nın içeriği kadar, oluşturulma sürecinde izlenecek yöntem de çok önemlidir. Yeni Anayasa'nın ilke ve amaçlarının gerçekleştirilebilmesi geniş bir toplumsal uzlaşmayla oluşturulmasına bağlı. Yeni Anayasa öyle bir yöntemle oluşturulmalıdır ki azınlıkta olan insanlar da "bu benim anayasam" diyebilsinler.
Dünyada 8. dalga olarak yaşanan süreç odaklı anayasacılık, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde iç savaş koşullarından çıkmayı ve toplumsal barışı amaçlayan Anayasa yapma süreçlerinde yaşandı. Bu anayasalar, toplum içindeki farklı kesimlerin barış içinde özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilmelerinin ilkelerini müzakere süreciyle toplumsal mutabakat sonucu belirledikleri metinler oldular.
Anayasaların, herkesin özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilmelerini kâğıt üstünde olduğu kadar, uygulamada da güvence altına alabilmesi için içeriklerinin hangi ilkelerden oluşacağı ve bu ilkelerin kurumsal olarak nasıl korunup destekleneceği önemlidir.
Ancak bundan daha da önemlisi, Anayasa'nın nasıl bir yöntem ve süreçle inşa edildiğidir. Çünkü anayasaların nasıl yapıldığı toplumdaki çeşitli kesimlerin özgürlüklerini ciddi şekilde güvenceye alabilir ya da aksine baştan bunu imkânsız kılabilir.
Bu nedenle Anayasa inşa sürecinin çeşitli toplumsal katmanların katılımını mümkün kılacak şekilde ve önceden belirlenmiş sürede yürütülmesi, ortaya çıkacak Anayasa’nın geniş halk kesimlerine dayalı olmasından doğacak olan meşruiyetini, kalıcılığını ve "kendini unutturan bir Anayasa" olmasını sağlayabilir.
Bu aynı zamanda barışın güvence altına alınmasının sağlanması demektir. Kimlikler, aidiyetler, inançlar, amaçlar ve değerler temelinde derinden kutuplaşma yaşayan toplumlarda geniş katılımlı ve müzakere süreçli bir Anayasa inşa sürecinin sağlanması, yeni bir toplumsal sözleşmede uzun vadeli ve kalıcı bir mutabakatı mümkün kılabilir.
Süreç odaklı anayasacılığın birinci unsuru, halk tarafından Anayasa inşa süreci için özel olarak seçilmiş bir kurucu meclisin oluşturulmasıdır. Bu meclisin üyelerinin halk tarafından seçiminde salt çoğunluğa dayalı seçim sistemi yerine nispi temsil sisteminin kullanılmasına ve parti liderlerinin liste oluşturmamasına dikkat edilmiştir. Bu meclisin tüm toplum kesimlerini makul ölçüde temsil etmesine ve tüm kesimlerin eşit özgürlüklere sahip olduğu inancını dile getirebilecek nitelikte olmasına özen gösterilmiştir.
İkinci olarak, süreçte toplum katmanlarının katılımına açık ve bu katılımı gerçekleştirecek yöntemlerle yapılmasını sağlayacak yerel ve bölgesel düzlemler ve kurumlar oluşturulmuş, kadınlar ağı yoluyla sürece kadınların katılmasına imkân verilmiş, toplumsal katmanlarla birlikte liyakate dayalı olarak hukukçular ve akademisyenlerin de müzakere sürecine katılmaları sağlanmıştır.
Devam edeceğim.