Hukukun üstünlüğünün dünya çapında gelişmesi amacını güden uluslararası sivil toplum kuruluşu World Justice Project (WJP - Dünya Adalet Projesi) 139 ülkenin sekiz ayrı başlıkta değerlendirildiği 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'ni 14 Ekim'de yayınladı.

WJP, hukukun üstünlüğü ilkesi bağlamında; yasaların açık, anlaşılır olması herkesin hukuk karşısında hesap verebilmesi ve temel hakların koruması gibi prensiplere öncelik veriyor. Bunun yanı sıra WJP; yasaların çıkartılması, yönetimi ve uygulanması süreçlerinin erişilebilir, adil ve etkili olması gerektiğini vurgularken adaletin yetkin, bağımsız ve tarafsız kimseler tarafından sağlanması gerektiğinin de altını çiziyor.

Endeksin temel amacı, ülkelerin hukuk alanındaki güçlü ve zayıf noktalarını göstererek hukukun üstünlüğü ilkesinin gelişmesine önayak olmak. Bu bağlamda endeksin hedef kitlesi; politika yapıcılardan akademisyenlere, vatandaşlardan hukukçulara kadar oldukça geniş bir kapsamda niteleniyor.

WJP, ülkelerin "hukukun üstünlüğü" ilkesine ne derece bağlılık gösterdiğini sekiz ana başlık altında incelemekte: hükümet yetkilerinin kısıtlanması, yolsuzlukların önlenmesi, yönetimde şeffaflık, temel haklar, nizam ve güvenlik, idari yaptırımlar, adil hukuk ve cezai adalet.

Endekste yer alan ülkeler, 0 ile 1 puan aralığında değerlendirilirken, kullanılan veri setinin 138 bin hane halkı araştırmasına ve dünya genelinde 4 bini aşkın uzmanla gerçekleştirilen anketlere dayandığı belirtilmekte.

2021 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde sıralamada Danimarka, Norveç, Finlandiya İsveç, Almanya ve Hollanda ilk sıraları paylaştı.

Türkiye, 2020'de 128 ülke içinde 107. sırada yer alırken, 2021 yılında 139 ülke içinde 117. sırada yer buldu. Endekste Türkiye (0.42), Namibya (0.62), Ruanda (0.62), Mauritus (0.61), Belize (0.48), Kırgızistan (0.47), Tanzanya (0.47), Togo (0.45), Lübnan (0.45) gibi ülkelerin gerisinde kalırken, Sudan ve Kongo ile aynı seviyede.

Ülkelerin coğrafi bölgelere göre kategorize edildiği bölümde Türkiye'nin, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 14 ülke arasında Rusya'nın gerisinde kalarak sonuncu sırada yer aldığı görülüyor.

Türkiye, "hükümet yetkilerinin kısıtlanması" başlığı altında 134. sırada, "temel haklar" başlığı altında 133. sırada yer alarak bu alanlarda daha da geriye düşmüş durumda.

Önümüzdeki vahim tablo Türkiye'nin hükümet yetkilerinin genişleyerek tek kişide toplanması, bu yetkilerin kullanımının denetimsizliği, kurumların şeffaflık ve hesap verilebilir olmaktan uzak olması, hakimlerin tarafsız ve bağımsızlıklarını kaybetmiş olması gibi nedenlerle "hukukun üstünlüğü" endeksinde çöküş yaşadığını göstermekte.

Hukuk yoluyla çözüm ve hukuksal güvence sağlanabilmesi hukukun üstünlüğünün benimsenmesiyle mümkün. "Hukukun üstünlüğü", temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yayılmışlığını ve yetkisinin yüksekliğini ifade eder. Özellikle de devlet ve hükümet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün altı çizilir.

Anlatılan bir anekdot hukukun üstünlüğü ilkesini açıklamakta oldukça aydınlatıcı: 18. yüzyıl sonlarında İngiltere'de yoksul bir köylü, pencerelerinden soğuk rüzgârın girdiği, ısınmakta zorluk çektiği eski bir evde ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Durumu gören bir kişi köylüye acıyarak, "Yaşadığınız bu hayat sizi mutsuz etmeli" der. Köylü, "Hayır" diyerek şu cevabı verir: "Biz burada mutsuz sayılmayız. Evimize soğuk rüzgâr, kar, yağmur girer ama Kral giremez." Köylüye özgürlük alanı tanıyan ve devlet otoritesi karşısında güvence veren, hukukun iktidar karşısındaki üstünlüğüdür.

Devletin zorbalık eğilimlerine ve baskısına hukukun 'dur' dediği yerde hukukun üstünlüğü sözkonusudur. Hukukun üstünlüğü ilkesi, devletin hukukla sınırlanması demek. Bu sağlandığı takdirde keyfi yönetim önlenir, hak ve özgürlükler hukuk tarafından güvenceye alınmış olur.

Antik Yunan uygarlığının yedi bilgesinden biri olan ve o dönemin anayasasını hazırlayan (Solon Anayasası) Atinalı devlet adamı ve şair Solon, bize bir şiirinde, gücün hukukla sınırlanmasının önemini binlerce yıl öncesinden anlatmakta: "Buluttan karla dolu düşer/ Parlak şimşekten gök gürlemesi doğar/ Büyüklerin hırsı devleti uçuruma sürükler/ Halk farkına varmadan müstebidin kölesi olur/ Pek aşırı güçleneni sonradan bağlamak zordur/ Her şeyi vaktinde düşünmek gerekir..."

Hukukun üstünlüğünü sağlamada, hukuka uygunluk boyutu önemli. Bunun temel ilkesi ise normlar hiyerarşisinde her alt kuralın bir üst kurala uygun olması. Anayasal bir devlette, Anayasa en üst norm olarak kabul edilir.

Ancak anayasası olan her devlette hukukun üstünlüğü ilkesi geçerli olmayabilir ve anayasanın üst norm olarak kabul edilmesi sadece şekli olarak kalabilir. Bu durumda Anayasa hak ve özgürlükleri koruma işlevini yerine getiremiyor demektir. Bir ülkede Anayasaya uygun olmayan normlar ve uygulamalar geçerli ise, artık orada "Anayasal devlet" yerine, "Anayasalı devlet" bulunduğunu anlamak gerekir.

Anayasal devlet, insan haklarını hukuk tarafından güvence altına almayı, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin ve hukuk devletinin evrensel kurallarına uymayı ilke edinen ve uygulayan devlet anlamına gelmekte.

Bu nedenle "hukuk devleti" tek başına yeterli bir kavram değil. Hukuk devleti Anglo-Sakson dünyasında "hukukun iktidarı" ("Rule of Law") olarak tanımlanan hukukun üstünlüğünü sağlamanın bir aracı olarak görülmekte.

Burada önemli olan husus, Anayasal devletin sadece iç hukuka değil, esas olarak bağlı olduğu uluslararası sözleşmelerin ve mahkemelerin evrensel anlamda kabul gören ortak değerlerine sahip olarak ulusal-üstü hukukla uyum içinde bulunmasıdır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, 27.03.1986 tarihli kararında bu durumu anayasaca korunan normlar bloğu olarak ifade etmiş, hukuk devletine verilen anlamı hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde değerlendirmiştir.

Yüksek Mahkeme kararında, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı, Anayasadan önce hukuken bilinen ve tüm uygar ülkelerde benimsenip uygulanan ilkeler ve temel değerler bulunduğu tespitini yapmıştır.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilebilmesi siyaset ve bürokrasi kurumlarının bu anlayışı içselleştirecek bir kültür oluşturmalarıyla mümkün. Ayrıca hakim ve savcıların bu kültürü edinecek şekilde yetiştirilmeleri zorunlu.

Cumhur İttifakı iktidarı, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında verilen AİHM kararlarını uygulamama konusundaki inadını sürdürmekte, Avrupa Konseyi'nin başlattığı ihraç prosedürüne meydan okumakta, böylece Anayasaya ve evrensel hukuka aykırı davranmakta.

Hak ve adalet yokluğunun yarattığı telafi edilemez tahribatın nedeni olan iktidarın, bu yoldan ivedilikle dönmesi gerekmekte.

"Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun." (William Watson)