Türk siyaseti bazı partiler dışında ağırlıklı olarak Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı şeklinde ikiye bölünmüş durumda.
Koalisyon yapmış olmasalar da; iktidarı temsil eden Cumhur İttifakı'nın bileşenleri AKP, MHP, Büyük Birlik Partisi, Vatan Partisi olarak muhafazakâr-milliyetçi-ulusalcı bir birliktelik oluşturuyor. Bu birliktelik "Cumhur" kelimesine vurgu yapmakla genç Cumhuriyet'in bugüne kadar etkisini gösteren tekçi, milliyetçi, otokratik niteliğine sahip çıktığını göstermekte.
Parlamenter sistemden vazgeçip yasama-yürütme-yargı arasındaki kontrol ve dengeyi altüst ederek, siyasi literatürde yer almayan antidemokratik bir partili cumhurbaşkanlığı sistemini uygulamaya sokan Cumhur İttifakı, tercihini otokrasiden yana kullanmış durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşanan siyasi gelişmeler sonucu tek otorite olma özlemini bu ittifaka dayanarak sağlamış durumda. Bu nedenle devlet partileri olarak niteleyeceğimiz MHP ve Vatan Partisi'nin desteğine ihtiyacı bulunmakta, politikalarını bu partilerin ideolojik, tekçi, milliyetçi, ötekileştirici politikalarına göre şekillendirmekte.
Sözkonusu partiler de buna karşılık, Erdoğan'ın kendi tabanını konsolide etme politikalarına ses çıkartmamaktalar. Ortaya çıkan bu durum AKP'yi kuruluş programından uzaklaştırıp yönünü saptırarak otokrasinin altyapısını oluşturma, muhalefeti ve eleştirel bütün düşünceleri yasaklama noktasına getirdi.
Cumhur İttifakı, içerde muhalefet partileri sözcüleri dahil, farklı fikirlere sahip olanları hain ilan edip araçsallaştırdığı yargı yoluyla cezalandırma yoluna giderek, Kürtleri bastırıp HDP'yi kriminalize etmeye çalışarak, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi entelektüellerini siyasi suç icadı yoluyla tutuklayıp susturarak iç barışı dinamitlemiş durumda.
Adil yargılanma hakkının yok edildiği, faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılmadığı, kadınların ve çocukların cezaevlerine doldurulduğu, medeniyetsizlik işareti olan çok sayıda cezaevleri açılması olgusuyla övünüldüğü, yargısal denetimi olmayan KHK tasarruflarıyla işinden uzaklaştırılan yüz binlerce insanın mağdur edildiği bir kâbus hali yaşanmakta.
Adalet, özgürlük, insaniyet, etik, estetik gibi yüksek insani değerlerin yerlerde sürüklendiği, hukukun işlevini yitirdiği, gücün isteğinin ve keyfiliğinin kurmaca bir hukukla meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir çöküş haliyle karşı karşıyayız.
Cumhur İttifakı iktidarı içte bu çöküşü yaşatırken, dışta uyguladığı bölgesel savaşlara ya doğrudan ya da paramiliter güçlerle dolaylı olarak katılma politikalarıyla da Türkiye'yi yalnızlaştırmış durumda.
Diplomasiyi akıllıca ve etkin bir şekilde kullanmama, bölgesel çıkar çatışmalarına savaş yoluyla katılma, komşu ülkelere ve AB'ye meydan okuyarak Osmanlı tehlikesi algısı yaratma dış politikanın çıkmazları.
Dış politikada takip edilen yol, askeri harcamaları artırarak ekonominin dengelerini de bozmuş durumda. İnsanlar ekmek mi silah mı ikilemiyle karşı karşıya. F-35 projesine finansman katkısı sağlamışken, Rusya'dan S-400'leri alıp monte edememenin oluşturduğu riskler, ekonomik zararlar siyasi sorumluluk gerektirecek kadar vahim.
Kendi iç barışını sağlayamayan, demokrasisini güçlendirmeyen, hukuku egemen kılmayan, adaletsizlik üzerine oturan bir devlet iktidarının dış politikada ister diplomasiyle, ister güç kullanma yoluyla başarılı olma ihtimali bulunmamakta.
Hukukun tüm evrensel ilkelerinin çiğnendiği, tapunun hukuki güvence sağlamadığı, mülkiyet hakkının özünün yok edildiği, müktesep hakkın geçerliliğini yitirdiği, hukuk güvenliğinin kimse için geçerli olmadığı bir yerde sermayenin kalıcı bir yatırım yapmayacağı, var olanın ülkeden gideceği yaşanan bir gerçek.
Yukarıdaki tablo karşısında; Erdoğan-Bahçeli-Perinçek üçlüsünün Partili Cumhurbaşkanlığı sistemini desteklemeleri otokrasiyi ve hukuksuzluğu savunmak anlamına gelmekte.
Bu nedenle muhalefetin Cumhur İttifakı'nı artık "OTOKRASİ İTTİFAKI" olarak adlandırması ve bu nitelemeyi kullanması daha etkili olacaktır. Böylece bu ittifak gerçek niyeti ve uygulamalarıyla örtüşecek şekilde anılacaktır.
Otokrasi İttifakı'nın karşısında kendini "Millet İttifakı" olarak adlandıran muhalefetin öncelikle milliyetçi çağrışımlara açık bu nitelemeden vazgeçip, otokrasinin karşısına "DEMOKRASİ İTTİFAKI" olarak çıkıp bu ittifakı daha kapsayıcı hale getirmesi gerekmekte.
Kuşkusuz ittifakı genişletmek ve iktidarı otokrasiden geri almak Kürtlerin önemli bir bölümünün temsilcisi olan HDP'nin bu ittifaka katılmasıyla mümkün. Ancak CHP'nin ürkekliği, İYİ Parti'nin tabana yönelik endişeleri durumu zorlaştırmakta.
Muhalefet, iktidar bileşenlerini gerçek nitelikleriyle adlandırıp kendini otokrasinin karşısına demokrasi ittifakı içine yerleştirirken demokrasinin içini doldurmalı. Nasıl bir demokrasi?
Çoklu, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, hukuk güvenliğine ve hukukun üstünlüğüne, etik ve estetik değerlere dayalı, barışı güvenceye alan bir demokrasi. Bu çağrıya icabet eden her siyasi parti ya da örgüt bu ittifak içinde yer almalı. Etnik kimliği, inancı, felsefesi, siyasi görüşü, dili, cinsel tercihi ne olursa olsun bireyler bu ittifakta kendini bulmalı.
Türkiye toplumunun geleceği otokrasiyi savunanlara karşı demokrasiyi savunacak olanların ferasetine ve cesaretine bağlı.
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen'e 4 yıl 8 aya kadar hapis istemi Atilla Aytemur yazdı: 'Nepotizm' dediğin böyle olur! Ankara Barosu'nun Diyanet açıklamasıyla ilgili savunması istendi Hakan Tahmaz yazdı: Seçimler yaklaşırken CHP ve yeni arayışlar Ozan Güven'in 13 yıl 6 aya kadar hapsi isteniyor