“İnsan, en çok, erdemleri yüzünden cezalandırılır.” (Nietzsche)

 

Osman Kavala, 2020'de beraat ettiği "cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilirken, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi ve Hakan Altınay’a 18'er yıl hapis cezası verildi.

Davanın seyrinin hukuka aykırılıklarla dolu olduğu açık. Bu davada görülen tüm hak ihlallerini, takip ettiğim davalarda da bizzat gördüm. Bu ihlallerin siyasal suç yargılamalarında zirveye ulaştığı görülmekte.

Sözkonusu davada beraat kararı veren hakimlerin heyet olarak görevden alınması ve suç tarihinden sonra yeni heyet oluşturulması, bu heyetlerde de defalarca değişikliğe gidilmesi adil yargılanma hakkının temel ilkesi olan "tabiî (doğal) hakim" ilkesinin yok edilmesidir. Bu davada başka bir hak ihlaline bakılmadan dahi sözkonusu hukuka aykırılık davayı usul yönünden sakatlamış, mahkûmiyet hükmünü geçersiz hale getirmiştir.

Tabiî hakim ilkesi, suç işlediği iddia olunan kişilerin suçtan önce kurulmuş bir mahkemedeki hakimler tarafından yargılanması anlamına gelmekte. Bu güvence, yargılanan kişiler bakımından hakimin bağımsızlığı ve özellikle tarafsızlığının garanti altına alınması demek. Kişiler, yargılanmaya başladıktan sonra yapılan heyet değişiklikleriyle kuşku veren bir yargılama sürecine tabi kılınmış olurlar.

Yargılanan kişilerin lehine karar veren hakim heyetinin karardan hemen sonra sonuçtan memnuniyet duymadığı anlaşılan siyasi erkin etkisiyle dağıtılması ve yerine yeni üyelerle yeni bir heyet oluşturulması tipik bir hak ihlalidir.

Özellikle yeni heyetin yüklenen suçun maddi ve manevi unsurunun (kast) oluştuğunu gösterir hiçbir somut delil bulunmadan ve sadece hukuka aykırı ikincil delil vasfındaki iletişim dinlemelerine dayanması hak ihlalinin varlığını pekiştirmekte.

Kaldı ki ikincil (tali) delil olan iletişim dinlemeleri hukuka uygun olsa dahi tek başına mahkûmiyete yetmez, bu delili doğrulayacak ve mahkûmiyete yetecek ölçüde kuvvetli somut delillerin bulunması gerekir.

Ayrıca dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç olmak üzere iktidar temsilcilerinin şikâyetçi ve katılan olarak kabul edilip avukatları aracılığıyla duruşmada temsil edilmelerinin hakimler üzerindeki baskıyı artırdığı açık. Buna cumhurbaşkanının yargılama sürerken, doğrudan Osman Kavala'ya yönelik olumsuz beyanları eklendiğinde adil yargılanma hakkının vahim bir şekilde ihlal edildiği anlaşılmakta.

Ceza muhakemesi hukuku derslerinde öğrencilere ilk öğretilen tutuklu-hükümlü statüleri arasındaki farktır. Tutuklu bir sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmü itiraz ve temyiz (istinaf-temyiz) aşamalarından geçerek onanırsa kesinleşir ve bunun sonucu hakkında kesinleşmiş hüküm bulunan tutuklu kişi hükümlü statüsüne geçer.

Oysa Kavala hakkında yerel mahkemece verilen mahkûmiyet hükmü henüz istinaf incelemesine gitmemiş olup, istinaftan sonra da Yargıtay'da temyiz incelemesine tabi tutulacaktır. Yani Kavala'nın tutukluluk durumu devam etmekte olup, Yargıtay incelemesi sonuçlanıncaya kadar da uzun bir süre tutukluluk durumu devam edecektir.

Bu nedenle cumhurbaşkanının bu davanın AİHM ile ilgisinin bittiğine ilişkin beyanı gerçek hukuki durumla bağdaşmamakta. Aksine AİHM'in hak ihlali tespiti Yargıtay kararına kadar hükmünü icra edecektir.

Dava sürecinde hakimlerin Anayasal norma aykırı olarak AİHM kararını uygulamamaları ve hak ihlali oluşturan kararlar vermeleri Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi'nce benimsenen ve HSYK'ca da hakimlere tebliğ edilen BM Bangalor Yargı Etiği ilkelerine de aykırılık oluşturmakta.

Bu ilkelerden bağımsızlık değeri hukuk devletinin önkoşulu ve adil yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hakim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhafaza etmelidir. Bu değerin uygulanmasından beklenenler şöyle açıklanmaktadır:

"1.1. Hakim, doğrudan ya da dolayısıyla herhangi bir sebeple ya da herhangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm haricî etkilerden uzak, olayları değerlendirmesi temelinde, vicdani hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir. 1.3. Hakim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de. 1.6. Hakim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir."

Tarafsızlık değeri ise yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir. Bu değerin uygulanmasından beklenenler şöyle açıklanmaktadır:

"2.1. Hakim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir. 2.2. Hakim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır. 2.3. Hakim, duruşma ve karar aşamalarında, kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye indirecek şekilde hareket etmelidir. 2.5. Hakim, tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi yaratması halinde, yargılamanın herhangi bir aşamasına katılmaktan çekinmelidir."

Hakimlerin Bangalor Yargı Etiği kurallarına aykırı davranmaları durumunda, cezai sorumluluklarının doğacağı, bunun yanı sıra hukuki taleplerle karşılaşabilecekleri açık.

Bunun dışında Türkiye'nin AİHM'ce mahkûm olması sonucu ödenecek tazminatların yurttaşların ödediği vergilerden karşılandığı, demokrasi ve hukuk standardı kaybının ülkenin itibarını sarstığı da düşünülmeli.

Meşru, yani evrensel hukuka dayanan bir yargı sisteminin herkes için ne kadar elzem olduğu anlaşılmış olmalı. Ne yazık ki iktidar henüz bunun farkında değil ve güce dayalı kurmaca bir hukuku bize meşru bir hukukmuş gibi göstermeye çalışıyor. Oysa güç el değiştirdiğinde aynı hukuksuzluğa maruz kalma ihtimali bulunmakta.

Hukuk güvenliği bulunmayan bir ülkede kimse huzur içinde olamaz.