Hitler ve Goebbels, yalanların propaganda olarak sürekli tekrar edilmesinden yanaydılar. Ancak hiçbir zaman söylediklerinin yalan olduğunu kabul etmediler. Çünkü her ikisi de hakikat adına konuştuklarına inanıyordu. Bu nedenle kendi özelliklerini ve totaliter politikalarını düşman olarak nitelediklerine atfediyorlardı.

Goebbels, kendisiyle ilgili kurmaca bir suikast girişimi tezgâhlayıp haber yaptırdıktan sonra, günlüklerine bunu gerçekten olmuş gibi yazabiliyordu. Çünkü onlar için gerçeklerin icadı ya da manipülasyonu totaliter ideolojilerinin çok önemli bir boyutuydu.

Naziler için ruhtan doğan hakikat fikri, mutlak bir inancın sonucuydu ve doğrulanması imkânsızdı. Çoğu insan için neden-sonuç analizine dayanan ispatlanabilir hakikat Hitler için potansiyel bir uydurmaydı. Yine birçok insan için yalan ve uydurma olarak görülenler onun için hakikatin üst biçimleriydi.

Günümüz popülist liderlerinin ve medyanın yaptığı gibi, Hitler, kendi sahtekârlığını hasım olarak gördüklerine yansıtarak gerçeğe takla attırıp onların yalancı olduğunu söylüyordu. 'Kavgam'da Yahudileri hakikati çarpıtmakla, yalanın büyük ustaları olarak takdim etmekle suçlarken, kendisini hakikatin temsilcisi gibi görüyordu. Hitler'in gerçek olarak inandığı ve propagandasını yaptığı, antisemitist mitlerdi.

Alman filozof Ernst Cassier bunu "plana uygun mit" olarak adlandırdı. Naziler böylece mit ile gerçeklik arasındaki sınırları yeniden çizerken, gerçeğin yerini mitler almış oldu. Doğuştan kirli ve hastalıklı olduğu kabul edilen Yahudilerin öldürülmeleri gerektiğinden hareketle onları ölüme götürecek koşulları kamplarda yarattılar.

Mussolini için de hakikat, mitlerde geçen buyrukların peşinden gitmeliydi. Faşizmin temel görevi demokratik sistemin yalanlarına karşı faşizmin hakikati ile karşı durmaktı. İl Duce için aslolan insanüstü bir varlığın bir bedende tezahür etmesi (enkarnasyon) prensibiydi. O görür, ileri görüşlüdür, gereken neyse yapar ve daima haklıdır. Aşkın bir hakikate inanırken şunları söylüyordu: "...onlara yeni hakikat olduğuna inandığım kutsal hakikati (la verita santa) müjdeledim." Mit gerçekliği değiştirebilirdi; ancak gerçeklik mitin önüne geçemezdi. Duce'nin miti bütün diğer mitlere de (Bolşevizm-Rus miti) hükmediyordu.

Hannah Arendt'e göre, siyasi tarihin hakikat ile gergin bir ilişkisi vardır, ancak bu ilişki faşizmde siyasetin imhası ile son bulur. Faşizmi örgütlü yalanlar tanımlar. Sadece liderin yalanları hakikat olarak kabul edilir.

Alternatif bir gerçeklik kurgulamak için hakikatin tahrif edilmesi faşizm tarihinde ortak bir fenomendir. Nitekim İspanyol faşist diktatör Francisco Franko, Guernica'yı bombalayıp yüzlerce insanı öldürdükten sonra işlediği bu insanlık suçunu utanmadan inkâr edecekti. Yalan söyleyenin kendisi değil, siyasi hasımları olduğunu iddia ederek hakikatin kendisine el koyuyordu. (Federico Finchelstein - Faşist Yalanların Kısa Tarihi)

Faşizm, liderin halka ve ulusa organik biçimde bağlı olduğu, karizmatik, kutsal, hatta mesihvari bir liderliği savunuyordu. Faşistler, tarihin ve ampirizme dayalı hakikat kavramlarının yerine siyasi mitleri koydular. Faşistler için düşman olarak gördükleri kesimler varoluşsal bir tehditti ve bu nedenle ilk önce zulüm görmeli, sonra tehcir edilmeli ya da ortadan kaldırılmalıydılar.

Faşizm, milliyetçi ve aynı zamanda mutlak olan bir hakikat üretti. Bu hakikat çoğul çağrışımlara kapalı bir şekilde hiyerarşik güç ilişkilerinin seçkin bir ürününe dönüştü. Hakikat ve meşruiyet, güçlü, şiddet kullanan muktedirde saklıydı. Lider ebedi hakikatin somutlaşmış haliyse, o zaman onu eleştirenler yalancıdır, hakikatin düşmanlarıdır. (Finchelstein - a.g.e.)

Adorno, yıkımın "faşist ruhun" psikolojik temelinin merkezinde yer aldığını düşünüyordu. Faşizmin çok derin, arkaik kökleri vardı. Liderler çoğu kez dindar ve inançlı taklidi yaparken, yandaşlar yalanlara kanmaya hevesliydiler. Liderin, o güçlü egosuna bir peygambere inanır gibi inanmak istiyorlardı. Liderler arzularını yandaşlarına da yansıtırken yandaşlarının bastırılmış yıkıcı arzularını tatmin ediyorlardı. Arzu ve yıkım, faşizmin temel duygusuydu.

Hakikat ile yalanın faşizmdeki bu salınımı, aslında siyaset ile hakikat ilişkisinin uzun tarihçesinde sürekli olarak yinelenmekte. On yıllardır popülist liderler faşizmin izlerini taşıyan yalan ve hakikati birbirine karıştırma eyleminde bulunmaktalar.

2016'da Trump'ın yükselişi bu sorunu gündemde tutmakta. Washington Post'a göre Trump'ın yalan rekoru onu diğer siyasetçilerden ayrı bir lige taşıyor. New York Times aynı gözlemi doğrulamakta: "Sayın başkanla ilgili bir hakikat vardır. Hakkındaki olumsuz haberler, kendisi aksini söylemedikçe, uydurmadır."

Trumpçılık, liderin sezgi ve arzularına dayanan alternatif hakikat üretimi tarihinin bir parçası haline gelmiş oldu. Trump ilahi varlıkta cisimleşirken, Beyaz Saray sözcüsü Sarah Sanders, Trump'ın Tanrı'nın eli olduğunu ileri sürdü. Trump kendi mitine inanmış gözükürken, yüce ve emsalsiz bir bilge olduğu düşüncesindeydi. Muhakemesi Tanrı vergisi ve mutlak şekilde güvenilirdi. Ampirik kanıtlarla işi yoktu.

Arendt, yalanın üretilmesi ve merkezileştirilmesiyle birlikte politikacıların yalanı, hakikate karşı silah olarak kullandıklarını belirtmekte. Tarihçi Ruth Ben-Ghiat, Arendt'in kurduğu bu bağlantıyı Trump dönemi için şöyle ifade ediyor: "Trump, göreve başlamasından bu yana kendisini ve kendisine sadakatle bağlı olanları, hakikatin yegâne sözcüleri olarak takdim eden; eleştirenleri ise partizan yalan tellalları olarak yaftalayan bir enformasyon aygıtı kurdu." (Finchelstein - a.g.e.)

Tarihçi Sophia Rosenfeld, şu tespiti yapmakta: "Trump ülkesinde gerçek yalan olur, yalan ise gerçek gibi görünür."

Geçmiş yeniden kurgulanırken en akıldışı, mesihvari ve paranoyak görüşler tarihi bir hakikat olarak sunulmakta.

Bolsonaro, Trump, Orban, Erdoğan gibi liderlerin mit inşa etme, gerçek olmayanı hakikate çevirme eylemlerinin, Arjantin'de Juan Peron, Brezilya'da Getulio Vargas, Venezüela'da Hugo Chavez ve Nicolas Maduro gibi liderleri kapsayan küresel bir geçmişi var.

Özellikle nevi şahsına münhasır partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra hakikatin, gücün, adaletin tek adamda tecessüm ettiği, gerçekdışının hakikate çevrildiği, "reis" olarak kabul edilen liderin mistifiye edilerek mürit sayılacak kitlenin yaratıldığı bir yola girilmiş oldu.

Kuşkusuz dünyada ve ülkemizde görülen siyasetçilerin mitsel yalanlara başvurması demokrasi için ciddi bir uyarı işareti olmalı. Özgürlük ve demokrasi karşıtı zihniyete sadece oylarımızla değil, hakikati ve adaleti savunarak direnmeliyiz.

Bu nedenlerle oyum Kemal Kılıçdaroğlu'na ve Yeşil Sol Parti'ye...