Ruslar, 9. yüzyılda Kiev'i fethedip Doğu Slav devletini (Kiev Knezliği) kurdular. Bilge Yaroslav (1019-1054) döneminde Kiev Altın Çağı'nı yaşarken, sözkonusu dönemde Bizans etkisiyle Ortodoks Hıristiyanlık kabul edildi.

Kiev Knezliği'nin en güçlü halefi olan Moskova Knezliği, 14. yüzyılın başında Orta Rusya'da nüfuz elde etmeye başlayarak Rus topraklarının birleşmesi ve Rusya'nın genişleme sürecinde ana öncü güç haline geldi.

III. İvan (Büyük İvan), Orta ve Kuzey Rusya'yı Moskova'nın hâkimiyetinde birleştirdi ve "Tüm Rusya'nın Hükümdarı" unvanını aldı. 1453 yılında İstanbul'un Fethi'nden sonra, Moskova kendini Doğu Roma İmparatorluğu'nun halefi ilan etti. Büyük Dük IV. İvan ("Korkunç"), 1547 yılında Rusya'nın ilk Çarı olarak taç giydi.

Rusya (Rossiya, Rus isminin Yunanca hali olan ve aynı zamanda Kiev Rusya'sının Bizans İmparatorluğu tarafından isimlendirmesi olan (Rosia) kelimesinden gelmekte.), I. Petro döneminde (1682-1721) topraklarını genişleten ve batıya açılan bir dünya gücü haline geldi. II. Katerina (1762-1796), Rusya'nın sınırlarını Lehistan üzerinden Orta Avrupa'ya, Kırım Hanlığı'nı yenerek Karadeniz'e kadar genişletti.

Rusya, 1809 yılında İsveç Krallığı'ndan Finlandiya'yı, 1812'de Osmanlılardan Besarabya'yı (Moldova) topraklarına kattı.

Vladimir Putin, Ukrayna'yı işgal etmeden önce yaptığı konuşmada, NATO karşısında güvenlik endişeleriyle harekete geçmek zorunda kaldıklarını belirtirken, Çarlık Rusya'sının hâkimiyet alanları üzerinden bir başka ülkenin topraklarını ilhak etmeyi tarihsel bir meşruiyete oturtmaya çalışıyordu.

Bu söylemle birlikte bir dönem Varşova Paktı ile Avrupa'nın içlerine kadar ideolojik hâkimiyetini genişletmiş olan Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi Avrupa için potansiyel bir tehdit olarak algılandı.

1914 yılında Rusya, Avusturya-Macaristan'ın kendi müttefiki olan Sırbistan'a savaş ilanına tepki olarak I. Dünya Savaşı'na girdi ve üç cephede savaştı. Ancak, yüksek kayıplar, yolsuzluk ve savaşın yükselen maliyetleri ile iç kriz derinleşti.

Böylece 1917 Bolşevik İhtilali'nin zemini oluşmuş oldu. İktidara gelen Bolşevikler, ilk iş olarak Rusya'nın I. Dünya Savaşı'ndan çekildiğini ilan ettiler. Ardından ülkede bir dizi reform hareketlerine başladılar. 30 Aralık 1922'de Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sovyetler Birliği Kuruluş Antlaşması'yla Sovyetler Birliği resmen kuruldu.

Ukrayna'nın kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi doğrultusunda 23 Haziran 1917'de uluslararası alanda tanınan Ukrayna Halk Cumhuriyeti kuruldu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Ukrayna'nın batı kısmı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile birleşti ve tüm ülke Sovyetler Birliği'nin bir parçası oldu. Ukrayna, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığını kazandı.

1924'te Lenin'in ölümünden, 1929'da Lev Troçki'nin sürgün edilmesinden sonra başlayan Stalin döneminde "tek ülkede sosyalizm" devlet politikası olarak benimsendi. Bolşevik parti içindeki mücadele, "Büyük Temizlik" adı verilen 1937-38 yıllarında aralarında kurucu parti üyeleri ve darbe ile suçlanan askeri liderler de dahil olmak üzere binlerce kişinin idam edildiği kitlesel baskılar ile sonuçlandı.

Stalin liderliğindeki hükümet, planlı ekonomiyi başlatarak ülkenin kırsal kesimini önemli ölçüde sanayileştirdi ve tarımı kolektifleştirdi.

Kızılordu, savaş sonrasında Doğu Almanya dahil olmak üzere Doğu Avrupa'yı işgal etti. Daha sonra bu devletlerde sosyalist hükümetler kuruldu ve Doğu Bloku'nun uydu devletleri haline geldi. Sovyetler Birliği dünyanın ikinci gücü haline gelip Doğu Bloku ülkeleri ile Varşova Paktı'nı kurarak ABD ve NATO'ya karşı Soğuk Savaş olarak da bilinen küresel hâkimiyet mücadelesi içine girdi.

Avrupa içlerine kadar yayılan sosyalist sistem, 1950'li yılların ortalarına gelindiğinde, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanan katı merkezi planlama sistemi tıkanıklıklara yol açmaya başladığından birtakım reform girişimleri başlamıştı.

1956 yılında, reform teşebbüslerinin yaşandığı Macaristan'da, Sovyetler Birliği destekli Stalinist hükümete karşı bir halk hareketi başlatıldı (Macar Devrimi). Macaristan,1 Kasım'da Varşova Paktı'ndan ayrılma kararını açıklayarak Birleşmiş Milletler aracılığıyla büyük devletlerin korumasını istedi.

Bu gelişme üzerine takviye edilerek geri döndürülen Sovyet birlikleri Budapeşte'yi işgal etti, reformcu önderlerin çoğu tutuklandı. Yönetim değiştirilirken, geride 2500 ölü, 13.000 yaralı bırakıldı.

Sovyet Rusya'nın ikinci işgali 12 yıl sonra Çekoslovakya'da gerçekleşti. 20-21 Ağustos 1968 gecesi Alexander Dubček'in "Prag Baharı" adı verilen siyasi liberalleşme reformlarını durdurmak için Sovyetler Birliği ile diğer Varşova Paktı müttefikleri olan Doğu Almanya, Polonya, Bulgaristan ve Macaristan Çekoslovakya'yı işgal ettiler (Brejnev Doktrini).

Yaklaşık 250.000 kişiden oluşan Varşova Paktı orduları o gece Çekoslovakya'ya saldırdı, 137 Çekoslovak sivil öldürüldü ve yaklaşık 500 sivil yaralandı. 20 Ağustos gecesi tutuklanan Dubček, görüşmeler için Moskova'ya götürüldü. Dubček'in görevde kalması konusunda anlaşmaya varıldı, ancak artık liberalleştirmeye son verilecekti. Gelişmeler, Çekoslovakya Komünist Partisi'nin iktidar tekelini güçlendirdi.

ABD ve NATO, Çekoslovakya'da gelişen durumu büyük ölçüde görmezlikten geldi. Başkan Lyndon B. Johnson, ABD'yi zaten Vietnam Savaşı'na sokmuştu. Silahlanmanın sınırlandırılması görüşmelerinin gündemde olması da Sovyetler Birliği'nin elini rahatlattı.

Nihayet 1985'te, Mihail Gorbaçov'un, iktisadi alanda yeniden yapılanma anlamına gelen "perestroyka" ve açıklık anlamına gelen ve demokratikleşme sürecine işaret eden "glasnost" politikaları sadece Sovyetler Birliği için değil, tüm Orta ve Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri için de dönüm noktası oluşturacak gelişmelerin başlangıcı oldu.

Silahlanma ve uzay araştırmalarında ABD ile yarışan Sovyetler Birliği'nin askeri harcamaların artması sonucu, toplumun en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı, çağın gerisinde kaldığı açıktı.

Sovyet Sosyalizmini reforme etme amacıyla yola çıkan Gorbaçov'un uygulamaya koyduğu radikal reformlar, Sovyetler Birliği ve onun hegemonyası altında olan ülkeler için sonun başlangıcı oldu.

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması, 1991'de SSCB'nin resmi varlığına son verilmesi ve bu birliğe bağlı 15 cumhuriyetin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle sözkonusu coğrafyada merkezi planlamaya dayalı sosyalist sistem sona erdi. Varşova Paktı'nın dağılmasıyla da savaş sonrası Avrupa'sının iki kutuplu askeri yapısı da tarihe karıştı.

Bu gelişmeler karşısında, kapitalist düzen âdeta rakipsizleşerek Pan-Kapitalist sisteme dönüştü, Rusya merkezi planlamaya dayalı sosyalist sistemden piyasa ekonomisine geçiş şeklinde yaşanan büyük ve benzersiz dönüşüm sürecine girmiş oldu.

Bu durum iktisat bilimi açısından da, yaygın kullanılan adıyla "geçiş ekonomisi" ya da "geçiş iktisadı" (Transition Economics) adı altında yeni bir alanın doğup gelişmesine neden olmuş durumda. ("Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş Sürecinde Rusya: Nasıl Bir Kapitalizm?", Esra Güler)

Rusya'nın bir piyasa ekonomisi olup olmadığı tartışmalarında Amerikalı ekonomist Paul Krugman, Rusya'nın ekonomisini "Potemkin köyü" olarak tanımlamakta. ("Çarlık Rusya'sı döneminden kalma bir çeşit efsaneye göre, Başbakan Grigori Aleksandroviç Potemkin, Rus Çariçesi Katerina imparatorluğun güney eyaletlerini gezdiği sırada Çariçenin gideceği yerlere ondan bir gün önce gidip kötü görünümleri düzeltir, perişan halde görünen köylerin güzel görünmesini sağlarmış, sonra da güzelleştirmek için kullandığı malzemeleri söküp bir sonraki yere götürürmüş. O zamandan beri de "Potemkin köyü" deyişi, gerçekte olmayan şeyleri ifade etmek için kullanılmaya başlamıştır." Güler, a.g.e.)

Krugman, Rusya'nın 90'ların ikinci yarısından itibaren, gerçekte olmayan ve arkasında yatanlarla hiçbir ilişkisi bulunmayan, yalnızca bir görünüşten ibaret olan bir tür Potemkin ekonomisi haline geldiğini ifade etmekte.

Rusya,  illegal örgütlerin egemen olduğu "dağılmış bir suç devleti" , devlet düzenine rüşvet ve kişisel ilişkilerin hâkim olması anlamına gelen "kleptokrasi" ve milli politikaları kendi çıkarları doğrultusunda etkileyen oligarkların şekillendirdiği bir "mafya devleti" olarak tanımlanmakta. Putin'in oligarkları ortak ettiği bir devlet kapitalizmine yöneldiği de söylenebilir.

Putin'in Rusya'ya yönelik güvenlik ve tehdit alanlarında, tarihi referansın Çarlık coğrafyasına dayandığı, bölgesel entegrasyon ve NATO genişlemesine tavizsiz karşı çıkılması politikalarının öne çıktığı görülmekte.

ABD'nin başını çektiği tek kutuplu dünyada ikinci bir kutup olarak tanınma isteği içinde olan Putin, emperyal hamlelerini buna yönelik gerçekleştirmekte. 2008'de Rusya'nın Gürcistan'a müdahale ederek Abhazya ve Güney Osetya'yı işgali, 2014'te Kırım'ı ilhak etmesi, 2015'te Suriye'ye rejimi destekleme gerekçesiyle müdahalesi ve 2022'de Ukrayna'yı işgali gibi...

Putin, dünyanın en geniş coğrafyasına sahip, 145 milyon nüfuslu, nükleer silahları olan devasa bir askeri güce sahip, enerji kaynakları bol bir ülkenin seçilmiş tek adamı olarak çevresindeki dar kadrosuyla denetlenemez yetkilere sahip.

Özgürlüklerin ve hukukun olmadığı, gelir dağılımının zenginler lehine arttığı ülkede Putin'in iktidarını sürdürmesi için Rus milliyetçiliğine ve emperyal söylemlere dayanması şaşırtıcı değil. "Kırım'in işgali onu yeniden ulusal lider yaptı, Rusya halkını bayrak etrafında topladı. Bu noktadan sonra Putin artık daha sık Russkii Mir'den (Rus Dünyası) bahsedecekti." (Evren Balta, Söyleşi, İrfan Aktan, Artı gerçek, 06.03.2022)

Tek kutuplu dünyayı nükleer bir savaş tehdidi altında ve insanları acılara boğan savaş ve işgallerle iki kutuplu bir dünya haline getirme çabasının, insanların daha çok ezilmesine neden olduğu açık.

Açgözlü, kurnaz, kötücül ve ölümsever Sapiens'in yarattığı adaletsiz, eşitsiz, hukuksuz, ulus-üstü şirketlerin egemen olduğu, otokrasinin güçlendiği bir dünyadan adaletli, vicdanlı, silahsız, iyiliksever, doğaya uyumlu, yaşanabilir yeni bir dünya inşa edebilecek miyiz? Devam edeceğim.