"Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun." (Mahatma Gandhi)

 

Referandum öncesi yazdığım yazıdan yapacağım alıntıyla madde analizlerine devam edeceğim:

"i)  Anayasanın 146. maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11 asıl, 4 yedek üyeden 17 asıl üyeye çıkarılmıştır. TBMM'ye 3 üyeyi, cumhurbaşkanına ise 4 üyeyi doğrudan seçme imkânı tanınmış. Cumhurbaşkanına ayrıca Yargıtay'dan 3,  Danıştay'dan 2, Askeri Yargıtay'dan 1, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nden 1, YÖK'ten 3 üyeyi sözkonusu kurumların seçeceği üç misli aday içinden seçme imkânı tanınmıştır. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin yapısının yetersiz olsa da demokratikleştirilmesi öngörülmüştür. Demokratikleştirme açısından cumhurbaşkanına doğrudan 4 üye seçme hakkının TBMM'ye verilmesi daha uygun olacaktı.

j)  Anayasanın 147. maddesinde yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Böylece bu görevde 20-25 yıl süreli kalmanın önüne geçilerek mahkemenin hukukun gelişim sürecinden kopmaması sağlanmıştır.

k) Anayasanın 148. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinin sonuna getirilen bir ekle yurttaşların Anayasa Mahkemesi'ne doğrudan bireysel başvuruda bulunması imkânı sağlanmıştır. Böylece her yurttaş güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği kanaatine varırsa iç olağan kanun yollarını tüketmek koşuluyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilecektir. Bu düzenleme yurttaş bakımından önemli bir hak arama imkânı getirmektedir. Ayrıca buna bağlı olarak yurttaşlar tarafından AİHM'de dava açma sayısının da azalacağı açıktır. (Ancak Anayasa Mahkemesi özellikle 15 Temmuz 2016'dan itibaren işlevini kaybetmiş, önemli hak ihlalleriyle ilgili ret kararı verirken, birçok ihlalin dava sürecini bekleterek, erteleyerek hukuka aykırı sonuçlar doğurmasının devamlılığına neden olmuş, AİHM süreçlerinin başlamasını bloke etmiştir.)

Bu maddede ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla vereceği kararlara karşı Genel Kurul'a yeniden inceleme başvurusu yapılması imkânı getirilmiştir. Bunun dışında ek bir fıkrayla Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan'da yargılanmaları sağlanmıştır.

l) Anayasanın 159. maddesinde değişiklik yapılarak HSYK'nın üye sayısı 7 asıl, 5 yedek üyeden 22 asıl, 12 yedek üyeye çıkarılmıştır. Böylece 7 asıl üyeyle, uygulamada ise 5 asıl üyeyle kapalı devre çalışan bir yapıdan daha demokratik bir yapıya geçilmesi öngörülmüştür. Adalet Bakanı başkan, müsteşarı üye olarak muhafaza edilmiş, cumhurbaşkanına doğrudan 4 asıl üye seçme imkânı verilmiştir. Yargıtay'a doğrudan 3 asıl, 3 yedek, Danıştay'a doğrudan 2 asıl, 2 yedek, Türkiye Adalet Akademisi'ne doğrudan 1 asıl, 1 yedek üye seçme imkânı tanınmıştır. Bu düzenlemedeki önemli bir yenilik birinci sınıfa ayrılmış adli hakim ve savcıların kendi aralarından 7 asıl, 4 yedek ve yine birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hakim ve savcıların kendi aralarından 3 asıl, 2 yedek üye seçmeleri öngörülerek demokratik bir temsil imkânı sağlanmış olmasıdır.

(AK Parti'nin getirdiği teklifte her bir üyenin bir adaya oy verme şartı vardı. Yani çarşaf listeyle oluşabilecek çoğunlukçu yeni bir vesayet sistemine izin vermemeyi önceleyen bu düzenlemeye CHP Anayasa Mahkemesi nezdinde itiraz etti. Anayasa Mahkemesi CHP'nin itirazı üzerine bu maddeyi iptal etti. Dolayısıyla çarşaf liste uygulaması zorunlu hale geldi. Bunun sonucu HSYK içinde çoğunlukçu vesayetçi bir yapının oluşmasının önüne geçilememiş oldu. AK Parti'nin karşı çıktığı çarşaf liste uygulaması belli bir görüşün yargıdaki temsilcilerini HSYK'da çoğunluğa taşıdı. Yani vesayetin kendisi ortadan kalkmış olmadı, vesayet sadece el değiştirmiş oldu.)

Kurulda Adalet Bakanı ve müsteşarın bulunmaması ve cumhurbaşkanının doğrudan seçeceği üyelerin meclis tarafından seçilmesi daha uygun olurdu. Bu durumda kurulun başkanı da kurul üyelerinin oylarıyla belirlenebilirdi. Yine aynı maddede yapılan bir değişiklikle kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Bu önemli bir değişikliktir. Ancak meslekten çıkarma dışında kalan kurul işlemlerinin istisna edilmesi 'yetmez' demeyi gerektirmektedir. Bunun dışında daha önce ihraç edilmiş olanlara geçici bir maddeyle yargıya başvurma hakkı tanınmamış olması adil olmamıştır.

m) 12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanan TBMM'nin Başkanlık Divanı'nın oluştuğu tarihe kadar MGK'nın, bu dönem hükümetlerinin, Danışma Meclisi'nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı ve bu tasarrufları idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerin uygulamış olmaları nedeniyle bu kişiler hakkında cezai, mali veya hukuki sorumluluk bakımından yargı önüne gidilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme olan Anayasanın geçici 15. maddesi kaldırılmıştır.

Bu maddenin kalkmasının birçok anlamı vardır. Öncelikle sembolik de olsa darbe suçunu işlemiş olanları ve buna çeşitli aşamalarda ve görev mevkilerinde iştirak etmiş olanları anayasal bir koruma altında tutan ayıplı bir düzenlemenin insanı umutsuzluğa sevk eden yükünden kurtulmak ve yıllar sonra da olsa onurla böyle bir düzenlemeye hayır demek anlamlıdır. Bunun dışında sözkonusu kişilerin hukuki ve cezai sorumlulukları bakımından durum belirgin değildir.

Bu konuda zamanaşımının dolduğu öne sürülse de Anayasal yasağın zamanaşımını kestiği ve zamanaşımının yasak kalktıktan sonra işlemeye başlayacağı gayet hukuki bir yorumdur. Bunun yanıtı yapılacak suç duyuruları sonucunda işletilecek süreç sonunda yargı organlarınca verilecektir. Bu nedenle bu maddenin kaldırılmasının önemli olduğu açıktır. (Maalesef sistemin yargısı bizim görüşümüze değil, darbe döneminde insanlık suçu işlemiş olanları hesap vermekten kurtaracak görüşe itibar etti.)

Sonuç: Görüldüğü gibi Anayasa değişiklikleri önemli demokratik standartlar getirmekte. Bazı değişiklikler yeterli olmayabilir. Ancak bunlar yeni ve sivil bir anayasaya ulaşmada yurttaşları ve toplumu rahatlatacak bir aşamayı ifade etmekte. Bu nedenle AKP referandum sürecinde politikasını 'yeni bir sivil anayasa yapabilmek için şimdi evet' üzerine oturtmalıdır."

Bu değişiklikleri AKP iktidarı dışında başka herhangi bir parti iktidarı da getirseydi o günkü vesayet döneminde desteklenmesi gerekirdi. 15 Temmuz 2016'dan sonra fiilen başlayan 9 Temmuz 2018'de resmen uygulanmaya başlanılan partili cumhurbaşkanlığı sistemi sürecinde Anayasa ve hukukun işlevi kalmadı.

Türkiye âdeta anayasasız ve hukuksuz bir fiili rejim yaşamakta. Ama 100 yıllık tarihsel süreci analiz etmeden gelinen noktayı "yetmez ama evet" diyenlere yıkmak kolaycılığı objektif ve rasyonel olmadığı gibi insafsızlık.

Bu kesimin oy potansiyeli ve destekleyenleri sonuca etki edecek durumda değildi. Doğrudan "evet" diyenler ile sandığı boykot edenler sonucu belirledi. AKP iktidarı ve Erdoğan'ın siyaset kültürü ve tarzının faturayı YAE'cilere kesen kesimden bir farkı bulunmamakta. Onların temsil ettiği zihniyet ve siyasi kültür iklimi ancak otoriter bir lideri seçenek olarak yaratabilirdi.

Hiçbir parti ayrımı yapmadan söyleyebiliriz ki yalancı baharlar yaşamamızın, sorunlarımızı çözüme kavuşturamamamızın temel nedeni, toplumsal barışı sağlayacak çözümleri ve uzlaşmayı engelleyen, "linç-çökme" kültürüyle beslenen tekçi zihniyettir. Tüm partiler ve toplumun büyük bir bölümü insani olmayan bu zihniyet kültürüyle zehirlenmiş durumda.

Kimse, rasyonel düşünen bir grup insana 100 yıllık tarihin bütün olumsuzluklarını boca edip rejimin çökmesi sorumluluğundan kurtulamaz. Her birey dogmalara dayalı eleştiriler yapmadan önce çoğulculuğa, özgürlüğe, hukukun üstünlüğüne geçit vermeyen tekçi ideolojik zihniyetten kendini kurtarmaya bakmalıdır.