1808-1918
19. yüzyılın başlarında imparatorlukta çöküş başlamıştı. 1808 yılında II. Mahmud başa geçtiğinde Kürt emirlikleri artık yarı bağımsız olmaktan çıkmış, tam iktidar sahibi derebeyleri haline gelmişlerdi. Hatta atanan valiler dahi merkezi dinlemiyorlardı.
Oysa Avrupa’nın izinden gitmeye kararlı II. Mahmud döneminde merkeziyetçiliği güçlendiren ve doğrudan yönetimi sağlamayı amaçlayan askeri ve idari reformlara başlanacaktı. Bu siyasetin kaçınılmaz sonucu, merkez ile derebeyleri arasında çatışmaydı
Böylece Kürt emirliklerinin devlet benzeri örgütlenmelerinin sonuna gelinmiş oldu. Sonrasında sözkonusu yapılar çok daha basit toplumsal ve siyasi biçimlere gerileyeceklerdi. Devlet, merkezi gücünü ne kadar artırırsa, aşiretler de o kadar küçülüyor, yapıları basitleşiyordu. Mirlerin ardından merkez bu yerlere valiler atadı. Ancak valiler döneminde bölgede can ve mal güvenliğini sağlamada zaaflar oluştu.
Mirlerin yerine atanan valiler halkın nezdinde meşru sayılmıyorlardı. Valilerin aşiretler arası kan davalarını ve çatışmaları çözebilecek yetenek ve güçleri yoktu. Geçmişte mirler, aşiretler arası kan davalarının halledilmesi noktasında katı ve acımasız yöntemler uyguluyorlardı ama bunlar, halk nezdinde kabul edilebilir çözümlerdi. Artık benzer bir çözümü sağlayacak meşruiyete sahip bir yönetici güç kalmamıştı.
Bu koşullar sonucu şeyhler hızla politik önder rolünü üstlenerek bu çatışmalara çözüm getirmeye başladılar. Kısa sürede şeyhlerin otoritesi aşiret sınırlarını aşarak onları politik önderler haline getirdi. Ancak onlar da aşiretler arası çelişkileri otoritelerini güçlendirmek için kullanır oldular.
Abdülmecid’in 1858 yılında çıkardığı Arazi Kanunnamesi (Toprak Yasası) Kürdistan’ın sosyal ve ekonomik örgütlenmesini büyük ölçüde etkileyecekti. Bu yasa ve diğer reformlarla amaçlanan, aşiret yapılarının çözülmesiydi. Ancak uygulamada bu amaca ulaşılamayacaktı. Kanunname sonrası ağalar, şeyhler, tüccarlar, yüksek memurlar büyük arazileri kendi adlarına kaydettirdiler. Ortaya kentlerde yaşayan toprak beyleri çıktı. Bunlara ilaveten birçok ağa da toprak beyi oldu. Aşiret üyelerinin payına ise kiracı-ortakçı olmak düştü. Toprağı işleyenler geleneksel haklarını yitirirken, zamanla ücretli toprak emekçisi haline geldiler.
Toprak yasasının bir diğer neticesi de politik güce kavuşan şeyhlerin geniş topraklar elde etmesiydi. Şeyhler böylece zengin toprak ağaları haline gelecek, politik güçlerini daha da artıracak ve milli duyguların odağı haline geleceklerdi. Sonuç itibariyle merkezin doğrudan yönetimi arzu edildiği şekilde gerçekleşememiş ve İmparatorluk yerel güçlü aşiret reisleri vasıtasıyla dolaylı yoldan yönetime geri dönmüştü.
Abdülhamit 1891'de Ermeni ve Ruslara karşı koyabilmek, bunun yanında Kürt aşiretlerini bölerek güç dengelerini değiştirmek amacıyla Hamidiye Alayları’nı kurdu. Bunun için, aşiret reislerinin yönetiminde bir aşiret milisi oluşturuldu. Aşiret reisleri subay yapılarak yeni yetkilerle donatıldılar. Abdülhamit ücretli ve yüksek prestijli bir iş olanağı sağlayıp baskın ve yağma hakkı tanıyarak belli Kürt aşiretlerini kendisine bağlamıştı.
Bu olanaklardan yararlanan Kürtler, Abdülhamit’e “Bava Kürdan” (“Kürtlerin Babası”) diyorlardı. Bunun tahmin edilebilir bir sonucu, sisteme dahil olan aşiret reislerinin gücünün artmasıydı. Diğerlerine göre güçlenen aşiretler, bölgedeki güç dengesini değiştirdiler. Değişen güç dengesi aşiretler arası kan davalarına ivme kazandırdı.
Denilebilir ki merkezin yeni siyaseti, bir ölçüde başarılı olmuştu, çünkü bu siyaset sonucu arzu edilen amaçlardan biri (Ermeni faaliyetlerini bastırmanın yanı sıra) aşiretler arası kan davalarından yararlanarak merkezi yönetime karşı aşiretlerin birleşmelerini önlemekti. Bu siyasetin de olumsuz yan etkileri yok değildi. Mesela Hamidiye komutanlarından (Miranlı Mustafa Paşa, Milanlı İbrahim Paşa gibi) bazıları, sonunda devlet için tehlike oluşturacak denli güç kazanacaklardı.
1908’de Abdülhamit’in devrilmesiyle Hamidiye Alayları dağıtıldı. Ancak Kürt aşiret birlikleri sınırlarda ordunun tamamlayıcısı olarak muhafaza edildi ve Hamidiye benzeri milis örgütlenmeleri oluşturulmaya devam edildi. Bu milisler Balkan Savaşı’na, Birinci Dünya Savaşı’na ve Kurtuluş Savaşı’na katıldılar. Bu milislerin komutanları arasından, 1923 yılında Kürt Milliyetçi Partisi Azadi’nin (Özgürlük) üyeleri çıkacaktı.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Batılı güçler bağımsız bir Kürt devleti vaat etmiş olmalarına rağmen Kürdistan’ın paylaşılması yoluna gidildi. Türkiye, Irak ve Suriye’nin sınırlarının aşiretlerin arazilerinin ortasından geçmesi arazilerin bölünmesine yol açtı. Göçerler yerleşik düzene geçti. Kışlık ve otlaklar yetmemeye başladı. Bu koşullar altında bölgede yeni bir de meslek doğdu: Kaçakçılık.
1919-1935
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda Osmanlı halklarının çoğu ulusal devletlerini kurarken Kürtler, Türklerle birlikte hareket etmeyi tercih ettiler. Nitekim Mustafa Kemal, Kürt önderlerine yazdığı mektuplarda emperyalistlere karşı İslam dini için birlikte mücadele etme ve ortak devlet kurma sözü verdi.
22 Ekim 1919 tarihli Amasya protokollerinden ikincisi Kürtlerin ırki ve içtimai hukuklarını kabul ediyordu. Nitekim 24 maddelik 1921 Anayasası’nın 12 maddesi özerklik düzenlemeleriyle ilgili olacaktı. Fakat bunlar fiiliyata geçirilmeyecek ve 1924 Anayasası ile katı bir merkeziyetçiliğe yelken açılacaktı.
Oysa İsmet İnönü Lozan’da, bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını savunan İngilizlere ortak devlet teziyle karşı çıkıyor, kurulacak Kürt devletinin bir sömürge olacağını, soylu Kürt halkının bunu asla kabul etmeyeceğini belirtiyordu.
Lozan’da Kürtlerin kaderleriyle ilgili tartışma devam ederken Mustafa Kemal’in önerisiyle Kürdistan mebusları ulusal kıyafetleriyle Meclis’e geliyor, Lozan’a bir telgraf çekme kararı alıyor, telgrafta ortak meclis ve ortak devlet vurgusuyla ayrı bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olduklarını belirtiyorlardı.
Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve yeni devletin tanınmasıyla birlikte rejim, Lozan’da sunduğu gerekçelere tamamen aksi yönde hareket etmekten çekinmedi. Kürt varlığının her alanda yok edilmesi temel devlet politikası haline geldi. Nitekim Lozan’a telgraf çeken Kürt mebusları İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp cezalandırılacaklardı.
Kısacası Lozan sonrası süreçte devletin Kürt siyaseti de tekrar şekilleniyordu. Bu siyasetin ilk işaret fişeği 1921 yılında ateşlendi. 1921 yılı başlarında Koçgiri civarındaki Kürtlerin taleplerine (ki bu talepler arasında özerkliğin yanı sıra, Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin salıverilmesi, Kürtlerin çoğunlukta bulunduğu illerden Türk memurların çekilmesi, Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri çekilmesi gibi hususlar vardı), Ankara’nın cevabı, Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşayı konuyla ilgilenmesi için görevlendirmek oldu.
Bir ayaklanmaya dönüşmüş bulunan bölgedeki rahatsızlık, acımasızca bastırıldı. O kadar ki, Nurettin Paşanın sert uygulamaları Meclis’teki Koçgiri görüşmeleri sırasında eleştiri konusu yapıldı. Meclis’te Kürt vekiller asıl suçlunun hükümet ve ordu olduğunu, isyancılara çok sert davranıldığını öne sürmekte ve vekiller arasında şiddetli tartışmalar yaşanmaktaydı.
Mustafa Kemal Nutuk’ta Meclis’in Nurettin Paşanın görevden alınmasına ve yargılanmasına karar verdiğini, ancak kendisinin Fevzi Çakmak ile görüştüğünü, Nurettin Paşayı Meclis’te savunduğunu ve ağır bir işleme maruz kalmaktan kurtardığını, 8 ay sonra da Birinci Ordu Komutanlığı’na getirildiğini belirtecekti.
Devam edeceğim.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
-
Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları, Evrensel Basım Yayım, İstanbul, 2003.
-
Basil Nikitine, Kürtler, Örgün Yayınları, İstanbul, 2010.
-
Bletch Chirguh, Kürt Sorunu: Kökeni ve Nedenleri, Avesta Yayınları, İstanbul, 2009.
-
Bülent Tanör, Türkiye’de Kongre İktidarları, YKY, İstanbul, 2009.
-
Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim, İstanbul, 2013.
-
Faik Bulut, Devletin Gözüyle Kürt İsyanları, Yön Yayıncılık, İstanbul, 1991.
-
François Georgeon, Sultan Abdülhamit, İletişim, İstanbul, 2012.
-
Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi, İletişim, İstanbul, 2008.
-
Martin Von Bruinessen, Ağa, şeyh, Devlet, çev. Banu Yalkut, İletişim, İstanbul, 2003.
-
Michael Gunter, The Kurdish Problem in Turkey, Middle East Journal, 42, 1988.
-
Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, İleri Yayınları, İstanbul, 2007.