Alaeddin Paşa (Bey)'in ağabeyi Orhan Gazi'ye "bütün askerin kızıl börk giysin, sen ak börk giy, bu da âleme nişan olsun" tavsiyesiyle kurulan yeniçeri ordusu, XIV. yüzyılda Bektaşiler Tarikatı'na bağlandı.
Bu gelişmede Osmanlı'nın kurucu piri ve Osman Bey'in kayınpederi Edebali ile birlikte Hace Bektaş, Baba İlyas halifeleri gibi dervişlerin rolü önemliydi. Ancak fetih siyasetinin rantını paylaşma ve bunun üzerinden gelişen siyaset, Kızılbaş halkı ve önderlerini ayrıştırmaya başlamış oldu.
Ranttan pay alıp otoriteye boyun eğenlerle, yeni sürece boyun eğmeyenler ayrımında Geyikli Baba, Abdal Musa ve benzerleri merkezden dışlandılar. Böylece Osmanlı, kuruluş yıllarındaki tarihsel ideolojik temele yabancılaştıkça Sünnileştirme politikaları uygulayacaktı.
Osmanlıların da siyasi çıkarları gereği tıpkı Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular gibi Sünniliği savunmaları ve bu yönde kurumsallaşmaları kaçınılmazdı. Ancak Osmanlı, merkezden dışlanan bu kesimin toplum üzerindeki etkisi nedeniyle Bektaşilikten ve dervişlerden uzak kalmak istemiyordu.
Bu anlamda yeniçeri örgütünün Bektaşi bir geleneğe dayanması önemliydi. Yeniçerilere "Hacı Bektaş Küçekleri", "Dudman-ı Bektaşiyye" denmesi bu ilgiyi göstermekte.
Yeniçeriler, Hıristiyan Sırp ve Rum çocuklar arasından devşirilmekte ve Türk çevrelerde yetiştirilmekteydiler. Asker ocakları bu tarikatla iç içeydi. Tarikat bu nedenle Balkanlarda ve özellikle Arnavutluk'ta gelişmişti.
Bektaşilik diğer heterodoks dergâhların ve halkın aleyhine Osmanlı yönetimiyle işbirliği yaptıktan ve yeniçerinin yatağı olduktan sonra hızla büyüyecekti. Özellikle 14-16. yüzyıllarda Bektaşi dergâhı Osmanlı ile bütünleşirken, diğer Alevi dergâhları tasfiye edilerek mağdur edildiler.
19. yüzyılın başlarına gelindiğinde yeniçeriler, çevrelerinde oluşturdukları çok geniş halk kesimleriyle birlikte nüfusun en dinamik ve en belirleyici unsurlarından birini oluşturuyordu.
Yeniçeriler, esnaf loncalarıyla iç içe girmiş, sivilleşmiş bir kesimi temsil ediyordu. Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşi Tarikatı'na bağlıydı. Bu nedenle yeniçerilik kaldırılırken Bektaşiler de çok zarar gördü.
Yeniçerilerin savaşa gitmek istemedikleri ve yozlaştıkları, bir gerekçe olarak gösterilmiştir. Oysa yeniçerilerin de savaş kabiliyeti yüksek bir ordu kurulmasında istekli oldukları görülür. Hatta yeniçerilerin bir kısmının devletin verdiği tüfekleri kalitesiz bulup kendi imkânlarıyla tüfekler edindiklerine ilişkin örnekler bulunmakta.
Yine yeniçeriler bu olumsuz koşullara ve iki cephede savaşmalarına rağmen Rus ve Avusturya-Macaristan ordularını yenme başarısını gösterdiler. Moltke, anılarında şu tespiti yapar: "Her cephede savaştayken kendi ordusunu yok eden başka bir devlet görmedim."
İmparatorluğun hâkim unsurlarının sözcüsü durumunda olmalarına rağmen yeniçerilerin yok edilebilmesinin önemli nedenlerinden biri güçlerini abartmaları, diğeri ise daha önce hep müttefikleri olan ulemaya güvenmeleriydi.
Fransız İhtilali'nin yeniçeriler üzerindeki etkisi sonucu padişaha karşı çıkışlarda cumhuriyetten söz edilir oldu. Ulema ve padişah bu nedenle de yeniçeri ocağına karşı teyakkuz halinde bulundu.
Tarihsel gücü olan ulema, bu sefer padişahla birlikte hareket eder. Binlerce medrese öğrencisi yeniçerilere karşı silahlandırılır. Ulema ayrıca, cami cemaatini yeniçerilere karşı dinsizlik suçlamasıyla ayaklandırır. Camilerde bu yönde vaazlar verilir. II. Mahmut dinsizlik gerekçesini kullanarak Müslüman halkı Peygamberin sancağı altında toplar.
Yeniçerilerin yok edilmesinde topçu kuvvetleri önemli rol oynadı. 1826'da orduda sayıları 7-8 bini bulan gelişmiş bir topçu kuvveti vardı ve bu kuvvetler Yeniçerilere karşı kullanıldı. Top atışlarıyla binlerce yeniçeri öldürüldü, hayatta kalanlar sürgüne gönderildi ve malvarlıklarına el konuldu.
Yeniçeri ocağının öldürülmek ve tutuklanmak anlamına gelen fermanla kaldırılması üzerine hudutlarda ve kalelerde bulunan yeniçeriler derhal dağlara çekildi, birçok kale ve bölge Rusların eline geçti.
Ancak merkezin hamlesi yeniçerilerle sınırlı değildi. Yeniçeri ocağının dayandığı Bektaşi tarikatının da sapkınlık iddiasıyla tasfiyesi fırsatı doğmuştu. Şeyhülislam Tahir Efendi'den alınan fetvayla Bektaşi tekkeleri kapatıldı, bazıları camiye çevrildi. Yüzlerce baba ve derviş öldürüldü ya da sürgüne gönderildi, mallarına el konuldu. Tekkelerden bazıları da Sünni Nakşibendi tarikatına verildi.
Resmi açıklamalarda tarikata karşı yürütülen kıyımın nedeni "sapkınlık", "ahlaki bozukluk", "isyana teşvik" olarak gösterildi. Yalnızca Hacı Bektaş Dergâhı açık bırakıldı, ancak onun da başına bir Nakşibendi şeyhi getirildi. Geride kalan Bektaşi halkı da ehl-i sünnet yapılmaya çalışılacaktı.
Böylece devlet, yüzyıllardır işbirliği yaptığı heterodoks geleneği tasfiye etmiş oluyordu. Devletin merkezinde oluşan Ortodoks Sünni güç, Bektaşi tarikatı üzerinde şemsiye görevi yapan yeniçeri ocağını kaldırırken, arkasındaki heterodoks sayılan örgütlenme ve yorumu da ortadan kaldırıyordu.
Ancak burada yapılan önemli bir tespit, yeniçeri-Bektaşi ilişkisinde yaşanan paradokstur. Yeniçeri bir taraftan Alevi kıyımları dahil Osmanlı'nın diğer toplumlara boyun eğdirilmesinde temel bir işlev görürken, diğer taraftan Alevi geleneğindeki direniş kültürünü zayıflatacak derecede barışçıl ve pasifist bir felsefeye sahip Bektaşi tekkelerine bağlıydı.
Özellikle yeniçerinin Alevi katliamlarında oynadığı rol düşünüldüğünde durum daha çelişkili bir hal almakta. Kuşkusuz burada bir ilkesizlik bulunduğu açık. Bektaşi önderleri iktidarda kalma olanağı buldukları sürece başka halklar ve inançlar aleyhine iktidarın yozlaştırıcı etkisine girmiş oluyorlardı.
O kadar ki bu yozlaşma Alevilerin mağduriyetlerine göz yumulmasına da neden oldu. Bu paradoksun bugüne kadar uzandığı ise açık. Alevilerin mağduriyeti üzerinden merkezdeki güçle rant ya da pozisyon karşılığı ilişki içinde olma hali bugüne kadar gelmekte.
İrene Melikof'un tespitiyle ilk Osmanlı Sultanları tarafından fethedilen ülkeleri Türkleştirmek ve Müslümanlaştırmakla kolonizatör Bektaşi Tarikatı dervişleri görevlendirilmişti. Bektaşiler, Osmanlı'nın kolonizasyon politikasının uygulanmasında Ortodoks olmayan anlayışlarıyla Hıristiyanların İslamlaştırılmasında kolaylaştırıcı bir işlev gördüler.
Bektaşilerin iktidarla işbirliği sonucu Aleviliğe yabancılaşmış olmaları tespitiyle birlikte yapılan diğer bir tespit de, Safevi Devleti'ndeki Türkmen Aleviliğinin yaşadığı yabancılaşmadır.
Eşitsizliğe ve despotizme dayanan devletin ağırlığı altında ezilen Alevilik, tıpkı Sünnilik gibi katı İslam anlayışının bir başka versiyonu olan İran Şiiliğine dönüşme tehlikesi altında.
-----
Yararlanılan kaynaklarBedri Noyan, Bektaşilik ve Alevilik, Doğuş Yayınları, Ankara, 1987
Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004
Gülağ Öz, Yeniçerilik ve Bektaşilik, Barış Platin Yayınları, Ankara, 2000
Hüseyin Özcan, Alevilik Bektaşilik, Akademik Eksen Yayınları, İstanbul, 2013
Hüseyin Özcan, Alevilik Bektaşilik, Akademik Eksen Yayınları, İstanbul, 2013
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları-1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, 2000
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları-2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009
İrene Melikoff, Hacı Bektaş - Efsaneden Gerçeğe, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999
İsmet Zeki Eyüpoğlu, Bütün Yönleriyle Bektaşilik, Derin Yayınları, İstanbul, 2010
Mehmet Eröz, Türkiye'de Alevilik, Bektaşilik, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
Recep Tiryaki, Alevilik Bektaşilik, Şah-ı Merdan Yayınları, İstanbul, 2013
Reha Çamuroğlu, Son Yeniçeri, Everest Yayınları, İstanbul, 2000
Reha Çamuroğlu, Yeniçerinin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, İstanbul, 2006