18. yüzyılda Osmanlı vezirlerinden Bekir Paşa, Afyon'un Kızılbaş Emre köyündeki Alevileri tekkeye doldurarak yakıyor, 18. yüzyıl sonlarında Gürcü kökenli kör Yusuf Ziyaeddin Paşa, Kürt-Alevi yoğunluklu bölgelerden Keban bölgesindeki Kürt-Alevi aşiretlerini yok ediyordu.

Bu aşiretler, Kızılbaş/Rafızi Kürt kimliklerine vurgu yapılarak, sapkınlık, dinsizlik, İslam'ı inkâr etmek ve zina yapmakla suçlanırlar. Bu suçlamalar daha önceki katliamlarda kullanılan fetvaları hatırlatmakta. Dersim'den Maraş'a kadar uzanan dağlık bölgelerde yaşayan Kürt-Alevi aşiretlerin tedip ve tenkilinde kullanılan yöntem tipik Osmanlı yöntemidir. Yakalananlar öldürülür, evler ateşe verilir.

19. yüzyıl ortalarına doğru (1837-39) Malatya Akçadağ'da Çerkez kökenli Hafız Paşa, Alevi Kürtleri öldürür. Tehcire tabi tutulan kadınlar ve çocuklar yollarda açlıktan ve hastalıktan ölür. Bu aşamada, olayların doğrudan tanıklığını yapanlardan biri Alman feldmareşal Helmuth von Moltke, diğeriyse Fransız gezgin yazar Baptistin Poujoulat'dır.

Poujoulat, İçtoroslar'da yer alan Malatya ve çevresindeki Kızılbaş katliamı sırasında gördüklerini insani bir duyarlılıkla anlatır:

"Arga'dan (Akçadağ) elli adım ötedeki Laca Dağı'nın eteğinde dört bin kişilik bir (Kızılbaş) Kürt kabilesi ve çeşitli yaşlarda Kürt kadınları vardı. Çadır yapacak bir parça kumaşları yoktu ve yakıcı güneşin altındaydılar. Güneş ışınlarından yüzlerini tozla gizliyorlardı. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan bu insanlar, çıplak ve çullar içindeydiler. Yüzlerinde acı bir umutsuzluk vardı, göğüslerinden ağır iniltiler yükseliyordu; kadınların ağlamaları ve ağıtları, çocukların çığlıkları yürek paralayıcıydı. Bu dört bin (Kızılbaş) Kürt, acı durumlarıyla bana cehennem azabını hatırlatıyordu. Bu insanlar burada altı gün kaldılar, sadece çok az olan ekmekten yediler ve yakındaki bir çaydan su içtiler. İlk üç gün içinde 20 süt bebeği öldü. Bazı annelerin sütü bile yoktu. Üzgün analar ölen çocuklarını bırakmadılar. Öldüklerine inanmayarak, hissiz elleriyle çocuklarını kucakladılar."

"Esir Kürtler, Hafız Paşa'nın, kendilerinin Malatya veya İmparatorluğun diğer bölgelerine gönderilmesiyle ilgili emrini bekliyorlardı. Kürtlerin bir bölümü, onun Paşalık bölgesine yerleştirilmişti. Pek çok Kürt yolda açlıktan ve yorgunluktan öldü, geriye kalanları da köle yaşamı bekliyordu. Her yerde yıkılmış ve dağılmış köyler, ekilmemiş tarlalar görülüyordu. Yanmış-yakılmış ekin sapları, Kürdistan'daki büyük açlığı göstermektedir. Ovalar, kendilerini katliamdan koruyamamış Kürt ölüleriyle doludur."

Poujoulat, bölgedeki Kızılbaş Kürtlerin ve onların yöneticilerinin, bütün işkencelere kahramanca karşı koyduklarını ve Osmanlı safında savaşan Kürt önderlerine nefretle yaklaştıklarını da vurgular.

19. yüzyıl sonlarına doğru (1896-98) gerçekleşen bir katliam da yine Akçadağ Kürecik'e bağlı Dümüklü köyünde gerçekleşir. Akçadağ'ın Kürne-Kürecik Aşiretleri, yüzyıllardan beri iç ayaklanmalar gerekçe gösterilerek baskına uğrarlar. Evleri yağmalanır, erkekleri öldürülür.

II. Abdülhamit döneminde Sünnileştirme politikalarına hız veriliyor, tek tip Kuran'lar, ilmihaller bastırılıp dağıtılıyordu. Sünni Kürtler II. Abdülhamit'e 'Bavé Kurda' ('Kürtlerin Babası') diyecek kadar sempati duyarken, Kızılbaş Kürtler için Abdülhamit olumsuz bir figürdü.

29 Aralık 1895 tarihinde merkezle yapılan yazışmada; Akçadağ bölgesindeki Kirmani, Kadiruşağı ve Hançerli köylerinin ahalisinin Alevi oldukları, içlerinde Ermeniler olduğu halde padişahın rızası dışında işler yaptıkları, tahsilata giden zaptiyeyi darp edip giysilerini ve eşyalarını aldıkları, destek olarak giden yüzbaşı ve süvarilere de kama, balta ve kılıç gibi kesici delici aletlerle karşı koydukları için yöreye yeteri kadar askeri birlik gönderilmesi ve yapılacakların Akçadağ kaymakamına ve çiftlik mudi sorumlusuna bildirilmesi belirtilir.

3 Nisan 1896 tarihinde Akçadağ kazasının Kürt ahalisinin ıslahı için, asker sevkinin zorunluluğuna dair saraya bir yazı gönderilerek asker istenir. Bu yazıda şu düşünceler belirtilir: "Malatya sancağına bağlı Akçadağ kazası halkının Sünni olmayıp Alevi'dirler. Dört binden fazla silahlı adamları vardır. Zorunlu görevlerini (askerlik ve vergi vermedikleri) yapmaktan kaçındıkları, üç yüz altı senesinde üzerlerine yeterli asker gönderildiği halde, bunların azgınlıklarını artırıp açıktan açığa isyanları önlenememiştir."

İmparatorluk merkezi, Kürecik'te etkinliğini artırırken, getirdiği ağır vergi yükü ve idari olarak yerleşimi bölmesi halkın Osmanlı'ya karşı direnmesini artırdı. Osmanlı, köylerden topladığı bazı kişileri çeşitli medreselerde dini konularda da eğiterek hem onlara Sünniliğin bazı ilkelerini öğretip asimile ediyor, hem de devletin köylerdeki gözü kulağı olma görevini (muhbiri sadık) yerine getirmelerini bekliyordu.

Devlete, ağa ve beylere güvenleri kalmayan bölge halkı doğaüstü bir kurtarıcıdan medet ummaya başlar. Adaleti sağlayacak olan bu kurtarıcı zalim güçlülerin hakkından gelmelidir. Dümüklü Olayı böyle bir ortamda gelişir.

Kangal'ın Mescid köyüne yerleşmiş bulunan bazı pirler Alevilere "Hakikatçi Alevilik" olarak nitelenen bir akımı benimsetirler. Mazdeizim'in devamı olarak nitelenebilecek bu Alevilik akımında toplumsal mülkiyet ve kadın-erkek eşitliği savunulmaktadır.

Bu nedenle de sözkonusu akım Batılı misyonerlerin de dikkatini çeker. Bu durum Osmanlı yönetimini rahatsız eder. Hatta gizli bir raporda Dersim, Akçadağ, Erguvan ve Hekimhan'da bulunan Alevilerin Protestanlığa eğilimli oldukları belirtilir.

Bu akıma öncülük eden Şıh Süleyman ve Seyyid Veyis gibi hakikatçi pirler zaman zaman tutuklanır, daha sonra Sarız yöresine sürgün edilirler. Bu akım özellikle Sivas-Kangal'dan başlayarak Malatya-Akçadağ, Maraş-Elbistan, Afşin ve Kayseri-Sarız yörelerinde önemli bir kitle kazanır.

Dümüklü Ali Baba da bu ekolden gelen bir Alevi piridir. Şeyh Ali, tarikatların ve tasavvufun kurallarını örnek alır. Kendi aralarında işbölümü yaparlar. Mazdeikçi Komünizm denebilecek bir düşünceyi uygulamaya koyarlar.

Alevilikteki Mehdi'nin bir gün mazlumları kurtarmak üzere ortaya çıkacağı inancı Şeyh Ali'de somutlaşır. Ancak bu gelişmeler çevre köylerdeki Sünni inanç sahipleri tarafından Osmanlı yönetimine ihbar edilir. Bu ihbarlardan haberdar olan ve devlet tarafından bir saldırı bekleyen Dümüklü Hakikatçi Alevileri çok ilginç bir şekilde tahta kılıç ve gürzler hazırlarlar.

Alevi inancında insan, Tanrısal gücün bir yansımasıdır. Tanrısal öz taşıyan insanın öldürülmesi Tanrı'ya karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilir. Onun için erenin kılıcı tahtadandır ve batın kılıcı olarak ifade edilir. Tahta kılıcın gücü onu taşıyanın manevi gücüyle bağlantılıdır.

Çatışma önce Sünni köylülerle Aleviler arasında başlar. Taraflar arasında tüfek, sopa ve tahta kılıçlarla yapılan bir çatışma yaşanır. Bazı evler yağmalanır ve yakılır. Daha sonra 500 kadar asker köylülerle birlikte Dümüklü köyüne baskın yapar. Evler sarılır.

Aleviler "Ya Ali yetiş" diye bağırarak teslim olmak istemezler. Askerler evleri kurşun yağmuruna tutunca takma adlarını söyleyerek ve tahta kılıçlarını sallayarak dışarı fırlarlar. Çıkanlar vurulur, evler yağmalanır ve yakılır. Sağ kalanlar tutsak edilir, cesetler topluca gömülür. 118 Alevi hayatını kaybeder.

Şeyh Ali öldürülür, ancak onun ölmediğine, güvercin olup uçtuğuna inanılır. Bu olay resmi kayıtlara mukatele, yani Sünnilerle Aleviler arasında karşılıklı öldürme şeklinde geçer. Böylece Sünni halk destekli gerçekleştirilen Alevi katliamı kapatılmış olur, sorumlular hakkında soruşturma yapılmaz.

 

Yararlanılan kaynaklar

Ayşe Hür, Kürtlerin Öteki Tarihi, Literatür Yayınları, İstanbul, 2019

Erdal Açıksöz, Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK Yayınları, Ankara, 2003

Kürecikliler Dayanışma ve Kültür Derneği, Dümüklü Ali Olayı, http:// www.kürecik.byehost7.com

Mamo Baran, Koçgiri / Güneybatı Dersim, Tohum Yayınları, Ankara, 2002

Mehmet Bayrak, Alevilik ve Kürtler, Özge Yayınları, Ankara, 1997

İç Toroslar'da Alevi-Kürt Aşiretler, Özge Yayınları, Ankara, 2007

Kürdoloji Belgeleri-2, Özge Yay., Ankara, 2004

Molla Demirel, Akçadağ (Alacadağ) Kürecik İsyan, http://mollademirel.com>makaledeneme

Naim Ürkmez, "1896-1898 Akçadağ Dümüklü Hadisesi", Atatürk Ün. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2019, cilt, sayı 64, 337-354

Nedim Şahhüseyinoğlu, Kürecik: Bir Direniş Öyküsü, Sanat Yapım Yayıncılık, Ankara, 1993