22 Şubat 1994'te Başbakan Tansu Çiller, DEP milletvekili Hatip Dicle’yi "hain" olarak niteledi. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, benzer söylemlerle DEP milletvekillerini suçladı. 2 Mart 1994'te Meclis'e SHP listesinden giren DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve milletvekilleri polis zoruyla Meclis'ten alınıp DGM'ye gönderildi. Bu sahne demokrasi için bir yüz karası olarak belleklere kazındı. DEP 6 Haziran 1994'te kapatıldı. Hatip Dicle, Orhan Doğan, Leyla Zana ve Selim Sadak 15 yıl hapis cezasına mahkûm edildiler. Diğer milletvekillerinin çoğu yurtdışına çıktı. Böylece Kürtlerin Meclis'te siyasal taleplerini ifade edecekleri zemin yok edilmiş oldu.

11 Mayıs 1994'te kurulan, Kürt sorununun çözümünü devletin ve toplumun demokratikleşmesi ile irtibatlandıran ve yeni anayasa ihtiyacını vurgulayan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) de, kendisine dair var olan "Kürt partisi" ve "ayrılıkçı" algısını değiştiremedi. Parti 1999 yılı Şubat ayına kadar devam eden PKK lideri Abdullah Öcalan'ın takibi, yakalanması ve tutuklanması sürecinde protesto olaylarına öncülük etti. 1994-2002 yılları arasında üyelerinin çoğuna dava açıldı ve parti 2003 yılında kapatıldı.

9 Kasım 2005'te Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un eşbaşkanlığında Demokratik Toplum Partisi (DTP) doğdu. Tüzüğüne % 40 kadın kotası koyan DTP'nin de hedefleri, kapatılan diğer partilerinkiyle aynıydı. Kürtlerin kimlik ve kültürel talepleri eşitlik ve demokrasi taleplerinin bir parçası olarak dile getiriliyordu. DTP, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde 99 belediye kazanırken aldığı oylar 2.339.729'du. Daha da önemlisi Kürtlerin önemli bir kesimi, DTP aracılığıyla tekrar parlamenter temsile de sahip oldu.

Bu durum DTP'nin bölgesel bir güç olarak ulusal düzeyde de varlığını pekiştirdi. Ancak Meclis’te temsil edilmelerine ve bölgede çok sayıda belediyeyi yönetmelerine rağmen, DTP siyasal sistemin bir parçası olarak diğer aktörlerin teveccühüne mazhar olamadı. DTP ile PKK talepleri arasındaki benzerlikten hareketle ve 2005'te ateşkesin sona ermesinden sonra hükümet ve ordu DTP'yi marjinalleştirmek için çabaladı.

AKP hükümeti bu dönemde DTP'yi PKK'yı kınamamakla ve etnik Kürt milliyetçiliği yapmakla suçladı. DTP üyelerinden tutuklananlar oldu. Partiye karşı açılan kapatma davasında DTP'nin PKK'yı alenen bir terör örgütü olarak ilan etmemesi, ilişkinin delili olarak kabul edildi. Parti, 12 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi'nce kapatıldı. 37 kurucu üye siyasetten men edildi.

DTP'nin kapatılmasından önce 2 Mayıs 2008 tarihinde kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) de önceki partiler gibi yeni bir anayasa yapılmasını, Kürt dilinde eğitimi ve merkezileşmiş siyasi yapıya karşı âdemi merkeziyeti savunmaya başladı. Sivil itaatsizlik eylemleriyle Kürt taleplerini kamuoyuna yansıttı.

2011 Genel Seçimleri'ne, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Barış ve Demokrasi Partisi, sendikalar, feminist gruplar, LGBT gruplar, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu olarak bağımsız adaylarla katıldı. Adaletsiz ve antidemokratik % 10 barajını bağımsız adaylarla aşarak Meclis'te temsil imkânına kavuştu. Son olarak 2013 yılında Halkların Demokratik Partisi (HDP) başta sol kesim olmak üzere daha geniş muhalif kesimleri bir araya getirmek amacıyla kuruldu ve BDP ile işbirliğine gitti.

27 Ekim 2013'te yapılan kongrede, Halkların Demokratik Kongresi'nin partileşmesi ile Halkların Demokratik Partisi adını aldı. Ertuğrul Kürkçü ve Sebahat Tuncel eşbaşkan seçildi. 22 Haziran 2014'te yapılan kongrede eşbaşkanlığı Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş devraldı. HDP 2015 genel seçimlerine parti olarak katılmaya karar verdi ve ülkede uygulanan % 10 seçim barajı nedeniyle HDP'nin parti olarak seçime katılması çeşitli tartışmalara konu oldu. Halkların Demokratik Partisi, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde % 13.12 oy alarak 80 milletvekiliyle TBMM'ye girdi. AKP'nin aldığı oylar ise geriledi ve milletvekili sayısı güvenoyu için yeterli olacak sayının altına düştü.

HDP'nin bu başarısının devleti rahatsız ettiği seçim gecesi anlaşıldı. MHP Genel Başkanı hiç beklemeden seçim gecesi HDP'yi siyaseten sahanın dışına iten ve ötekileştiren açıklamalarda bulundu. 17-25 Aralık soruşturmasıyla sıkışan ve güç kaybeden Cumhurbaşkanı Erdoğan HDP'nin "seni başkan yaptırmayacağız" söylemiyle seçimde başarı sağlayan HDP'yi dışlayarak eski rejimle uzlaşmaya gitti. Dolmabahçe protokolünü reddederek barış sürecini sona erdirdi. Ahmet Davutoğlu'nun koalisyon görüşmelerinden sonuç alması istenmedi.

7 Haziran seçimlerinden 45 gün sonra kasımda tekrar seçim yapılması kesinleşti. Tekrar seçim kararı alındıktan hemen sonra 20 Temmuz'da Suruç'ta 32 kişinin ölümü ve 104 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir katliam gerçekleşti. Bu vahşi eylemle ilgili soruşturmada hiçbir gelişme sağlanamadığı gibi aileler ölülerinin eşyasına ve otopsi raporlarına ulaşamadı. Meclis araştırması engellendi. Azmettirenler perdelendi.

Bu katliamdan hemen iki gün sonra Ceylanpınar'da iki polis kaldıkları evde silahla vurularak öldürüldüler. Bu cinayeti PKK üstlenmedi. Ancak PKK şiddet alanına çekilmiş oldu ve şiddet eylemlerine başladı. 20 Temmuz – 10 Ekim arasında, yani 82 günlük sürede 145 güvenlik görevlisi öldürüldü. Operasyonlar sırasında kaç PKK'lının, kaç sivil yurttaşın öldüğü bilinmiyor. 1 Kasım 2015 seçimlerine bu atmosferde gidildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran'dan sonra AKP'ye izlettiği strateji ve uygulattığı güvenlik politikalarıyla hem MHP'den hem HDP'ye oy veren muhafazakâr Kürtlerden oylarını geri aldı. HDP barajı kıl payı geçerek 59 milletvekili çıkardı.

Devlet iktidarı ABD'nin İncirlik Üssü'nü kullanma isteğini karşılayarak seçimden sonraki süreçte içte ve dışta PKK'ya operasyon düzenleme imkânını elde etmiş oldu. PKK barış sürecinde şehirlerde yerleşmiş, örgütlenmiş ve fiilen yarattığı durumun süreç sonunda yasal hale gelmesini beklemeye başlamıştı.

Böylece PKK kırsaldan şehre gelerek kendi mevzilerini buralara taşımıştı. Artık sürecin sonunda özerkliğe dayalı bir yapılanmayla siyasi sisteme bağlanmayı umuyordu. Rejimin bu konudaki kırmızı çizgileri aşılmış durumdaydı. TSK bu durumdan rahatsızdı. Başkanlık hedefini gerçekleştirmede ve AKP'nin oylarını artırmada artık barışın değil, kamu düzeni-istikrar vurgusu üzerinden gerilim ve savaşın etkili olacağı düşünüldü.

Erdoğan'ın HDP'yi PKK ile özdeşleştirerek baraj altına düşürme niyeti ön plandaydı. Asker de çok önceden PKK ve KCK'nın şehirlerdeki yapılanmasına müdahale edilmesini istiyordu. Nitekim tanklar, bombalar şehirlere yapılan operasyonlarda kullanıldı. Devlet, kadın, çocuk, yaşlı, merkezlerde yaşayan insanların ölümlerini göze aldı. PKK da devlete meydan okuyarak, sivil kayıpları göz ardı ederek, devlet şiddetinin örgüte yarar sağlayacağını hesap ederek, kentler içinde hendek ve barikatlar kurup herkesin kaybedeceği ve kadın, çocuk sivillerin de öleceği bir savaşı göze aldı.

PKK'nın güç gösterisiyle fiilen mevzi kazanma konusundaki basiretsizliği, devletin uzlaşma imkânından uzak durup hak taleplerini şiddetle bastırmak istemesindeki ısrarı halkın mağdur olmasına neden oldu. Operasyon yapılan şehirlerde hak ve özgürlükler askıya alındı, çatışmalarda halktan ölenler oldu. Bütün bu çatışmalarla birlikte insaniyetin yerle bir edildiği, onarılmaz travmalara neden olan insanlık dışı ve suç oluşturan eylemler gerçekleşti.

Bu insanlık dışı eylemlerden biri Şırnak'ta meydana geldi. HDP Şırnak milletvekili Leyla Birlik'in kayınbiraderi olan Hacı Lokman Birlik, özel harekât polisleri tarafından öldürüldü. Ardından Hacı Lokman'ın cesedi bir polis panzerinin arkasına bağlanarak hakaretlerle yerlerde sürüklendi. Cesedin polis aracının arkasına bağlanarak metrelerce sürüklendiğini gösteren fotoğraf önce @J_I_T_E_M adlı twitter hesabından paylaşıldı. Hesapta, "Ben askerime, polisime leş taşıtmam..." sözleri yayınlandı.

Bu korkunç olaydan sonra benzer bir iddia da Silvan'dan geldi. Sokağa çıkma yasağı ile birlikte 4 gün boyunca yoğun saldırıların yaşandığı Konak Mahallesi'nde yaşayan 17 yaşındaki Vedat Akcanım'ın bir evin çatısından atılarak öldürüldüğü, boynu panzere zincirlenmiş bir şekilde çıplak vücudunun hakaretler edilerek yerlerde sürüklendiği görgü tanıklarınca iddia edildi. Ancak fotoğraflanıp servis edilmediği için kamuoyu farkında olmadı.

Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova gibi yerleşim birimlerinde göç eden, evleri yıkılan, operasyonlar sırasında öldürülen, cesetleri aşağılanan ve gömülemeyen insanlara yönelik insanlık ihlallerinin boyutları önümüzdeki süreçte anlaşılabilecektir. Bunun yanı sıra asker ve polis ölümlerinin Batı'da yarattığı travma empati yapma imkânını zayıflattı. Kişi ve toplum psikolojisinde meydana gelen bu travmanın etkileri önümüzde ödenmesi gereken bir bedel olarak durmakta.

Devam edeceğim.