İslam dininin askeri fetihler yoluyla yayılması özellikle Hz. Ömer döneminde başladı, İran'ın fethedilmesiyle Orta Asya'ya ayak basıldı. Hz. Osman döneminde Tataristan, Nişabur, Azerbaycan, Belh gibi yerler alındı.

Emevi halifeleri olan Abdülmelik ve Süleyman dönemlerinde (8. yüzyıl başları) Buhara, Semerkant, Beykent, Fergana fethedildi. Böylece Maveraünnehir'in tamamı, Orta Asya'nın büyük bir bölümü işgal edilmiş oldu.

Yahudi, Kürt ve Acemlerin yaşadığı bölgelerde fazla dirençle karşılaşılmadı. İslam dini kabul gördü. Ancak İslam orduları Seyhun-Ceyhun nehirleri arasındaki bölgeye geldiklerinde başta Türkmenler olmak üzere burada yaşayan halkların ciddi direnişleriyle karşılaştılar. Buhara şehri birkaç defa el değiştirdi. Merkezi bir devleti olmayan Türkmenler küçük şehir devletlerini korumaya çalıştılar.

İslam dini bölgede yayılmadan önce Türkmenlerin yaygın yaşadığı yerlerde Gök-Tanrı dini, Şamanizm, Hinduizm gibi inançlar geçerliydi. Savaşlar ve göçler yoluyla yer değiştirmeler, farklı kültür ve inançlarla karşılaşmalara ve etkilenmelere neden oldu. İpek Yolu üzerinde bulunmanın yarattığı gelişme ve dinamizm de bunu hızlandırdı.

Böylece bölge halkı Şamanizm'in yanı sıra Budizm, Maniehizm, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi inançlarla karşılaşmıştı. Hazarların Museviliği, Uygurların Maniheizmi, Oğurların Ortodoks Hıristiyanlığı, Tabgaçların Budizmi kabul etmeleri bu etkilenmelerin bir sonucuydu.

Buhara, Semerkant, Taşkent gibi şehirlerde farklı inançlar ve mabetler bir arada var olabiliyordu. Bu çoğulculuk kuşkusuz karşılıklı etkileşimlere neden oluyordu. İşte bu değişimin ve etkileşimin yaşandığı bir sırada bölge halkı fetihçi, yayılmacı ve şiddet kullanan Emevilerin saldırısına uğradı.

Emevi orduları girdikleri şehirlerde, halktan inançlarını bırakmalarını istiyor, direnme halinde ise şiddet kullanarak katliam ve köleleştirme operasyonları yapıyorlardı. Direnç kırıldıktan sonra mabetler camilere çevriliyor, elde edilen ganimetler paylaşılıp vergiler konuyordu.

Emeviler, işgal ve fetihler yoluyla Arap ırkçılığını politikalarına temel yaptılar. Halifeliği de babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Ayrıca tefsir ve hadiste uydurmacılık başladı.

Emevilerin kan dökücü ve baskıcı yönetimi altında Müslümanlar arasında biri katlanıcı, boyun eğici Sufilik (tasavvuf akımı), diğeri akılcı-bilimci, başkaldırıcı Mutezilecilik olmak üzere başlıca iki akım ortaya çıktı.

Kimi Abbasi halifeleri de akıldışıcılığa karşı çıkan ve İslam'daki mantık ve felsefeyi öne çıkaran mutezile düşünce okulunu benimsediler. Mutezile akımı Abbasi halifesi Me'mun zamanında devlet görüşü halini aldı. Halife Mutasım (833-841) ve Vâsık (841-846) zamanında en parlak devrini yaşadı, fakat Halife Mütevekkil (846-861) döneminde, bu fikirlerin halka zorla kabul ettirilmeye başlanması nedeniyle çökmeye başladı.

Bölgede 9-11 yüzyıllar arasında bu gelişmeler olurken 9. yüzyılda daha sonraları Alevi teolojisinin temel unsurlarından birinin temelini atan Hallac-ı Mansur olayı yaşanacaktı. Hüseyin İbn. Mansur Hallac, 856'da Basra'nın Kuzeydoğusunda bulunan Beyza bölgesinde doğdu.

Babası ve büyükbabası Zerdüşt dinine bağlı olarak mazdeisttiler. Beyza, bölge olarak Abbasi Halifeliği'ne bağlıydı, ancak burada İran dili ve mazdeist kültür hâkimdi. Buna rağmen İranlılar, Türkler, Araplar ve Kürtlerin yaşadığı bölgede Müslümanlık egemendi. Hallac, tutucu Sünni-Hanbeli bir mahalde kozmopolit ortamın etkilerini de yaşayarak dinsel formasyonunu şekillendirirken, Şiilerle de ilişki kurdu.

Hallac Mansur'un "Ben Tanrı'yım" (En-el Hak) söylemi Alevilik'te önemli bir yansıma bulmuştur. Hallac, aslında kendisini Tanrılaştırmamakta, tam aksine kendini yok saymakta, kendini Tanrı'da yok etmektedir. (fena-filah)

Gerek Hıristiyan gerekse İslam âleminde bu söylem sapkınlık olarak değerlendirildi ve bu anlayışa sahip olanlar ağır cezalara uğratıldı. Doğu'da Mani, Yezidi, Zerdüşt, Budist inançlarda karşılaşılan bu anlayış (Vahdet-i Vücut) Anadolu'da bağdaştırıcı bir senteze ulaştı.

Aşkın bir Tanrı anlayışı yerine doğa ile Tanrı'nın bir olduğu inancından yola çıkan, insanı da evrenin bir parçası olarak Tanrısal bir bütünlük içinde kavrayan bu felsefi inanç tek tanrılı dinlerin teolojisinden farklıydı.

Hıristiyan dünyasında bu felsefenin etkileri Bogomiller'de görülür. Tanrı'nın kendisi olabilen, onunla daha özgür ilişki kurabilen, hatta itiraz edebilen insan anlayışı, insanı koşulsuz itaatle kul durumuna sokan statik İslam anlayışından farklı olup, bu farklılık Alevi teolojisinin temellerinden birini oluşturur.

Zaman içinde Alevilik'teki Dede-Talip ilişkisinin hiyerarşik bir konum kazanması, En-el Hak tekelinin dedeye geçmesi, el pençe divan durma, sürünerek el öpme gibi davranış biçimlerinin gelişmesi eleştirilmiştir.

Gazneli Mahmut'un l029'da Rey'i işgali ile Mutezile taraftarlar hezimete uğrarken, Sünnilik tam bir egemenlik kazandı. Abbasi Sünniliği'nin savunucusu olarak ortaya çıkan Gazneli Mahmut, Samanoğulları'nda görülen hoşgörünün tersine çok katı bir Sünni Müslüman tutum takınarak Rey şehrindeki Şii kitaplığını yıktırdı.

Bu süreç devam ederken de kuşkusuz halkın kültür ve inanç dünyasında önemli değişimler yaşandı. Artık 11. yüzyılda İslamiyet bölgede hâkimiyetini kurmuş ve büyük ölçüde Müslümanlığı kabul ettirmişti. Ancak bu süreç şiddet, katliam ve direniş şeklinde yaşandığından halkın bilinçaltında ciddi bir travma ve tepki de yarattı.

Nitekim bunun sonucu farklı unsurların olumlu kabul edilen, halkın değerleriyle örtüşen sentezleriyle bağdaştırmacı (senkretik) yeni ve özgün bir inanç sistemi oluşmaya başladı. Bu bağdaştırmacılıkta, İslamiyet'ten önce yaşanan din ve inanç sistemlerinin yanı sıra Melamiliğin de etkisi fazla oldu.

Melamiye hareketi, tasavvufi hayatı şekle ve dış görünüşe kurban etmek isteyen yetersiz sufilere karşı bir tepki olarak çıkmış gözüküyor. Abdülbaki Gölpınarlı'nın deyişiyle Melamilik, bir hal, yani durum. Melamiler'de bu nedenle zaviye, tekke, dergâh gibi tarikat mahalleri bulunmuyor.

Arapça "Levm" kökenli Melamiye, "azarlamak, serzenişte bulunmak, kınamak" anlamlarına geliyor. Tasavvuftaki karşılığı ise, yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, yaptığı kötülükleri de nefsiyle mücadele etmek için açığa çıkarmak.

Tarikatın doğuş ve yayılmasında, Arapların kendilerini diğer ırklardan üstün görmeleri, Emevilerin Arap olmayanlara "Melami Köleler" adını takmaları ve Abbasilerin de Hazreti Ali'yi kendilerine düşman saymaları neden olarak belirtilmekte.

Melamilik anlayışının Horasan'dan Bağdat'a, oradan da Suriye'ye geçmesi, bazı Türk tarikatlarının Melamilik'ten doğrudan etkilendiği iddiasına da neden oldu. Çünkü Melamilik, tüm bu bölgelerde Türklerin hâkim olduğu dönemlerde yayılma şansı buldu. Anadolu'ya XIII. yüzyıl sonunda geçen Melamiliğin en önemli iki grubu ise Kalenderiler ve Yeseviler olarak kabul ediliyor.

Melamilere göre tasavvuf ve tarikat yolu birtakım gösterişli merasimler, halktan kopuk bir imtiyazlı sınıf oluşturmakla gerçekleşmez. Melamilere göre kurallara boğulmuş zikir meclisleri, kıyafet ve törenlerle Allah'a ulaşmak mümkün değil.

Melamiliğe göre; Allah'a ulaşmak, ancak Hakk'a bağlanmak, cemiyet içinde yaşayarak halka hizmet etmek, tevazu ve aşkla gerçekleşir. Bunun için tekke ve zaviye gibi özel yer ve kıyafetlerin gerekli olmadığına, çünkü bunlarda riya tehlikesi olduğuna inanılır.

Melamiler, Hak'la halk arasındaki tasavvufi bağın da gereğini yapmak için halktan ayrılmayı, halkla aralarına bir mesafe koymayı kabul etmediler. Onlar halkın içinde, halkın yaşadığı şartlarda yaşamayı önemsediler. Halkın emeğiyle kazandığı gibi çalışarak gelir elde etmek ve o şartlarda yaşamak Melamiliğin esaslarını oluşturdu. Melamilikte şeyh, derviş, hoca gibi sıfatlar kabul görmedi.

 

Yararlanılan kaynaklar

Abdülkadir Gölpınarlı, Melamilik ve Melamiler, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2013

Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1997

Abdülkadir Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Derin Yayınları, İstanbul, 2011

Adel Allauche, Osmanlı - Safevi İlişkileri – Kökenleri ve Gelişimi, Anka Yayınları, İstanbul, 2001

Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2011

Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007

Anton J. Dierl, Anadolu Aleviliği, Ant Yayınları, İstanbul, 1991

Baki Öz, Alevilik Nedir, Der Yayınları, İstanbul, 2000

Cemil Paslı, Türk Aleviliği, Gündönümü Yayınları, İstanbul, 2006

Claude Cahen, Türkler Nasıl Müslüman Oldular, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2007

Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman Olduk, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2008