"Delil ve suç icat ederek adaletsizliğe yol açan araçsallaştırılmış bir mekanizmanın yargı yetkisini kullanması meşru kabul edilemez."

 

Öncelikle şu tespiti yapmalıyım. Türkiye bugüne kadar, şairini, yazarını, gazetecisini, az sayıdaki entelektüelini ya öldürtmüş, ya hapse atmış, ya sürgün hayatına zorlamış, ya da görmezden gelerek sükût suikastına uğratmış, kendi beynini dağıtarak öncü gücünü yok etmiştir.

Cumhuriyet rejiminin demokratikleşememesi, hukuka bağlı bir zihniyeti ve pratiği ortaya koyamaması, "kanun önünde eşitlik" ilkesinin kâğıt üzerinde kalmasına, ayrımcılığa, masumların, mağdurların, mazlumların hak ve hukukunun çiğnenmesine neden olmuş durumda.

Devlet iktidarı, toplum tarafından kendisine tanınan "hukuk kuralları içinde zor kullanma" yetkisini, hukukun dışına çıkarak çıplak şiddet olarak kullanıyor ve demokratik hukuk devletinin en önemli unsuru olan adil yargılanma hakkını yok ediyorsa, artık orada medeniyet kaybını gösteren bir despotik devlet vandalizmi sözkonusudur.

Otoriter tek adam rejimlerinin ortak vasfı her zaman farklı toplum kesimlerini birbirlerine düşman etme üzerinden iktidarlarını devam ettirmek olmuştur.

Hukukla bağını kesmiş keyfi tek adam rejimini destekleyen Cumhur İttifakı, Osmanlı-Türk devlet geleneği doğrultusunda kadim sorunlarını toplumun belli kesimlerini birbirlerine düşürerek, ötekileştirme ve çatıştırma siyasetiyle çözülemez hale getirdi. Hedef aldığı kesimleri inkâr, imha ve baskıya dayalı uygulamalarla bezdirerek toplumsal travmaları zor onarılır noktalara taşıdı.

İktidar cephesi, muhalif kesimleri, itiraz edenleri, eleştirel düşünenleri tevarüs ettiği kadim devlet geleneğiyle, siyasi suç ve delil icat edip yargıyı ve hukuku araçsallaştırarak tutuklatmakta ve adil yargılanma hakkından mahrum etmekte.

Muhalif siyasetçileri, seçilmiş belediye başkanlarını suç ve delil icat ederek kriminalize etmek, yerel yönetimlere iktidar gaspı oluşturur şekilde kayyım atamak milli iradeyi gayrimeşru olarak kullanmak anlamına gelmekte. Muhalefet partilerinin milletvekilleri ve parti görevlileri, eleştiri hakkını kullanan gazeteci, yazar, sanatçı, akademisyen, işadamları "suçta ve cezada kanunilik", "kanun önünde eşitlik" ve "masumiyet karinesi" ilkelerine aykırı bir şekilde yargısal süreçlere tabi tutulmakta.

Anayasal düzenlemelere rağmen iktidar Anayasa Mahkemesi kararlarına uymadığı gibi AİHM kararlarına da uymamakta.

AİHM, 10 Aralık 2019 tarihli kararıyla Osman Kavala'nın tutukluluğunun keyfi olduğunu ve siyasi saiklere dayandığını tespit etmiş ve bu nedenle Osman Kavala'nın derhal salıverilmesi gerektiğine hükmetmişti. Osman Kavala'nın bu karar gereği serbest bırakılmaması sebebi ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye hakkında 'ihlal prosedürü' başlatmıştı.

AİHM Büyük Daire 11 Temmuz 2022 tarihli ihlal prosedürü kararında AİHS'in 18. maddesiyle bağlantılı olarak 5. maddesinin ihlal edildiğinin tespit edilmiş olmasının, Gezi Parkı olayları ve darbe girişimiyle ilgili suç isnatlarına dayanan her türlü işlemi geçersiz kılacağına hükmetmişti.

Ancak Türk mahkemeleri bu kararların hukuken bağlayıcı olduğunu göz ardı etti ve 2022 yılında Osman Kavala, hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan mahkûm edilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Osman Kavala'nın derhal salıverilmesini gerektiren 2019 ve 2022 tarihli kararların icrasını denetlemeye devam etmekte. Türkiye hukuken bağlayıcı olan bu kararlara uymakla yükümlü.

Osman Kavala, 18 Ocak 2024 tarihinde AİHM’e ikinci başvurusunda AİHM’in 2019 yılında verdiği ihlal kararından beri devam eden ve yeni hak ihlallerini dile getirmekte:

Osman Kavala’nın 10 Aralık 2019 tarihinden bugüne kadar süren tutukluluğu bir bütün olarak hukuka aykırıdır (AİHS’in 5. maddesi);

Yerel mahkemeler Osman Kavala’nın tutukluluğunun hukukiliğini süratle denetlememişlerdir (AİHS’im 5(4). maddesi);

Osman Kavala’nın adil yargılanma hakkı ağır bir şekilde ihlal edilmiştir (AİHS’in 6(1), 6(2) ve 6(3)(d) maddeleri);

Osman Kavala’nın Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi (Hükümeti devirmeye teşebbüs etmek) uyarınca mahkûm edilmesi öngörülebilirlik şartına uygun değildir (AİHS’in 7. maddesi);

Osman Kavala’nın tutuklanması, kovuşturulması ve hapis cezasına çarptırılması kendisinin bir insan hakları savunucusu olarak susturulması ve cezalandırılması amacını taşımaktadır ve ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü haklarını ağır bir biçimde sınırlandırmaktadır (AİHS’in 10 ve 11. maddeleri);

Osman Kavala siyasi bir amaçla tutuklanmış, mahkûm edilmiş ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu siyasi amaç, onu susturmak ve cezalandırmaktır (AİHS’in 18. madde ile beraber 5, 6, 7, 10, 11. maddeleri);

Masum bir insanın aşırı derecede uzun, keyfi, siyasi saiklere dayalı ve hukuka aykırı bir şekilde tutuklanması ve hakkında verilen müebbet hapis cezasının gözden geçirilme imkânının bulunmaması AİHS’in 3. maddesini ihlal etmektedir.

Cumhur İttifakı'nın çıkarmış olduğu özel af niteliğindeki kanunla şahıslara karşı adli suç işleyenler tahliye oldu. Ancak siyasal suç işlediği iddia olunan çoğu tutuklu gazeteci, akademisyen, bürokrat, politikacı ölüm riski altında kaderlerine terk edildi.

Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gülten Kışanak AİHM'in hak ihlali kararlarına rağmen cezaevlerinde alıkonulmakta.

Yıllardır süren Gezi Davası da AİHM'in kararını ihlal eder şekilde hukuksuz ve insan hakları bakımından vahim sonuçlar yaratan bir karara bağlandı.

Osman Kavala, "hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçlamasıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapisle cezalandırılırken, aynı davada yargılanan mimar Mücella Yapıcı, şehir plancısı Tayfun Kahraman, avukat Can Atalay, belgesel film yönetmeni Mine Özerden, film yapımcısı Çiğdem Mater, yükseköğretim direktörü Hakan Altınay ve üniversite kurucu üyesi Yiğit Ekmekçi "hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmek" suçlamasıyla 18'er yıl hapis cezasına mahkûm edildi.

Savcılık, sanıklara isnat edilen suçlamaları destekleyecek hiçbir kanıt sunmadı. 7 Haziran 2022'de mahkeme heyeti, oyçokluğu ile verilen karara ilişkin ikna edici hiçbir gerekçe gösteremedi.

Yargılanan kişilerin tamamının 2020'de delil yetersizliği nedeniyle beraat etmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın beraat kararlarını kamuoyunda eleştirmesinin ardından ilk davaya bakan üç hakim hakkında Hakim ve Savcılar Kurulu'nda derhal bir disiplin soruşturması başlatılması da yargılama sürecinin iktidarın baskısıyla hukuken sakatlandığını göstermekte.

Kobanî soruşturması kapsamında 1 Kasım 2023’te tutuklanan HDP eski milletvekili Hüda Kaya Silivri'deki Marmara Cezaevi'nde tek kişilik bir hücrede tutuluyor. Hüda Kaya hukuksuz, adaletsiz, keyfi rejime karşı cesaretle, her bireyin en doğal hakkı olan eleştiri hakkını kullanarak itiraz eden dindar bir kadın siyasetçi. Hüda Kaya, tutukluluk öncesi haftalarca ifade vermek isteyip bir türlü savcıya ulaşamadığı halde kaçma şüphesiyle tutuklandı. Altı aydır iddianamesi yazılmamış durumda.

Türkiye'de yaşanan hukuka aykırı uygulamalar ve hak ihlalleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından önemli kararlara yol açtı. Aralık 2023 sonu itibariyle 1605 kişiyi etkileyen 44 ihlal kararı verildi ve 7.305.171 Avro (130.399.775 TL) tazminat ödendi.

AİHM'in yıllık raporuna göre; Türkiye 23 bin 400 bekleyen davayla 2023’te en yüksek başvuru sayısına sahip ülke oldu. Türkiye’yi 12 bin 450 davayla Rusya takip etti. Türkiye'den gelen başvurularda toplam 78 kararın en az 72'sinde hak ihlali tespit edildi.

Siyasete tabi olan bir hukuk, meşrulaştırıcı gücünü kaybeder. Hak ve adalet yokluğunun yarattığı tahribatın nedeni olan iktidarın bu yoldan ivedilikle dönmesi gerekmekte. "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun." (William Watson)