Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 15 Ekim 1985'te üye ülkelerin imzasına açıldı. Şartın amacı, genel olarak, Avrupa'da yerel halka günlük yaşamda etkili olan kararların alınmasında katılım fırsatları vermek ve yerel halka daha yakın olan yerel yönetimlere daha iyi bir yerel yönetim örgütlenmesi sağlamaktı.
Bu Şartla, yerel yönetimlerin mali, idari ve siyasi bağımsızlığı garanti altına alındı, temel ilkelerin uygulanması sorumluluğundan hareketle insan haklarını korumak ve Avrupa'nın demokratik duyarlılığını artırmak hedefi gözetildi. Yerel yönetimlerin kendisini yönetmesinin ölçüsü gerçek demokrasinin de göstergesi olarak dikkate alınmakta.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel yönetimlerin dayanağının, kapsam ve sınırlarının anayasal bir düzenlemeye ihtiyaç gösterdiğini, yerel yönetimlerin özerkliklerine uygun idari örgütlenme ve personel gerekliliğini, mali kaynakların özerkliğe zarar vermeyecek yeterliliğe sahip olması zorunluluğunu belirtmekte.
Şart ayrıca yerel yönetimlerin sınır ve sınır ötesi işbirliği, birlik oluşturma ve yargı merciine başvurma haklarını düzenlemekte.
Şart; Avrupa'nın yapılanmasında yerel yönetimlerin demokrasiye olan hayati önemde etkisini ön plana aldığından, etkin yönetim ve yerelin gücü bu yapılanmada önemli rol oynamakta. Demokratik olarak oluşturulmuş ve geniş çaplı özerkliğe sahip yerel yönetimler katılımcı ve çoğulcu demokrasinin temeli olarak kabul edilmekte.
Özerklikten anlaşılması gereken, bölgenin parçası oldukları devlete, devletin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne sadakatin dışlanmadığı, bölgesel kalkınma, kültürel zenginlik ve hizmetin etkinliği için uygun bir dikey güçler ayrılığı modeli olduğudur.
1985 yılından itibaren üye ülkelerin imzasına sunulan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, günümüzde Avrupa Konseyi'ne üye olan 47 ülkenin tamamı tarafından imzalanmış ve onaylanmıştır. Türkiye, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı 21 Kasım 1988 tarihinde bazı maddelere çekince koyarak imzalamıştır.
"Yerel yönetimin çalışmalarına katılma hakkının sağlanması ve korunması" ve "katılma hakkını sağlayan göstergeler ve izlenebilirlik" konularında düzenlenen ek protokol ise Türkiye tarafından imzalanmamıştır.
Türkiye'nin çekince koyduğu maddeler katılımcı anlamda bir özerklik modelinin uygulanmasını imkânsız hale getirmiş, Türkiye her zamanki gibi "mış gibi" yaparak Şartı imzalamış gözükmüştür.
Türkiye, "Planlama ve karar alma aşamalarında danışılması" (m. 4/6), "Yerel makamların iç örgütlenmelerini kararlaştırmaları" (m. 6/1), "Yerel kişilerin suçlarının belirlenmesi" ( m. 7/3), "Yerel makamlara sağlanan kaynaklara müdahale imkânı" (m. 9/4), "Kaynak tahsislerinin yerel yönetimlere danışılması" (m. 9/6 ), "Hibeler konusunda yerel yönetimlere danışılması" (m. 9/7 ), "Uluslararası birliklere katılma hakkı" (m. 10/2), "Başka devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği" (m. 10/3), "Özerk yönetimin yargı yoluna başvurması" (m. 11) düzenlemelerine çekince koymuştur.
Bir ülkede özerk bölgeler bulunması o ülkeyi üniter devlet olmaktan çıkarmaz. Yeter ki yetki devrini merkezdeki meclis özgür iradesiyle yapsın. Amaç demokrasiyi yerele yaymak ve katılımcı ve çoğulcu bir demokrasiyi yerleştirmek, barışı tesis etmektir. Oysa katı merkeziyetçilikte ısrar, siyasi istikrarsızlığa ve gerçek bir bölünmeye götürür ve demokrasiden uzaklaşılarak despotizme kayılmasına neden olur.
Yazılarımda belirttiğim modelleri, ülke deneyimlerini, tarihsel süreci, ülke coğrafyasının özelliklerini, bölge ekonomilerini göz önüne alarak ülke coğrafyasında yaşayan tüm insanların barış ve huzurunu sağlayacak bir modeli yaratmak kaçınılmaz.
Kürtlerin hak temelli taleplerinin demokratik yaklaşımlarla karşılanması merkezin bölgelere yetki devrini gerektirmekte. Mesele tüm ülkede yetki devrini, yani yeni bir sentezi gerektirdiğinden geniş bir toplumsal katılımla yeni bir anayasa yapmadan Türkiye'nin barışa ve huzura kavuşması imkânsız.
Demokratik, katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne bağlı bir felsefeye dayanması gereken bu anayasa erkler arası ilişkileri yeniden düzenlerken, bölgesel özerklikleri hangi anlamda tanıyacağını, yetkilerin merkezle bölgeler arasında nasıl paylaşılacağını da göstermeli.
Belediyeler ile merkez arasındaki boşluğu yetkili bölgeler dolduracak, yerelde demokrasi bölgelerde bireyin inşasını kolaylaştıracaktır. Avrupa, bu nedenle Bölgeler Avrupası olarak adlandırılır. Türkiye merkezde topladığı yetkiler ve rant dağıtma tekeli nedeniyle demokrasiye evrilememekte, giderek otoriterleşmekte.
Ayrıca bugüne kadar 24 ülke tarafından imzalanan Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı'nı Türkiye imzalamamıştır. Bu Şart anadille yaşamanın tüm boyutlarını ortaya koymakta. Anadille eğitim, anadille mahkemede savunma, anadille idareye başvuru yapma, anadille kültür ve sanat üretme, anadille ekonomik faaliyette bulunma. Bunun anlamı ikinci bir resmi dilin bölgesel olarak tanınmasıdır.
Bölgesel özerklik ve bölgede anadille yaşamak iç içe geçmiş ve birbirinden ayrılmaz iki kavrama işaret etmekte.
Türkiye, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na koyduğu çekinceleri kaldırıp, ek protokolü de imzalayıp onaylayarak, Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı'nı da imzalayıp onaylayarak uzlaşı ve barışın yolunu açmalı, Anayasa ve kanunlarını bu bağlamda inşa etmelidir.
Özetle, Türkiye, demokratikleşme meselesini yeni bir anayasa inşası süreci içinde çözebilme başarısını gösterir ve üniter devlet içinde bölgesel devleti yaratabilirse, bölünme korkusundan kurtularak siyasi birliğini güçlendirir ve tekçi anlayıştan çoklu anlayışa, otoriter bir rejimden demokrasiye, itaatkâr kuldan bireye geçebilir.