Musul'un terki, Ortadoğu'da İngilizlerin öncülüğünde yeni kurumlaşmalara gidilmesi, içerde şiddetli bir muhalefetin doğmasına neden olmuştu. Ülke topraklarının önemli bir bölümünde var olan ağa-bey hâkimiyetini kıracak reformlar yapılmıyor, egemen sınıflar CHP'de toplanıyordu. Bu nedenle laiklik, baskıcı rejimin çağdaşlık görüntüsünün bir aracına dönüşüyordu.
Kontrollü olarak yol verilen Şeyh Sait İsyanı, Takrir-i Sükûn rejiminin yöneticilerine tüm siyasi sorunları baskılayacak imkânı sağladı. Rejimin siyasi, ekonomik ve askeri krizler ürettiği durumlarda bu krizleri ertelemenin yolu, kontrollü "Kürt sorunu" yaratılmaktan geçecekti.
Bu yaklaşım, rejimin siyasi genetiğine yazılmış oluyordu. Nitekim bugün rejimin dibe vurma krizi, Kürtler üzerinden görünmez kılınmaya çalışılmakta.
Rejimin 1925 İsyanı'ndan sonra karşılaşacağı, Üçüncü Umum Müfettişliği'nin de kurulmasına sebep olacak olan Ağrı İsyanı üzerinde, taşıdığı bazı özgün niteliklerden dolayı durmak gerekir.
Ağrı (Agıri - ateş fışkırtan) İsyanı, 16 Mayıs 1926'da Biroye Hesike Teli'nin öncülüğünde başladı. Bu isyan, Kürt tarihinde modern bir siyasi örgütlenmenin öncülüğünde yürütülmüş ilk silahlı mücadeleydi. Bu farklılığın temelinde, Kürt ulusal birliğine dayanan, bağımsız bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan Xoybun (Hoybun) örgütünün varlığı bulunmaktaydı.
1927 yılı Ekim ayında Beyrut'ta Hoybun'un kuruluşu açıklandı. Emir Celadet Bedirhan, birliğin başkanı oldu. Hoybun'un milliyetçi Ermeni partisi Daşnak ile işbirliğine geçmesi Sovyet Rusya'nın tepkisini çekti.
Örgütün ideolojisi gereği, ilk defa bir Kürt örgütü, Kürdistan'ı işgalcilerden kurtarıp milli bir devlet kuracağını tüzüğüne yazıyor ve dünyaya açıklıyordu. Siyaset silahı yönlendirmiş oluyordu. Bu başkaldırıda ağa, eşraf, şeyh ve seyitler geri planda kalırken, ilk defa eğitimli, donanımlı asker ve sivil aydınlar daha etkin yer alıyordu.
Gene ilk defa ciddi bir askeri eğitimden geçmiş, askeri hiyerarşiye sahip, üniformalı bir Kürt ordusu kurulmuştu. Askerlerin sipersiz şapkalarının önünde, Büyük ve Küçük Ağrı'nın kabartma resimlerini taşıyan metalden bir arma bulunuyordu. Üniforma, arma ve rütbeler Ağrı'ya gelen Ermeni ustalar tarafından yapılıyordu.
İhsan Nuri Paşa, Kürt ordusunda genelkurmay başkanı olarak görevlendirildi. Daşnak üyesi Baron Vahan, askeri konularda danışmanlık yapıyordu. Ağrı Savaş Konseyi isimli sivil örgüt, savaşla ilgili konularda karar alıyordu. Bu Konsey aynı zamanda bir parlamento ve temyiz mercii olarak da çalışıyordu.
Kürtler ilk defa gerilla tarzında savaşıyorlardı. Savaş olmadığı dönemlerde askerler köylerine dönüyor, üretime katılıyorlardı. Halk ile askerler iç içe yaşıyorlardı. Bu başkaldırıya kadınlar da etkin bir biçimde katılıyorlardı. Yine ilk defa Ağrı'da özgürlük ve bağımsızlığın simgesi olarak bir bayrak kullanılmış, bu bayrak askeri karargâhın bulunduğu Yeşiltepe'ye dikilmişti.
Kürt hükümetinin etkisi altına girmiş yerlerde örgüt, sivil hayatta da örgütlenilmesi emrini vermişti. Bunun üzerine Ağrı Savaş Konseyi, egemenlik altına alınan yerlere vali, kaymakam, nahiye müdürü atamaları yapmaya başladı. Yine Kürtlerin direniş tarihinde ilk defa Ağrı'da kurulan bir mahkemede yargılama faaliyeti yürütülüyordu. Halktan alınan vergileri ve harcamaları gösteren bilançoları tutmak üzere bir mali büro oluşturulmuştu.
1926 ve 1927 yıllarında gerçekleşen çatışmalarda netice alamayan devlet afla direnişi kırmak istedi. Teslim olan hiç kimseye ceza verilmeyecek, iş, toprak ve mevki sağlanacaktı. Devletin 9 Mayıs 1928'de çıkardığı genel affa Hoybun çok sert tepki gösterdi ve halka affın devletin geçmişte de uyguladığı bir tuzak olduğunu belirtir 23 sayfalık bir broşür dağıttı.
Ağrı savaşlarının yaşandığı süreçte devlet ile Hoybun arasında propaganda alanında sıkı bir mücadele yaşandı. 1927 yılında çıkarılan sürgün kanunuyla sıkıyönetim bölgesinden ve Bayazıt vilayetinden 1400 kadar fert ve aileleri ve 80 adet isyankâr aile ve bölgeler içindeki ağır ceza hükümlüleri batı illerine sürgün edildi.
Türkiye, ilk defa bir Kürt siyasi örgütünün emrinde savaşan ve düzenli bir orduya sahip olan, bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen bir isyanla karşı karşıya kalmıştı. Devleti yönetenler, isyanın yaygınlaşmasından ve ülkenin bölünmesinden endişe duymaya başlamışlardı.
28 Aralık 1929 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısına Mustafa Kemal başkanlık etti. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ve Kürdistan Genel Müfettişi İbrahim Tali Öngören'in katıldığı toplantıda 1930 yılında genel bir saldırının yapılması karara bağlandı.
Bununla birlikte kurulan diplomatik ilişkiler sonucu İran ve Sovyetler Birliği ile anlaşıldı ve ortak bir cephe oluşturuldu. Sovyetler isyanın arkasında İngiliz emperyalizmini görürken, ilk kez "Demirperde" kavramını Ağrı Kürt İsyanı için kullandılar. Üç devlet 14 Temmuz 1930'da İstanbul'da yaptıkları toplantıda "Kürt gerici isyanları" olarak niteledikleri başkaldırıya karşı ortak hareket etme kararı aldılar.
Ayrıca Suriye ve Irak da ortaklığa katılmaya ikna edildi. Kürdistan genelinde seferberlik ilan edildi, 60.000 asker (7. ve 9. Kolordu) alarma geçirildi, 80 keşif ve bombardıman uçağı hazır hale getirilerek 2 Temmuz 1930'da büyük bir saldırı başlatıldı.
Cumhuriyet gazetesi özel muhabiri Yusuf Mazhar'ın aktardığına göre, bölgedeki bütün köyler yakılırken, 15.000 kadar kişi Zilan Deresi'nde öldürüldü. Sağ kalanların bir kısmı ise İran'a kaçıp katliamdan kurtulmayı başardılar.
Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı, "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur" şeklinde duyurdu.
Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı'na ait raporlarda, Erciş ve Zilan yakınındaki Türk başarısının az sayıda silahlı adam ve büyük çoğunluğu oluşturan savaşçı olmayanlara karşı kazanıldığını aktarılmakta.
Dönemin başbakanı İsmet İnönü, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet gazetesine şu demeci veriyordu: "Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Aslı astarı olmayan propagandalara kanmış, aldanmış, neticede yollarını şaşırmış Doğu Türkleridir."
Katliamın ardından bölge halkının tüm mallarına el konuldu.
14 Eylül 1930'da Kürt ordusunun dağıtılması üzerine Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı'na gönderdiği telgrafta genel asayişi ve milli birliği bozan şaki ve asileri imha edenleri tebrik etti. Başkaldırıyla ilgili olarak 700 kişi yargılandı, 31 kişi idam edildi, çoğu kişi değişik cezalara mahkûm edildi.
Ağrı İsyanı'nın bastırılmasından sonra, yönetime hâkim olan zihniyet bölgede iyice yerleşmek için, ideolojik bir atağa kalkacaktır. 26 Eylül 1932'de Bekir-Diyarı'nda, Mustafa Kemal verdiği nutukta, bu diyarın Oğuz Türkü'nün has kaynağı olduğunu belirterek, hepimizi bu yüce kaynağın çocukları olarak niteledikten sonra şunları söyler: "Buraya konduğumuzdan beri ne olduğumuzu anlatmaya çalıştık ve anlatıp duruyoruz ki; Türk eli büyüktür ve yeryüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk'tür ve her yanı aydınlatan Türk'ün yüzüdür."
Mustafa Kemal'in Diyarbakır'da sarf ettiği bu sözler, ulusdevlet inşasına yönelik olarak kurulan Cumhuriyet'in Türk kimliğinden hareketle, tek millet, tek dil, tek kültür yaratma hedefine her türlü yolu kullanarak kilitlendiğinin açık tezahürüdür. Fakat bu ideolojik saldırı, Kürtler arasındaki huzursuzlukları artırmaktan başka bir şeye yaramamıştır ve Ankara sürekli tetikte beklemektedir.
KAYNAKÇA
Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları, Evrensel Basım Yayım, İstanbul, 2003
Ayşe Hür, "Osmanlı'dan Bugüne Kürtler ve Devlet - Kürt milliyetçiliğinin 'geç' doğumu", Taraf gazetesi, İstanbul, 19.10.2008 - 25.10.2008
Christopher Houston, "Islam, Kurdsandthe Turkish nation state", 2003
İhsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı İsyanı, Med Yayınları, İstanbul, 1996
Rohat Alakom, Hoybun Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998
Tuğba Yıldırım (Derleyen), Kürt Sorunu ve Devlet, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011
Yılmaz Çamlıbel, Agıri Sahipsiz Değildir, Deng Yayınları, Diyarbakır, 2007