Çoğulcu, katılımcı demokrasi, hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, ekonomi ve dış politika konularında gerileyerek ülkeyi çöküşe götüren ve bu çöküşü örtmek için giderek otoriterleşen (son sansür yasası) Cumhur İttifakı'na karşı yeniden inşayı ortaya koyan ciddi bir iktidar seçeneğinin bulunmayışı rejimin demokrasiyi tepelemesine neden olmakta.
Merkezde CHP'nin devletçi tekçi ideolojiyi koruma işlevini AKP-MHP-BBP ittifakına kaptırması bir süredir Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP'yi ikilem içine sokarak bocalatmakta.
Kendini sosyal demokrat bir parti olarak niteleyen CHP'nin solun en geniş yelpazede yer aldığı ve ana gövdesini HDP'nin oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı yerine, rejim içinde kendini tekçi-milliyetçi bir yerde konumlandırmış, MHP'nin yerini alma eğiliminde olan İYİ Parti ile Millet İttifakı içinde durması, yeni bir inşa sürecinin başlatılması önünde en büyük engel.
Üstelik altılı masada yer alan Millet İttifakı dışındaki diğer dört parti ile yeni bir inşanın gerçekleştirilmesi konusunda ortak bir irade oluşturmak zor gözükmekte. Ancak liberal bir çizgide duran DEVA Partisi'nin yeni bir inşaya katkı sunması daha ihtimal dahilinde.
Altılı masada yer alan partilerin rejimi reforma tabi tutarak ilerlemek istedikleri, devletin yeniden tanımlanması, tekçi ideolojiden vazgeçilip çoğulculuğa geçilmesi, kolonyal idari vesayet rejimini terk edip merkezdeki yetkilerin yerelle paylaşılması gibi konularda istekli ve cesur olmadıkları anlaşılmakta.
Bu önemli konuların "Emek ve Özgürlük İttifakı"nın gündeminde olduğu açıkladıkları deklarasyondan anlaşılmakta. Millet İttifakı'nın ise sözkonusu ittifakla yeni bir demokrasi inşası şemsiyesi altında buluşması bir yana, ittifakların müzakere-uzlaşı-işbirliği için iletişime girmeleri de mümkün gözükmemekte.
Meral Akşener'in Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığına karşı gösterdiği direnç seçimi kazanma ihtimalinin düşük olmasından çok, HDP ile işbirliği yaparak onu meşrulaştırması eğiliminde olmasından kaynaklanıyor gibi. Çünkü anket sonuçlarından anlaşıldığı gibi altılı masa ile HDP ve bileşenlerinin kabul edebileceği bir ismin seçilmesi mümkün.
Meral Akşener'in Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu isimleri üzerindeki ısrarı bu iki ismin HDP ile yeni bir inşadan çok, rejimin izin vereceği reformlarla yürüyeceklerine ilişkin kanaati olmalı. Bu kanaatin oluşmasında rejimin sahiplerinin etkili olduğu düşünülebilir.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu, partisi içindeki ulusalcı kanat ile İYİ parti arasında sıkıştırılmış durumda. Mesele Kılıçdaroğlu'nun mezhebi ya da etnik kimliği değil, CHP'yi rejimin kırmızı çizgilerinin dışına çekmek isteği.
Rejim, etnik kimliği ya da mezhebi ne olursa olsun yurttaşların devlette her makama gelebildikleriyle övünmekte. Kuşkusuz kişi asimilasyonu kabul edip kendi kimliğini inkâr ettiği sürece. Bunun en somut örneği ise Şerafettin Elçi.
Şerafettin Elçi, 1978–1979 yılları arasında, Bülent Ecevit'in kurduğu hükümette Bayındırlık Bakanı olarak görev yaptı. 12 Eylül Darbesi'nden sonra tutuklandı. Bakan bulunduğu dönemde "Türkiye'de Kürtler var, ben de Kürdüm" şeklindeki açıklamalarından dolayı, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nce 2 yıl 3 ay cezaya çarptırıldı. Yine bakanlığı döneminde, "bazı Kürtleri işe aldı" diye Yüce Divan'da yargılandı ve 2 yıl 4 aya mahkûm oldu. Bu cezalardan dolayı, otuz ayı aşkın bir süre cezaevinde kaldı. Bu cezaların bir sonucu olarak, 10 yıl kadar siyasi haklardan mahrum bırakıldı ve avukatlık mesleğini yapmaktan alıkonuldu.
Rejimin köhnemiş zihniyeti ve bu zihniyete uygun olarak oluşturulmuş ötekileştirici ve yıkıcı dil, siyaset kültürünü de sakatlamış durumda. Kuşkusuz sadece siyaset dilini değil, medya, akademi ve bürokrasi alanını da.
Eğer bu zihniyetle sakatlanmış partilerle "Emek ve Özgürlük İttifakı" dışlanarak rejimin izin verdiği reform hamleleriyle bir restorasyon düşünülüyor ve bunun güvencesi olacak bir cumhurbaşkanı aranıyorsa, ülkede bir şey değişmeyecek demektir. Kaldı ki Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilse dahi yeni bir inşaya öncülük edemeyecek hale getirilmesi ihtimali de bulunmakta.
CHP'nin artık, ayrı bir ittifak içinde olan HDP ve bileşenleriyle müzakere-uzlaşı-işbirliği ekseninde ilişkiye geçmesi ve MHP ile aynı çizgide buluşan, HDP ile aynı masada olmayacağını ilan eden İYİ Parti dışında kalan dört partiyi de bu ilişkiye davet etmesi en rasyonel yoldur.
Meral Akşener'in bu noktadan sonra Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklemesi düşünülemez. Bu siyasi bir intihar olur. Ayrıca Akşener'in aday olmasını istediği kişilerin HDP'nin desteği olmadan seçilme şansları bulunmamakta. Bu isimlerde ısrar, seçimi kazanma şansını düşürmek olur. HDP saplantısı rasyonel düşünmeyi engelleyecek derecede.
Türkiye ciddi bir yol ayrımına gelmiş durumda. Rejim köhnemiş zihniyeti ve içi boşaltılmış kurumlarıyla dibe vurmuşken, toplumsal ve siyasi barış tehlikeye girmişken yapılacak şey, geniş bir uzlaşı temelinde anayasal demokrasiyi yeniden inşa etmektir.
Toplumun ihtiyacı olan bu değişim, buna soyunacak kadroların devlet ideolojisini terk etmesi, merkezdeki güçlerle işbirliğine son vermesi ve bir değişim programıyla halkın içine karışması ve onlar için siyaset yaptığına ve onların geleceği için çözüm ürettiğine halkı inandırması çabasını zorunlu hale getirmekte.
Yoksulluk, işsizlik, iş kayıpları, çocuk işgücünün sömürülmesi, gelir dağılımının bozukluğu, savaş ve ülke işgalleri, terör, insan hakları ihlalleri orta yerde.
Değişimi öngören programda insanları mutlu ve üretken kılacak bir büyümeye nasıl geçileceği, çalışma koşullarında, iş güvencesinde, insan haklarında ortak standartların nasıl sağlanacağı sorularının cevaplarının açıklığa kavuşturulması gerekli.
Bu program silahlanmaya, silahların üretilmesine, savaşa, ülke işgallerine, askeri güce, teknolojinin insanlığın yararı dışındaki alanlarda kullanılmasına, insan emeğinin sömürülmesine, insan hakları ihlallerine karşı bir yapılanmayı öngörmeli. "Doğayı tüm canlılarıyla ve insanla birlikte temel alan bir Türkiye ve dünya bilinci" ile sisteme boyun eğmemenin enerjisi aşılanmalı.
Halkın büyük bir bölümünün işsizlik sorunu, çalışanların emeğinin karşılığını alamaması nedeniyle geçinememe sorunu, gelecekten endişe ettirecek derecede güvencesizlik sorunu, sağlık ve barınma sorunu, eğitimde fırsat eşitsizliği sorunu, insan haklarını ve özellikle adil yargılanma hakkını kullanabilme sorunu, sonuç olarak bir sosyal hukuk devletine sahip olma sorunu bulunmakta.
Diğer bir deyişle, insanımızın bu coğrafyada insanca, emeğinin karşılığını alarak, güvenceli, hakkının ve hukukunun korunacağına inanarak yaşama gereksinmesi içinde olduğu açık.
Bu programda halkın tümü, ama özellikle farklılığı nedeniyle örselenmiş ve hırpalanmış Kürt halkı için barışı, hukuk güvenliği içinde insanca yaşamayı sağlayacak somut çözümler gösterilmeli. Kimlik arayışlarının "aynılıklar ve benzeşmeler" üzerine değil, "farklılıklar içinde bütünleşme" üzerine kurulması önemli. Kürt halkına yurttaş olmaları dışında alt kimliklerinin ve kültürlerinin korunup geliştirilmesi koşullarının nasıl sağlanacağı açıklanmalı.
Bölge insanının yurttaş olduğunu hissetmesinin getirdiği güven ve huzur duygusu dışında kendi alt kimliğini yaşayıp geliştirerek özgür ve demokrat birey olmasına katkıda bulunacak tüm örgütlenmelerin, hukuk güvenliği koruması altında var olacağı belirtilmeli.
Asimilasyoncu politikalara muhatap olan Alevilerin, mağduriyete uğrayan gayrimüslimlerin, kadınların, KHK mağdurlarının, LGBT'lilerin, yurtdışına gitmek zorunda kalanların hak taleplerinin karşılanmasına yönelik öneriler program içinde yer almalı.
Bu programda herkesin emeğinin gerçek değerinin karşılığını aldığı bir iş, geleceğinden güvenli olmasını sağlayacak sosyal güvenlik, insanca yaşayabileceği bir konutta oturmak, hukuk güvencesi, sağlık güvencesi, eğitimde fırsat eşitliği gibi halkın insanca yaşayacağı yaşamın asgari somut proje ve çözümleri anlatılmalı.
Kentlerin oluşumunda estetik ve etik değerlerin egemen kılınması ve doğanın ve tarihin korunmasının nasıl sağlanacağı açıklanmalı.
Ancak tüm bu önceliklerin yanında demokratik cumhuriyeti kurabilmek ve yaşatabilmek için analitik ve eleştirel düşünebilen, yaratıcı ve insan haklarına saygılı, kendi dünya görüşünü ideolojilere hapsetmeden oluşturabilecek bireylerin yetişebileceği ortamları yaratacak eğitim ve kültür politikalarının belirlenmesi de önemli.
İktidarın yerine gelebilecek somut çözümlere dayalı bir siyasi seçeneğin bulunmadığı bir yerde demokrasinin gerçekleşmeyeceği açık. Bu durumda rejimin otoriterliğe kayması da mukadder.