Kayyım atamaları bağlamında 1921 Anayasası

Ümit Kardaş

08-12-2020 23:49

Sivil ve demokratik yeni bir anayasanın inşa sürecinin nasıl olması gerektiğini tartışabilmek için anayasa hukuku bakımından Türkiye'nin 1921'den başlayarak bugüne kadar geçirdiği aşamaları, anayasaların hazırlanış süreçlerini, nitelik ve özelliklerini hatırlamakta yarar bulunmakta.

Ancak 1921 Anayasası'nı irdelemeden önce; HDP'li belediye başkanlarının iktidar tarafından siyasi saikle ve hukukiliği kuşkulu bir yetkiye dayanılarak meşru bir şekilde kazandıkları Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerindeki görevlerinden alınıp, yerlerine merkezin uzantısı olan valilerin kayyım atanmasının ne anlama geldiğini tartışmak gerekir.

Türkiye'de çoğulcu ve katılımcı demokrasinin önünü kesen koyu bir merkezi vesayet sistemi bulunmakta. Sömürge tipi (kolonyal) siyasi-idari yapılanma valiler, kaymakamlar ve onlara bağlı müdürlükler (emniyet, eğitim, sağlık, turizm, tarım, bayındırlık...) eliyle uygulanmakta.

Böylece devlet, toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş durumda. Yani devletin topluma tasallut etme, toplumun devletleştirilmesi hali sözkonusu. Kayyım atamalarıyla seçmenin iradesinin bertaraf edilmesinin yanı sıra, belediyelerin yetki alanlarının kısıtlılığı ve özellikle son düzenlemeyle mali kaynak bakımından merkeze, hatta tek kişinin iradesine bağlanması yerelde seçmen iradesinin işlevsiz kaldığını göstermekte.

Kayyım atamalarının mevcut rejim üzerinden tartışılması yanıltıcı. Konu âdeta yukarıda belirttiğim kolonyal yapılanma yokmuşçasına, bu yapılanmanın meşru olduğu varsayımı üzerinden tartışılmakta.

Kırmızı çizgiler içinde düşünmenin, düşünce olmadığı açık. Düşünce, ancak düşüncenin dışına çıkıldığında mümkün hale gelir. Sunulan veriler ve kodlar içinden düşünmek, düşünme edimi içinde yer almaz.

Bir ülkede zihniyet kodları içinde düşünülüyorsa orada entelektüel yetişmez, dışarıdan düşünmenin mümkün olmadığı yerde ilerleme olmaz.

Maalesef kayyım meselesindeki kısır tartışmalar bunu göstermekte. Soruna çözüm, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanmasının ne kadar hukuki ve yerinde olup olmadığını tartışarak bulunamaz.

Sorun, sistem sorunudur. Çözüm, sömürge tipi koyu bir merkeziyetçi yapıdan merkezin bazı yetkilerinin yerele devredildiği adem-i merkeziyete geçiştir. Yerele yetki devri meselesi sadece Kürtlerin yaşadığı bölgelerle ilgili bir yerel demokrasi meselesi olmayıp, ülkenin tamamını ilgilendirmekte. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi kültürü yerelde gelişir, demokrat ve özgürlükçü birey yerel yönetimlere katılmakla oluşur.

Dünyada birçok ülke federatif-yarı federatif-özerklik uygulamalarıyla siyasi birliğini güçlendirmiş durumda. ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Almanya, Avusturya, İspanya, İtalya, Portekiz, Belçika, Yunanistan (Keşişler Özerk Bölgesi), Fransa (Korsika-özel statülü bölge, Bölgesel Konseyler, Alsace Moseller-Alman Kanunları Uygulaması), İsviçre...

Rusya Federasyonu,  Çin (Ayrıcalıklı Eyaletler-Özerk Bölgeler-Hong Kong, Macao), Hindistan, Pakistan, Irak, Arjantin, Brezilya, Meksika, Bolivya, Venezüela, Güney Afrika, Etiyopya, Malezya, Nijerya, Somali...

Ancak adem-i merkeziyetçi sisteme geçtiğinizde, parlamentoyu ve yargıyı bağımsızlık-tarafsızlık anlamında güçlendirdiğinizde başkanlık sistemini tartışabilirsiniz. Türkiye'de bugün uygulanan sistem bir anomalidir. Ülkeyi faşizm sarmalına sokan bir sistemi "Türk tipi" diye adlandırmak da övünülecek bir durum değildir.

Bu tespitleri yaptıktan sonra, bizim halen tartışmaktan dahi kaçındığımız, ancak dünyanın siyasi birliği güçlendirmek ve demokrasiyi tabana yaymak amacıyla yıllardır uyguladığı sistemi biz hiç düşünebildik mi? Bu bağlamda 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na (Anayasa) bakmakta yarar var.

Türkiye'deki ulusal kurtuluş hareketi, yerel ve bölgesel kongrelerden başladı, Sivas Kongresi'nden geçti ve nihayet BMM'nin toplanması suretiyle meşruluk ve hukukilik niteliklerine sıkıca sahip çıktı.

Bu süreçte, Milli Mücadele koşullarında oluşan yeni devlet ve iktidar düzenine ilişkin kuralları gösterecek yeni bir anayasa ihtiyacı belirginleşmişti. İcra vekilleri heyetinin hazırladığı ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Layihası başlığını koyduğu bir metin yeni anayasaya giden ilk somut adım oldu.

18 Eylül 1920 günü Meclis Genel Kurulu'na sunulan bu metin, anayasa tasarısı başlığını taşımakla birlikte içeriği bakımından yer yer bir hükmet programı niteliğindeydi. Zaten o tarihten günümüze halkçılık programı adıyla anılan bu beyanname sol bir yaklaşıma sahipti.

Beyannamede, ülkenin nüfus unsurunu tanımlamada ilginç olan taraf, bu tanımın "Türkiye halkı" olarak belirlenmesidir. Türkiye halkı şeklindeki toparlayıcı terimle, Mütareke sınırları içinde yaşayan ve etnik kökeni ne olursa olsun siyasal birlik ve bağımsızlık temelinde yeniden buluşan kitleler, bu siyasi ve coğrafi zemin birliği açısından tanımlanmıştır. (Bülent Tanör - Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri)

1921 Anayasası hazırlanış ve kabul özellikleri bakımından Osmanlı Türk anayasacılığının tek demokratik örneği olarak kabul edilir. Her bölgeden, her sınıftan, her kesimden temsil sözkonusudur. 1876 Anayasası padişahın atadığı bir komisyonca hazırlanmış bir ferman anayasa idi. 1909 değişikliklerinde de Heyet-i Ayan'ın payı ve Padişahın onayı gibi antidemokratik ortaklar vardı.

1924 Anayasası, adaylıklarını ve milletvekilliklerini Mustafa Kemal'e borçlu kişilerden oluşan bir meclis tarafından yapılacak, 1961 ve 1982 Anayasaları ise askeri darbe ürünü olarak ortaya çıkacaktı.

Gerçek bir anayasa sisteminden yoksun bulunan TEK, kişi hak ve özgürlükleri ile yargılama gibi temel anayasa konularını da düzenlemediği için bu konularda 1876 Kanun-ı Esasi'sinin düzenlemeleri geçerli oluyor, böylece çift anayasalı bir döneme giriliyordu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun var olduğu tarihte onun toprakları üzerinde çıkarılan TEK "Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur" derken yeni bir devletten, Türkiye Devleti'nden söz etmektedir. Osmanlı imparatorluğu, 30 Ekim 1922 tarihli TBMM kararı ile resmen son bulmuş olacaktır.

Devlet adının Türk Devleti değil de, Türkiye Devleti olması anlamlıdır. Milli Mücadele esas olarak Türk olan ve olmayan unsurların antiemperyalist birliğini temsil ediyordu. Erzurum ve Sivas kongreleri belgeleri başta olmak üzere pek çok tarihsel kaynakta bu birlik zaman zaman "İslam Ekseriyeti", "Bil Cümle Anasır-ı İslamiye" gibi terimlerle de ifade olundu.

TEK'in bir başka önemli özelliği egemenlik hakkı konusundadır. TEK'in "Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir" diye başlayan 1. maddesi, egemenlik hakkını monarktan alıp kayıtsız şartsız bir şekilde millete vermesi bakımından, Osmanlı-Türk anayasacılık tarihinde keskin bir dönüm noktasıdır.

1. madde şöyle devam etmektedir: "İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir." TEK doğrudan ya da yarı doğrudan demokrasiyi değil, temsili demokrasiyi benimsemiştir. BMM milletin yegâne ve hakiki mümessilidir. Bu anayasada referandum ve meclisin feshi gibi kurumlara yer verilmemesi saf temsil anlayışından dolayıdır.

TEK, "İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder" hükmüyle kuvvetler birliği ilkesini açıkça benimsemiştir. Böylece BMM, kuruculuk ve yasama yetkilerine ek olarak yürütme yetkisini de kuşanmıştır.

Yürütme işlerini BMM hükümeti görmektedir. Meclisin kendi üyeleri arasından seçtiği vekiller aracılığıyla yürütme işlerini gördürmesi, bunları yönlendirmesi ve denetlemesi, gerektiğinde azledip yerlerine yenilerini seçebilmesi, kuvvetler birliği ve meclis hükümetinin tipik göstergeleridirler. Meclis hükümeti sisteminde kural olarak devlet başkanlığı yoktur.

Yargı konusu TEK tarafından ele alınmamıştır. Bu dönemde yargı yetkisini de meclise ait sayan bir görüş egemendi. İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluşu buna dayanıyordu. Üyeleri meclis tarafından ve mebuslar arasından seçilen bu mahkemeler, kuvvetler birliği ve meclis hükümeti siteminin bir gereği olarak sunulmuştur.

Bütün yetkiler bir kez BMM'de toplanınca, artık ne padişaha, ne onun hükümetlerine, ne de eski devlete gerek kalacaktı. Mustafa Kemal ve yakın çevresi, meclisin üstünlüğünü savunuyorlardı; çünkü bu yolla padişahın yerini alabilecek bir yürütme organı başkanına da ihtiyaç kalmıyordu.

Mustafa Kemal'in muhalifleri de meclis üstünlüğünü savunmakta idi. Çünkü bunlar da bu yolla Mustafa Kemal'in gücünü frenlemek, otoriterleşmesinden duydukları korkuyu gidermek olanağını buluyorlardı. (Tanör - a.g.e.)

Kanımca TEK'in en dikkat çekici yanı adem-i merkeziyet konusundaki düzenlemeleri olmuştur. 24 maddelik kısa bir anayasa olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 14 maddesini taşra yasalarına, yani yerinden yönetim ve yerel yönetim ilkelerine ayırmıştır.

Vilayet denen idari birim, tüzel kişiliğe ve özerkliğe sahip olarak düzenlenmiştir... Büyük Millet Meclisi'nin koyacağı kanunlar çerçevesinde, sağlık, tarım, maarif, bayındırlık, evkaf, işlerinin düzenlenmesi ve yürütülmesi vilayet şuralarının yetkisine bırakılmıştır. Ancak iç ve dış siyaset, adliye, askeriye ve şer'iyeye ilişkin konular, uluslararası ekonomik ilişkiler merkezi yönetimin yetki alanı içindedir.

Vilayet şuraları vilayet halkınca seçilen üyelerden oluşur. İdari birim olarak nahiyeler en küçük ve dolayısıyla halka en yakın idari birimlerdir. Nahiyeler de özerkliğe sahip tüzel kişilerdir. Nahiyenin bir şurası, bir idari heyeti, bir de müdürü vardır. Nahiye şurası üyeleri, doğrudan nahiye halkınca seçilir.

Vilayet ve nahiye arasında yer alan kazalar, yalnızca idari ve inzibati birimler olup, tüzel kişiliğe sahip bulunmamaktaydılar. Kazanın başında bulunan kaymakam ise BMM hükümetince atanırdı.

Görülüyor ki; TEK sisteminde, yerinden yönetim asli ve genel, merkezi yönetim ise sınırlı ve istisnaidir. Yerinden yönetimin kurumları seçimlerle oluşan organlar ve tüzel kişilikler olup, araçları ise icrai karar alabilme yetkileri ve özerk olmalarıdır.

Nahiye yönetiminin dahi, mali, iktisadi ve hatta yargısal yetkilerle donanması ve bu yönetimlerin seçimle oluşması, özerkliğin boyutları konusunda bir fikir vermekte. Böylece, 1876 Kanun-i Esasi'sinin öngördüğü geleneksel merkeziyetçi sistem yerine yerinden yönetime ve özerkliklere ağırlık verilmiştir.

Ancak, 1921 Anayasası'nın öngördüğü yerinden yönetim kurumları ve mekanizmaları, uygulama alanı bulabilmiş değildir. Yerel yöneticilerin halk tarafından seçilmesi iyi karşılanmamıştır.

Devrimleri önceleyen ve bunun için gücün merkezileşmesi ve kişiselleşmesine ihtiyaç duyan ve bu nedenle her vilayetin veya her mıntıkanın özerk olmasına karşı duran Mustafa Kemal, ağırlığını merkeziyetçilikten yana kullanmıştır. 1924 Anayasası'nın bu konuya getireceği düzenlemeler yine merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi anlamına gelecektir.

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili: 'İnsanlar yargıya güvenmiyor' Hakan Tahmaz'dan: Çözümün / Barışın zamanı yok Kılıçdaroğlu: AYM'nin kararına uymamak kaosa zemin hazırlar Atilla Aytemur'dan: Türkiye, Türkiye olalı böyle 'Devran' görmedi! Anayasa Mahkemesi'nden flaş karar: Akademisyenlere 'hak ihlali' yapılmıştır
DİĞER YAZILARI CHP: Çok partili dönem–2 01-01-1970 03:00 CHP: Tek partili dönem–1 01-01-1970 03:00 Seçim sonrasının düşündürdükleri 01-01-1970 03:00 Hakikat yolunda yürümek 01-01-1970 03:00 1971-1973: Geriye gidişin ara rejimi 01-01-1970 03:00 Hukukla bağını koparan Türkiye 01-01-1970 03:00 Afrika balladı! 01-01-1970 03:00 Güney Afrika Vicdan Girişimi 01-01-1970 03:00 Cumhuriyetin tercihi tekçi otokratik rejim: 1925 Kürt ayaklanması 01-01-1970 03:00 Postkolonyal dönemde insanın durumu 01-01-1970 03:00 İnsanın medeniyetle tanışması 01-01-1970 03:00 İnsan olmanın anlamı 01-01-1970 03:00 Hafıza aktivizmiyle hakikate ulaşma çabası 01-01-1970 03:00 Bahçeden yeryüzüne bakmak 01-01-1970 03:00 'Demokratik süreç odaklı' bir anayasa inşa edebilecek miyiz? 01-01-1970 03:00 İktidarın amaç ve zihniyetiyle yeni-sivil Anayasa inşa edilebilir mi? 01-01-1970 03:00 Kassandra çağrısı 01-01-1970 03:00 Küresel kozmopolit demokrasi 01-01-1970 03:00 Barbarlığı aşamamak: Savaşmaktan vazgeçmeyen insanlık 01-01-1970 03:00 Cumhuriyet oryantalizmi ve modernleştirmeci milliyetçilik 01-01-1970 03:00 'Eylül'ün içinden geçen şiirler 01-01-1970 03:00 Rumlar üzerinden otoriterleşmeyi meşrulaştırma 01-01-1970 03:00 6-7 Eylül’e giden süreç–2 01-01-1970 03:00 6-7 Eylül'e giden süreç 01-01-1970 03:00 Değişimin önündeki aşılmaz duvar: İdeolojik zihniyetin kemikleşmesi 01-01-1970 03:00 Türkiye değişebilir mi? 01-01-1970 03:00 Zihniyet değişikliğine ülke isimlerinden başlamak! 01-01-1970 03:00 Tekçi-tek kişilik siyasi rejimin kendi hukukunu oluşturması 01-01-1970 03:00 İktidara uzanan yerleşik düşünceden itirazcı-ihlalci göçebe düşünceye 01-01-1970 03:00 ‘Boşluk’tan ‘toz’a, ‘kültür’den ‘uygarlığa’ 01-01-1970 03:00 İnsanın hangi hali – 2 01-01-1970 03:00 İnsanın hangi hali! – 1 01-01-1970 03:00 Yalanların hakikate dönüşmesi 01-01-1970 03:00 Anayasanın temeli ne olmalı? 01-01-1970 03:00 Vicdan, mazlumlardan kelimeleri esirger mi? 01-01-1970 03:00 Yargının yeniden inşası: Adil yargılanma hakkı 01-01-1970 03:00 Yargının yeniden inşası: Hukuksal pozitivizmden doğal hukuka 01-01-1970 03:00 Enkaz altında kalmanın dayattığı zaruret: Adem-i merkeziyet 01-01-1970 03:00 Sorumlular ayağa kalksın! 01-01-1970 03:00 Kürtlerin siyasal temsilde var olma mücadelesi – 2 01-01-1970 03:00 Kürtlerin siyasal temsilde var olma mücadelesi – 1 01-01-1970 03:00 Hrant'ın ideallerini yaşatmak! 01-01-1970 03:00 Tarihsel kronik çizgi: İktidarın merkezde şahsileşmesi 01-01-1970 03:00 Şiddetin vardığı son nokta: Otosansür 01-01-1970 03:00 Rejimin HDP üzerinden yarattığı gerilim 01-01-1970 03:00 Hukukla bağını kesen devlet şiddeti 01-01-1970 03:00 Devlet - Demokrasi - Değişim 01-01-1970 03:00 Türkiye'nin çıkmazı: Korku duvarını aşamamak (3) 01-01-1970 03:00 Türkiye’nin çıkmazı: Merkeziyetçi devletten bölgesel devlete (2) 01-01-1970 03:00 Türkiye'nin çıkmazı: Sömürge tipi idari vesayet rejimi (1) 01-01-1970 03:00 Neden 'Yetmez ama evet' denildi? (3) 01-01-1970 03:00 Neden 'Yetmez ama evet' denildi? (2) 01-01-1970 03:00 Neden ‘Yetmez ama evet’ denildi? (1) 01-01-1970 03:00 Zihniyetin esaretinde yozlaşan dil 01-01-1970 03:00 Zihniyet ikliminde bir çıkmaz: Kısırdöngüde debelenen Türkiye 01-01-1970 03:00 Halife Sultan II. Abdülhamid 01-01-1970 03:00 Adığe (Çerkez) Katliamı 01-01-1970 03:00 Gerçekdışının karşısındaki güç: Sevgi 01-01-1970 03:00 Otokratik rejimin ceza kanunundaki aygıtları 01-01-1970 03:00 Adaletin yitiminde son nokta: Kavala davası 01-01-1970 03:00 Küreselleşmenin bencil aktörleri: Çöküşe giden yol 01-01-1970 03:00 Duvarları yıkabilecek miyiz? 01-01-1970 03:00 Süpürenler ve süpürülenler 01-01-1970 03:00 Dünya: Hassas kalplerin cehennemi 01-01-1970 03:00 Yeni bir dünya inşası-2: Rusya rol alabilir mi? 01-01-1970 03:00 Yeni bir dünya inşası: Madalyonun iki yüzü 01-01-1970 03:00 Birlikte yapabiliriz! 01-01-1970 03:00 Türkiye Mahkemesi nihai mütalaası: 'Yargı bağımsızlığı ve adalete erişim' 01-01-1970 03:00 Kalıcı istisna hali: Hukuksuzluğun normalleşmesi 01-01-1970 03:00 Şiddetin sıradanlaşması 01-01-1970 03:00 İnsanın güçle sınanması 01-01-1970 03:00 Siyaset-bürokrasi-mafya-organize suç örgütü döngüsü 01-01-1970 03:00 Hukukun askıya alınması 01-01-1970 03:00 Yükseltin vicdanınızı! 01-01-1970 03:00 Bırakın adalet yerini bulsun... 01-01-1970 03:00 Düşüncenin erotikleşmesi 01-01-1970 03:00 Akıldışılığın büyüsüne kapılmak 01-01-1970 03:00 Dekadans: Çöküş! 01-01-1970 03:00 Alevilik (8): Başat kimliğin yarattığı çıkmaz 01-01-1970 03:00 Alevilik (7): Ayrı bir inanç sistemi mi? 01-01-1970 03:00 Alevilik (6): Devletin değişmeyen politikası 01-01-1970 03:00 Tekçi Cumhuriyet'ten Çoğulcu Demokrasi'ye 01-01-1970 03:00 Alevilik (5): 18-19. yüzyıl katliamlar zinciri 01-01-1970 03:00 Alevilik (4): Yeniçerilikle ilişkisi bağlamında Bektaşilik 01-01-1970 03:00 Alevilik (3): 15–16. Yüzyıl: 'Kıyım dönemi' 01-01-1970 03:00 Alevilik (2): Babai Ayaklanması 01-01-1970 03:00 'Turkey Tribunal' ('Türkiye Mahkemesi') 01-01-1970 03:00 Alevilik (1): Aleviliğin oluşum süreci 01-01-1970 03:00 "Tekçi-Otokratik" rejimin simgesi: Diyanet İşleri Başkanlığı 01-01-1970 03:00 12 Eylül'ün simgesi: Diyarbakır Cezaevi 01-01-1970 03:00 "Eylül" 01-01-1970 03:00 Kürtler (13): Talepler - Yeni bir inşa için öneriler - 2 01-01-1970 03:00 Kürtler (12): Yeni bir inşa için öneriler 01-01-1970 03:00 Kürtler (11): Yüzleşme-Müzakere-Uzlaşma-İşbirliği ihtiyacı 01-01-1970 03:00 Kürtler (10): Devlet iktidarının hedefindeki HDP 01-01-1970 03:00 Kürtler-9: Taleplerin siyasallaşmasını engelleme süreci 01-01-1970 03:00 Kürtler (8): 1980 Askeri Darbesi'ne uzanan süreç 01-01-1970 03:00 Kürtler (7): Dersim'den "Tunç Eli"ne 01-01-1970 03:00 Kürtler (6): Ağrı İsyanı'ndan Zilan katliamına! 01-01-1970 03:00 Kürtler (5): Takrir-i Sükûn rejimine geçiş 01-01-1970 03:00 Kürtler (4): 1922-1924 01-01-1970 03:00 Kürtler (3): 1916-1923 01-01-1970 03:00 Kürtler (2): 19. yüzyıl 01-01-1970 03:00 Kürtler (1): 16-18. yüzyıl 01-01-1970 03:00 Çağdaş tiranlığın terör yönetimi 01-01-1970 03:00 Organize suç örgütlenmesi bağlamında mafya 01-01-1970 03:00 "Bir daha asla!" diyebilmek için - 3 01-01-1970 03:00 "Bir daha asla!" diyebilmek için - 2 01-01-1970 03:00 "Bir daha asla!" diyebilmek için 01-01-1970 03:00 İnsanın hangi hali? 01-01-1970 03:00 Mağdurların empati ittifakı 01-01-1970 03:00 "Dil"den "Gönül"lere akmak! 01-01-1970 03:00 Kanımla düşünüyorum! / Hermann Göring 01-01-1970 03:00 Yeni anayasa inşa sürecinin açmazları 01-01-1970 03:00 Türk anayasaları bağlamında yasama-yürütme dengesi 01-01-1970 03:00 Sıfırdan Anayasa İnşası: Yeni Anayasa Platformu (YAP) örneği 01-01-1970 03:00 "Küresel eril sistem"in mağdurları: Kadınlar 01-01-1970 03:00 Çok dilli - çok bölgeli anayasa: Güney Afrika anayasası 01-01-1970 03:00 Tabula Rasa: Sıfırdan anayasa inşası 01-01-1970 03:00 Anayasacılık: Batı-Osmanlı anayasa hareketleri 01-01-1970 03:00 Sistemin saldırısı karşısında direniş odağı: Aşk 01-01-1970 03:00 Empati ihtiyacı 01-01-1970 03:00 'Çok Kalpli Asi' 01-01-1970 03:00 Eylül’le gelen 01-01-1970 03:00 Tercihiniz; otokrasi mi, demokrasi mi? 01-01-1970 03:00 Hukukun işlevi 01-01-1970 03:00 Barbarlığın son noktası: Çocuklarına kavuşamadan ölen anneler! 01-01-1970 03:00 Vandalizmin kurumlaşmış hali: Cezasızlık pratiği 01-01-1970 03:00 Beton avluların çocukları: Anne! Toprak ne demek? 01-01-1970 03:00 Medeniyetsizlik: Boğulan adalet 01-01-1970 03:00 Meşruiyet: Temel mutabakat – Kamusal müzakere 01-01-1970 03:00 Frenlenemeyen iktidar sorunu 01-01-1970 03:00 Bu kaçıncı Cumhuriyet! 01-01-1970 03:00 İslam'ın siyasetle serüveni: Milliyetçiliğe savrulma 01-01-1970 03:00 Devlet: Güç ve çıkar çatışmalarının alanı 01-01-1970 03:00 Sürgünün trajedisi: Toprağın tadını özlemek 01-01-1970 03:00 Devletin emrindeki din: Diyanet İslam'ı 01-01-1970 03:00