Gezi Direnişi'nin 7. yılı geride kaldı. Bu konuda çok şey yazıldı, çok şey söylendi ve doğal olarak analizler yapıldı, yapılıyor. Direnişe katılanların, mutabık oldukları tek konu, Gezi’nin AK Parti iktidarında yarattığı derin korkudur. Kanaatimce bu “mutlak iktidar olma” yaklaşımından beslenen korku, ülkeyi "korku cumhuriyetine" dönüştürme politikalarının zemini, bahanesi oldu. Aynı zamanda direnişin niteliğini kavrayamamanın da bir sonucu.

Ankara'da iktidarın uykularını kaçıran Gezi Direnişi'nde yakın tarihte görülmeyen şeyler oldu. Direniş, bütün ülkede güçlü rüzgâr estirdi. AK Parti'de ise, "sessiz devrim" diye tanımladıkları politikalarına karşı "karşı devrim" başladı korkusu hâkim oldu.

Gerçekten direniş saflarında hafif hafif de olsa "devrim başladı" rüzgârları esmiyor değildi. Direniş sonrası 2013 sonbaharında çıkan sol yayınlarda, kitaplarda, değerlendirme bildirgelerinde bu naifliğe, öngörüsüzlüğe, tecrübesizliğe ve abartı bol miktarda vardı. Gezi Direnişi'nin işaret fişeğini çakan çevrelere, gruplara, direnişin çoğulcu yapısına ve dinamiklere dönüp bakılsa, direnişin toplumsal muhalefet güçleri için yeniden yapılanma, gençleşme, yenilenme, diziliş/ konumlanış ve mücadele, örgütlenme tarzında değişim ihtiyacına işaret ettiği görülecekti. Görülmedi / görülemedi. Muhteşem Gezi Direnişi'nin niteliğinin, toplumsal muhalefet güçleri tarafından isabetli kavrandığı, doğru değerlendirildiği, dersler çıkarıldığı söylenemez.

Gezi ruhu olarak tanımlanabilecek, direnişin sürekliğini sağlayacak mekanizmaların yaratılabildiği ve politik dersler çıkarıldığı söylenemez. Solun tamamının, Gezi'nin kendi öngörülerini doğruladığını ileri sürmesi, ciddi bir eleştiri-özeleştiriye ihtiyaç duymamaları anlaşılabilir bir şey değildir.

Bugün hâlâ direnişe övgüler dizmekle yetinen toplumsal muhalefet ve sol güçler, bagajındaki politik çerçeveyi aşamadıkları için Gezi kibrine kapıldılar. Uzun bir süre toplumsal, sosyal, siyasal gerçeklerden uzaklaştılar.

Bugün hâlâ Gezi Direnişi'nden geriye ne kaldı, kazanımımız ne oldu sorularına somut olarak verilecek yanıtlar, toplumsal muhalefetin daha güçlü ve etkili olmasını sağlar, doğru bir rotada ilerlemesine katkı sunar. Aksi takdirde, iktidarın daha fazla otoriter bir nitelik kazanması karşısında, yanlış siyasal, sosyal zeminlerde çözüm aramaya ve yığınaklar yapmaya devam edilir.

Gezi ruhunun pozitif yansımalarından biri de 7 Haziran 2015 seçimlerine oldu. Seçimlerden barış arayışına büyük destek çıktı. Ancak seçim sonuçlarının doğru analiz edilememesi, Çözüm Süreci'nin bitirilmesini getirdi. Türkiye, büyük felakete doğru sürüklendi.

Toplumsal muhalefet ve sol güçler şimdi Gezi benzeri bir sınavla karşı karşıyalar. Koronavirüsü sonrası "yeni dönem"de birçok şey değişecek. Vahşi kapitalizm mağdurlarını, otoriter devlet yöneticilerinin ötekileştirdiği sosyal, toplumsal kesimleri ve çalışanları daha zor bir dönem bekliyor. Yoksulluk, işsizlik ve ötekileştirme bütün dünyada derinleşecek. Evrensel hak ve özgürlüklere yönelik saldırıların birçok ülkede artması kuvvetle muhtemel.

Türkiye'deki toplumsal muhalefet ve sol güçler, Korona günlerinde ve sonrasında birçok ülkeden farklı, çok boyutlu ve derin sorunlar dizisiyle mücadele etmek durumundalar.

Cumhur İttifakı 2016 sonrasında "beka" ve "güvenlik" politikalarıyla "Türklüğü yenide ihya" etti. Toplumun değişik kesimlerini milliyetçi, ayrımcı, ötekileştiren siyasetin savunucusu, destekleyicisi ve payandası yaptı. Kendine muhalif olan ülke insanının bir kesimini ise Türk düşmanı olarak lanse etmeyi başardı. Batı, Kürt ve azınlık karşıtı Türk milliyetçisi politikalara, her kesimde güç devşirildi. Bu siyasetin iyi şeylere yol açmayacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Türkiye’yi siyasal, sosyal ve kültürel olarak çok çok geriye götürebilecek siyasal atmosferde yaşıyoruz. Hrant Dink Vakfı çalışanlarına ve Rakel Dink'e yönelik tehditlerin, Kiliselere yönelik saldırıların ve sokaktaki polis şiddetinin yeniden Türkiye’nin baş gündemi olması, bu siyasal atmosferin oluşturulmasının sonuçlarından bazılarıdır.

ABD'de beyaz polis şiddetine maruz kalan George Floyd'un nefes alamamasına karşı gelişen ayaklanmaya ve siyahların sözcüsü Tamik Moller'in isyan anındaki konuşmasına destekle yetinen bir toplumsal muhalefet ve sol, Koronavirüsün yeni döneminde, bugünkü durumunu aşamaz. Gezi ruhunun taşımakta her geçen gün daha da etkisizleşir.

Türkiye'nin "siyahlarının" sorunlarına sahip çıkmayarak, görmezden gelerek demokratik bir gelecekten söz edilemez. Hafta sonu Ankara'da Barış Çakar'ın katledilmesine benzer olayların sık yaşandığı bir ülkede ırkçılığa karşı durulmadan demokrat olunamaz. Sokaklarda işsiz, aç yaşama tutunmaya çalışan mültecileri yok sayarak; İstanbul'da Kilyos'ta kemikleri kutularla gömülenlere isyan etmeyen toplumsal muhalefet, muhalefet değildir; sol, sol değildir. Ya da 2017 Diyarbakır Newroz'unda, Kemal Kurkut'u çıplak bedenine ateş ederek öldüren polisi saklayan devleti kutsayanların boynunun, Koronavirüs sonrası "yeni dönemde" altta kalmasında şaşılacak bir şey olamaz. Gezi'de filizlenen "demokratik gelecek" ruhuyla, Sur'daki , Cizre'deki, anaların feryadını buluşturmadan, 1990'ların, ölüm kuyularıyla, JİTEM infazlarıyla anılan Mardin Dargeçit'te bir mağarada bulunan 40 kişiye ait kafatası ve kemikler gerçeğiyle yüzleşmeye cesaret edilmeden, Türkiye'de krizden çıkış için ne yeni bir yol yaratılabilir ne de yeni bir gelecek inşa edilebilir.

Koronavirüsünün ekonomik ve sosyal yıkıntıları altındakilerin sesi olmanın, dertlerine çare olmanın yolu aynı zamanda ırkçılık nedeniyle "nefessiz kalanlara" nefes olmaya çalışmaktan geçer. Başka türlü inandırıcı olunamaz.

"Yeni Türkiye", başka şeylerin yanı sıra Kürtler ve azınlıklar konusunda Türk ırkçılığı ve ayrımcılığıyla, Batı konusunda Hıristiyan düşmanlığıyla mücadeleyle gelişeceği unutulmamalıdır. Bu bapta, başka ülkelerde de yayılmaya başlayan, ABD'deki "ırkçılık karşıtı hareketten" Cumartesi Anneleri'nin 25 yıldır sürdürdükleri inatçı ve sarsılmaz mücadelelerinden öğrenecek çok şey var.

www.hakantahmaz.com