Gazeteci Günel Cantak'ın "Bay Kemal ve İttifakları" belgeselinde, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, çözüm sürecini eleştirdi ve Kürt sorununun çözümünde tek muhatabın HDP olduğunu ifade eden bir değerlendirmede bulundu. Kılıçdaroğlu'nun açıklaması "muhatap kim" tartışmasını uzun yıllar sonra yeniden canlandırdı. Bazıları sosyal medya üzerinden bu önemli açıklamayı değersizleştirmeye çalışıyor.

Benzer tartışmaların Oslo ve "milli birlik kardeşlik" süreçlerinde de yapıldığını, her çözüm lafı edildiğinde "muhataplık" konusunun tartışmanın önüne geçirildiğini hatırlatmak isterim. Aslında tartışılan, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın konumu ve rolü. Tartışmaya hâlâ buradan başlamak, bugüne kadar yaşanan süreçlerden gerekli derslerin çıkarılmadığı anlamına geliyor.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu görüşünü ilk kez dile getirmedi. Değişik zamanlarda benzer görüşleri tekrarladığı oldu. Bir kez daha tekrarlamasını önemli kılan, içinden geçtiğimiz siyasi süreç. Kısaca bu süreci hatırlayarak açıklamanın kendisini değerlendirmekte yarar var.

Türkiye bir seçim sathına girdi. Bugünün en önemli tartışma konularından biri Millet İttifakı partilerinin HDP'ye yaklaşımları, HDP'nin ittifak içinde yer alıp almayacağı ve Kürt sorununa bakışları.

HDP'ye yönelik iktidardan gelen basınçla veya milliyetçi yaklaşımla dışlayıcı tutumun yarattığı kaygı, rahatsızlık ve umutsuzluk ciddi boyutlara ulaştı.

İktidarın Kürt siyasetini demokratik zeminden tasfiye etme çabaları, buna muhalefet partilerinin gerekli önemde yaklaşmamaları, sorunları daha da artırıyor.

Öte yandan Kürt sorunu ve barış konusu büyük ölçüde siyasetin tartışma gündemi olmaktan çıktı. Böylesi bir süreçte Kemal Kılıçdaroğlu'nun tekrar bu konuyu gündeme getirmiş olması ileriye doğru yapılmış küçük de olsa çok önemli bir açılım.

Ayrıca, CHP'nin sıradan bir ana muhalefet partisi olmadığını unutmamalıyız. Cumhuriyeti kurmakla öğünen CHP, yavaş da olsa kendince bir değişim geçiriyor ve bundan bütün siyaset ve toplum farklı boyutlarda etkileniyor. Millet İttifakı'nın şekillenmesinde ve ilişkilerinde CHP'nin ve Kılıçdaroğlu'nun özgün durumu dikkate alındığında, konuşmanın "kıymeti" daha iyi fark edilecektir.

Şimdi gelelim CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun gazeteci Günel Cantak'a söylediklerine:

"Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözmediği bir Kürt meselesi var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan, bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP'yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var, parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor, görevini yapıyor."

Burada vurgulanan üç nokta var:

Birincisi, Kürt sorununun çözümüne ve HDP'nin önemine dair söylenenler. HDP'nin esas aktör olmasını öneriyor. Bu, aynı zamanda parlamentonun işlevine ve önemine dair vurgu.

HDP de yeni bir süreç için parlamentonun önemini öne çıkarıyor. Ama bunu CHP'den biraz farklı yapıyor. Çözüm sürecinde olduğu gibi sadece iki tarafla (iktidar partisi ve Kürt tarafıyla) sınırlı bir barış sürecinin olamayacağını, parlamentonun etkin rol üstlendiği bir yeni süreç öneriyor. Burası başlama noktası olabilir. Yeniden barış yoluna girilebilir.

İkincisi, Kılıçdaroğlu çözüm sürecinin tecrübesini ve kazanımlarını yok sayıyor, kötülüyor. Milliyetçilerin ve çözüm süreci karşıtlarının sırtını okşuyor.

Son olarak, yanlış bir biçimde meşru- gayrimeşru ayrımı yapıyor. Dünya deneyimlerinin, bizdeki Oslo ve çözüm süreçlerinin de gösterdiği gibi, bu sorunlu bir yaklaşım.

Kılıçdaroğlu'nun, Kürt sorununun çözümü amaçlı konuşmasında bu ayrımı yapması konuşmayı zayıflattı. Büyük bir talihsizlik oldu. Daha olan bir şey yok. Her çözüm veya barış sözü duyulduğunda sıkça yapıldığı gibi ezberlere sarılmak, korkuların esiri olmak kimseye bir şey kazandırmıyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu'nun yeni hamlesine karşı gösterilen tepkiler anlamsız. Cesaretlendirici ve yol gösterici yaklaşımlar barışa hizmet eder.

Kaldı ki, son beş yılda çok şey değişti. Abdullah Öcalan da eski biçimde çözüm süreci olmayacağının farkında olduğunun işaretlerini örtük olarak verdi. Bugün Öcalan'ın kendisini yeni süreçte nasıl konumlandırdığını tam olarak bilmeden, tartışmayı bu zemine çekmek yanlıştır.

Çözüm sürecinde olduğu gibi, bütün sorunların aynı zaman diliminde ve bir hamlede halledilmesini beklemek yeni bir yanlış olur. Kılıçdaroğlu'nun açıklaması; barışın, çözümün konuşulmasının, HDP'nin siyasal özgünlüğünün fark edilmesini sağlayacak bir siyasal açılımın işaret fişeği olarak kabul edilmelidir. Bu açıdan kritik bir eşikte, önemli bir çıkıştır.

Demokratik siyaseti güçlü ve etkili kılarak, barışın yol haritasının şekillenmesine katkı sunulmalıdır. Bunu çözüm sürecinden çıkardığımız derslerle yapabiliriz. Eskisi gibi liderlerle, taraflarla sınırlı bir çözüm süreci olmayacağı çok açık. Toplumun bütün dinamiklerinin, farklı kesimlerinin, partilerinin, kanat önderlerinin, sivil toplumun büyük çoğunluğunun bir biçimde parçası olduğu ve herkesin kendi sorumluğunu ve görevini bildiği barış süreci ile kalıcı barışa ulaşılabilir.

Kılıçdaroğlu'nun başlattığı tartışmanın sonuç alıcı olması ve çözüme dair toplumsal umutları artırması için, şimdilik iki noktada ilerlemesi ve netleşmesi önemlidir.

İlki, Millet İttifakı'nı, Kürt sorununun demokratik çözümü fikrini de kapsayan bir yol haritasına kavuşturmak.

Bir diğeri ise, silahı, çatışmayı toplumsal yaşamdan çıkarmak, demokratik çözüm arayışlarının zeminini güçlendirmek için, silahlara vedanın nasıl gerçekleşeceğine dair bir yaklaşım, plan oluşturmak.

PKK'nin silahlı varlığı meselesinin nasıl ve kimlerle çözüleceği sorusuna yanıt oluşturulmalıdır. Bu, başlangıç için acil bir sorun olmayabilir. Ancak demokratik çözümün olmazsa olmazıdır.

Hiç kimse son beş yılda bölgedeki gelişmeleri, Kürt mahallesindeki değişimi ve Kürt sorununun aktörlerinin çoklu bir hale geldiğini göz ardı etmemelidir. Tek yol, barış ve çözüm fikrini demokratik zeminlerde güçlendirmeye hizmet eden bir strateji izlemek. Barış dilini siyasete, sürece hâkim kılmak.