Yarın (29 Ekim) Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giriliyor. Türkiye yüz yıldır çözmeyi beceremediği kuruluştan kaynaklı sorunlarını, derinleştirerek yeni yüzyıla taşıdı. Bu, Türkiye’nin ayaklarında ağır bir pranga işlevi görüyor.

Sözkonusu tehlike tam da buradan besleniyor. Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda Türk devleti ve siyasetinin sergilediği siyasi dirençten kaynaklanıyor.

Yedi yıldır, devlet aklı ve siyasi yürütücü AK Parti, MHP, eski Ergenekoncular ittifakı; cumhuriyetin kurucu tekçi anlayışı ana ekseninde "Türklüğü yeniden ihya etmeye" ve "yeni Kürt kimliği ve toplumu inşa etmeye" dönük politikalar uygulamaktalar.

Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Mayıs seçimleri öncesi HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı'na dahil edilmesini açıklarken bir televizyon programında, "Biz sadece bugünü değil, Kürt meselesinin, terör sorununun on yıl sonrasını düşünüyoruz, planlıyoruz. On yıl sonra yeni bir Kürt gerçekliğiyle karşılaşacağız" sözleriyle bu stratejiyi resmen itiraf etmişti.

1990'larda devlet, Kürtlerin uyanışını bastırmada Hizbullah milis gücünü kullandığı gibi, yeni stratejide de Hizbullah'ın siyasi geleneğini sürdüren HÜDA PAR'a siyasal alan açıldı. Demokratik siyaset alanında sözü geçen muhafazakâr Kürt seçmenin, HÜDA PAR'a kulak kabartmasını sağlamaya çalışıyor.

Bu sürecin bir ilk işaret fişeği, dünyanın değişik ülkelerinden katılımcıların yer aldığı, HÜDA PAR çevresi tarafından 11-15 Ekim 2022 tarihlerinde Diyarbakır'da düzenlenen 7. Âlimler ve Medreseler Birliği (İTTİHADUL ULEMA) toplantısında atıldı. Toplantının 18 maddeden oluşan sonuç bildirisinde de ifade edildiği gibi, "Kürtlerin seküler siyasal güçlerin elinden kurtarılması ve Kürt sorununun ümmetçi çözümü" konusunda katılımcılar hemfikir oldu.

Hem merkez Türk muhalefet partileri, hem de demokratik muhalefet partileri tarafından, Mayıs seçimleri sürecinde ortaya çıkan bu gelişmeler, Cumhur İttifakı’nın seçim hesabıyla yapmış olduğu taktiksel bir mesele sınırında ve şiddet bağlamında ele alındı.

Seçim sonrası işin daha ciddi olduğu gün yüzüne çıkmış durumda. Saadet Partisi ve Gelecek Partisi ile HÜDAPAR'ın iki hafta önce İstanbul'da düzenledikleri Özgür Filistin mitingi, HÜDAPAR'a açılan kapının kapsamını gösteren bir ilkti.

Filistin topraklarında işgalci İsrail’in Hamas bahanesiyle Filistinlileri Gazze'de diri diri toprağa gömmesine birkaçı hariç dünya devletleri arka çıkıyor, hatta teşvik ediyor.

Benzer siyasal, sosyal ve toplumsal sorunlarla karşılaşmamak ve yüzyıldır çözülmeyen başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi sorunumuzun daha fazla kronikleşmemesi için çıkarılması gerek çok fazla ders olsa gerek.

Bugün Hamas'ın saldırılarını bahane edip Gazze'yi teslim almak isteyenlerin, seküler Filistin Kurtuluş Örgütü'nü zayıflatmak, etkisizleştirmek için kuruluşunda Hamas'a arka çıktıklarını hatırlamakta yarar var. Tıpkı, El Kaide ve IŞİD'in Ortadoğu'da kullanışlı birer araç olarak önünün açılması gibi.

Devletlerin ve muktedirlerin her yerde benzer yöntemlere başvurduklarını, 12 Eylül öncesi ülkücü komandolara kamplarda verilen eğitimlerden, 1990'larda satırlı Hizbullah infazlarından en iyi bu ülke insanları biliyor.

Türk devletinin ve siyasetinin "Kürt kimliğini ve toplumunu" dönüştürme, Kürtlerin iradelerini şekillendirme noktasında benzer bir yola başvuracağı, artık tartışma kaldırmayan bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

Bu stratejinin başarılı olma şansının olmadığı açık. Her şeyden önce Türk siyasetinin bir ezberi olan "Kürt toplumu ağırlıklı ve belirgin olarak aşırı dindardır, muhafazakârdır" tezinin, görüşünün artık geçerliğini yitirdiğini gösteren son dönemde çok sayıda saha verisi ve akademik gözlem sonuçları var. Muhafazakârlığın Kürt genç nüfusunda eskisi gibi anlam bulmadığına yönelik bulgular, en son saha araştırma verileri, birkaç gün önce Diyarbakır'da açıklanan Kürdistan Barometresi'nde yer aldı.

Yeni dönemde HEDEP

Bu stratejinin gelişim seyrini belirleyecek en önemli unsur, Kürt siyasal hareketinin ve HEDEP'in yeni dönem siyasetiyle doğrudan bağlı bir konu.

Dünya siyasetinin gidişatının yönü, Ortadoğu'da bir biçimde yeniden şekillenen statükocu devlet yapılanmaları gerçeği, Kürt sokağındaki değişim ve yeni değişim dinamikleri; Türkiye'de yaşanan rejim değişikliği sonucu devletin 2016’da uygulamaya koyduğu "yeni Kürt kimliği ve toplumu" inşa etme politikasının dikkate alınması artık elzem bir konudur.

Barışın, çözümün toplumsal ve bölgesel dinamikleri, Kürt sorununun çözümünün demokratik siyasete abanmaktan, HEDEP'in kurumsal, politik özgünlük alanlarının genişletilmesinden geçtiğini bize gösteriyor. Artık siyasette silahın miadını doldurduğuna işaret ediyor. Abdullah Öcalan'ın durumunu araçsallaştıran yöntemlerle Kürt seçmenin 2023 Mayıs seçimlerinde açığa çıkan beklentilerine anlamlı yanıt vermek mümkün değil. Bugünün ruhuna uygun yeni bir siyasi strateji gerek.

HEDEP kongresinde, Üçüncü yol paradigmasına yeniden dönüş iradesi gösterilmiş olması başlangıç için önemli, ama yeterli değildir. Demokratik siyasetin kurumsallaşmasını ve Kürt seçmenindeki değişim dinamiklerini temel alan bir şekilde parti, hareket ve örgüt ilişkisinde yepyeni bir süreç başlatılmadan, tam anlamıyla örgütsel ve politik radikal değişim yaşanmadan, devletin yeni yöneliminin hızı yavaşlatılamaz.

HEDEP'in Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun demokratik çözümüne yeni bir pencere açabilmesi, Türk merkez siyasetine etki edebilmesi ve Türkiyelileşme siyasetini etkili kılması oldukça zor olacak.

Kısacası devletin ve Türk siyasetinin İslamcılık eksenli HÜDAPAR ve başka aktörler aracılığıyla uyguladığı "yeni Kürt kimliği ve toplumu" inşa politikaları, cihatçı yapılarının palazlandırılmaya çalışılması yanlış yola sapmadır.

Kürt hareketinin, yeni dönem siyasetini eski paradigmayla, politikalarla kendini konsolide etmeye indirgemesi, bu toprakların barıştan, çözümden tamamen uzaklaşma ve Türkiyelileşme siyasetini başarısızlığa mahkûm etme sonucunu doğuracak bir stratejidir.

Kürt sorununda çözümsüzlük, diyalogsuzluk ve demokratik Kürt siyasetinin eskisi gibi demokratik siyaset zemininde, parlamento siyasetinde ve toplumsal mücadelede belirleyici konumda olamamasıdır.

(Politik Yol)