Gezi Davası hükümlüsü, TİP Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay'ın milletvekilliğinin TBMM kürsüsünde Yargıtay kararının okunmasıyla düşürülmesi, yeni bir tartışmaya yol açtı.

Tartışmada; Yargıtay, yerel mahkeme ve Anayasa Mahkemesi arasında yetki çatışmasından kaynaklanan bir yargı krizi mi, yoksa doğrudan doğruya yürütme yetkisine sahip Cumhurbaşkanının anayasayı askıya aldığı, yargıyı, yasamayı ve Meclis’i çevreleyen ve ilk kez karşı karşıya kalınan siyasal bir rejim krizi mi soruları öne çıkıyor.

AK Parti iktidarının son yıllarında; Ömer Faruk Gergerlioğlu, Enis Berberoğlu gibi farklı partilerden 9 milletvekili, Anayasa Mahkemesinin kararıyla TBMM görevlerine geri döndüler.

Bu kez ise adım adım başka şeyler oldu. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay kavgası hukuki değil, siyasi bir kavga. AYM üzerinden yeni rejime uygun yargıda doğrudan Sarayın emrinde yeni bir düzen inşa ediliyor.

Erdoğan rejimi her düzeydeki yazılı hukuku iptal etti. Süreci çok kısaca hatırlamakta yarar var. Gezi davasında 18 yıl hapis cezası aldığı için tutuklu olan milletvekili Can Atalay’ın ilk bireysel başvurusunu 25 Ekim 2023’de değerlendiren AYM, Atalay’ın “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiğine hükmetti. 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmeden AYM, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamada durma kararı verilmesine ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar verdi.

AYM kararını İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Mahkeme tahliye kararı vermedi, dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 Kasım 2023’de AYM’nin kararına “uymama” ve Can Atalay’ın serbest bırakılması yönünde oy kullanan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması yönünde bir karar aldı.

Avukatlar, Atalay için AYM’ye ikinci kez bireysel başvuru yaptı. AYM bir kez daha Atalay hakkında bu kez oy birliğiyle hak ihlali kararı verdi. AYM’nin kararı, tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik işlemler için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme AYM kararını bir kez daha Yargıtay’a gönderdi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, ikinci ihlal kararının da “hukuki değeri olmadığını” belirterek, karara uyulmamasına hükmetti.

Bu sürecin son halkası, Meclis’te Yargıtay kararının okutulması ve TBMM üyeliğinin otomatik düşürülmesi oldu.

TİP ve avukatları kısa süre içinde yenide AYM’ye başvuracaklarını duyurdular. Bu, bir bütün olarak muhalefetin 2018 sonrası yaşanan rejim değişikliğinin hâlâ farkına varmadığının işareti olsa gerek.

Karşı karşıya olunan keşke yargı organları arasında yetki aşımıyla, gaspıyla sınırlı kriz olsaydı. Bu durumda aşmak daha kolay ve basit çözümlerle olabilirdi. Ancak Türkiye bir süredir, yapısal bir rejim krizi yaşıyor. Bu krizi bizzat rejimin direksiyonunu elinde tutanlar birçok düğmeye aynı anda basarak çıkardılar.

Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) da bu süreçte yargının AYM kararını uygulamayan hakimlerle ilgili herhangi bir işlem yapmayarak örgüt bir biçimde AYM karşısında konumlandı.

Amaç; anayasasız, hukuksuz, kurumsallığı olmayan otoriter rejimin, keyfi yönetimin ömrünü uzatmaktır. Her şeyi ‘değersizleştirmek’, kurumları anlamsızlaştırmak, yöntemsiz ve kuralsız yönetim yöntemi yaratmak.

Yerel seçim sürecini de iktidar bu hedefe giden bir eşik olarak değerlendiriyor. Bir bütün olarak AK Parti muhalifleri ise hedefsiz. Ya da her bir muhalif odak, küçük iktidar adacıklarını sağlamlaştırma yolunda bitap düşmüş durumda. İktidar bloku karşısında oyun kurucu değiller. Muhalefet, kendini dar alana hapsetmiş, sadece itiraz eder konumda, kurucu siyaset yapmıyor.

Bugünlerde, Mayıs seçimlerinin heba edilmesinden dokuz ay sonra, ikinci dipten gelen bir kırılmanın taşları döşeniyor. Muhalefeti bekleyen büyük riskin herkes farkında.

Mayıs sonrasında ortak bir yol haritasıyla AK Parti blokunun önünü kesmekten ve demokratikleşme hedefinden çok hızlı geri durarak, yerel seçimlerde herkesin kendi öz gücü konsolide etmeye girişmesi, rejim krizinin derinliğinin farkında olmamakla veya iktidarın siyasal gücü karşısında mecalsizlikle ilgili olsa gerek.

Her bir sorun ve konu etrafında bütünsellikten yoksun, parçalı ürkek muhalefet etme hali, Cumhur İttifakının inşa ettiği rejime sessizlik içinde rıza göstermeye varacak bir savrulmaya yol açacaktır.

Bu riski elimine edecek olan; tıpkı Şerafettin Can Atalay konusunda yaşanan sorunlar gibi bir dizi sorunlara karşı, demokratik muhalefetin bütünlüklü bir perspektifle demokratik yeni bir rejimi aşağıdan yukarıya inşasıyla aşılabileceği bir mücadele birlikteliğinin yaratılmasıdır.

İktidarın her düzeyde ve her yerde protesto edilmesi; ancak net, açık, bütünlüklü bir hedefe bağlı birer halka olarak geliştikçe anlamlı hâle gelir. Daha da önemlisi toplumsal dönüşüme hizmet eder.

Ülkede herhangi bir sorunun anayasa ve evrensel insancıl hukuk temelinde çözülebileceğinin hukuksal güvencesi olduğu bir koşul artık kalmamıştır. Muhalefet bunun farkına varmadan ve adını koymadan muhalif olmaz. Anayasasız rejim. İktidar partisinin ikide bir yeni anayasadan söz etmesi, tam da anayasasız rejime geçme çağrısı olarak görülmek zorunda.

(Yeni Arayış)