Sağlık sorunları nedeniyle 2020’nin geride kalan haftalarında gündeme dair yazma imkânı bulamadım.

Bir niyetle bilgisayarın başına oturunca bu yıl gündemin eskiye göre hiç nefes aldırmadığının farkına vardım.

İdlib, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Yunanistan, deprem, çığ, uçak kazası, kadın cinayetleri, işsizlik ve zamlar...

Özetle, üzülmek, kahrolmak ve çaresizliğin dibini görmek için ne isterseniz o var.

Bu arada iyi mi yoksa kötü mü olduğuna henüz tam karar veremediğim bir şey oldu. Uzun zamandır oraya buraya çekilen, "Fetö’nün siyasi ayağı" konusu 26. Genel Kurmay Başkanı, emekli orgeneral ve Ergenekon Davası’ndan 780 gün yatmışlığı olan İlker Başbuğ tarafından bu kez somut olarak gündeme getirildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuya kayıtsız kalmayıp, Ak Partili milletvekillerini Başbuğ hakkında TBMM’nin onuru ve iradesinin savunulması adına dava açmaya davet edince, ciddi tartışma ve hakiki bilgilere ulaşma fırsatı bir nebze olsun doğdu.

İhtiyatlı davranarak bir nebze olsun diyorum, çünkü 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi hakkında TBMM Komisyonu’nun yaptığı araştırma ve hazırladığı raporun belirsizliğe mahkûm akıbeti halen hatırımda.

İlker Başbuğ’un dedikleri

Başbuğ, eğer Fetö’nün siyasi ayağına ulaşılmak isteniyorsa, sivillerin askeri mahkemede yargılanmasına son verilmesi ve askerlerin askerlikle ilgili olmayan suçlardan sivil özel mahkemelerde yargılanması hususunda 25 Haziran 2009 yapılan yasa değişikliğiyle ilgili önergeyi verenlerin araştırılması gerektiğine işaret etmesi son tartışmayı fişekledi.

Cumhurbaşkanı bunu meclisin onuruna hakaret, tehdit ve yeni vesayet niyeti olarak değerlendirdi. Önergede imzası bulunan Ak Parti’li 6 milletvekilinin Başbuğ hakkında suç duyurusunda bulunmasını sağladı. Ama ilginç nokta, şikâyet dilekçesinde yalnızca hakaret iddiası yer aldı.

Hatırlayacaksınız, darbeciler TRT’yi işgal edip kadın spikere "Milli Güvenlik..." bilmem nesi adına, eski darbelerden kopyalanmış bir bildiri okutmuşlardı. Normal olarak insanlar, bu heyetin kimlerden oluştuğunu ve başında kimin bulunduğunu merak ediyor. Öyle ya, başarılı olsalardı, bunlar ülkenin üzerine çökeceklerdi.

İşte 'siyasi ayak' diyerek aranan böyle bir şey!

Lakin, şimdiye kadar biz bunu pek de hakkıyla tartışmadık. Daha çok sakız gibi nereye çekseniz oraya uzanan ağız dalaşı yaptık. Herkes birbirini FETÖ’nün siyasi ayak olmakla suçladı. Doğal olarak vatandaş da yapılan acayip tartışmaya "Bu iş ne ayak!" diye şaşırıyordu.

Maşallah iktidar da bu tartışmayı bastırmak ve üstünü örtmek için elinden geleni yaptı.

Neyse, Başbuğ’un son çıkışındaki meydan okumayı iktidarı da muhalefeti de görmüş gibi ve biz perde gerisinde ipleri elinde tutanlar hakkında muhtemelen biraz daha fazla bilgi sahibi olacağız.

Kılıçdaroğlu yine Erdoğan’ı işaret etti ama...

Belki "İşte siyasi ayak" diye, somut bazı isimlere ulaşamayacağız ama karanlık örgütün biraz daha açığa çıktığını görebileceğiz. Özetle hayırlı bir tartışma...

Başbuğ’un örnek verdiği 2009 yılının 25 Haziran’ını 26’sına bağlayan gece 0.55’te iki önergeyi veren milletvekilleri arasında zamanın Adalet Bakanı Sadullah Ergin de var. 10 Şubat 2020 tarihli açıklamasında, yapılan değişiklikleri ağırlıkla AB tam üyelik süreci taahhütlerine bağlıyor. Son derece güçlü dayanaklar da sıralıyor.

Günlerdir siyasi ayağı açıklayacağı belirtilen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu grup toplantısında yaptığı konuşmayı dinledim. FETÖ’nün devlette güçlenme ve darbe yapacak noktaya gelme süreciyle ilgili son derece önemli ve bazıları kamuoyunca duyulmuş olan hayli bilgi verdi.

Konuşmasındaki belli bir mantık üzerine oturtulmuştu. Ona göre FETÖ devlete sızmaya daha önce başlamıştı ama darbeye cesaret edecek noktaya gelmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti’nin bu örgüte sundukları imkânlar ve verdikleri tavizler temel sebepti. Allah için doğru...

Hatta Kılıçdaroğlu, Fehmi Koru’nun kitabından bazı bölümleri aktararak, iktidarın 17/25 Aralık 2013’ten sonra bile eğer Fetullah Gülen’le uzlaşma imkânı bulabilseydi, bu tuhaf ortaklık sürecinin devam etmesi için çaba göstereceğini belirtti. Buna da kimsenin “hayır” dediğini duymadım.

CHP Genel Başkanı’na göre devletin istihbarat, ordu, polis, jandarma, yargı, üniversite vb. bütün kurumlarına personel yerleştirme yetkisine haiz kişi ve kurum başbakan, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu olduğu için, FETÖ’nün devleti ele geçirecek noktaya gelmesini sağlayan siyasi ayak da Erdoğan’ın olması normaldi.

Kemal Kılıçdaroğlu öyle sansasyonel bir isim açıklamadı ve uzun zamandır işittiğimiz bir propagandayı aslında tekrar etti. Ama bu defa, süreci olgular, kişiler, belgeler ve tavırlar üzerinden anlattığı için faydalı oldu.

Her şey o kadar düz değil

Muhtelif siyasal sebeplerle darbeci FETÖ’nün devlet içinde güçlenmesini teşvik etmek, "bizdendir" diye sahip çıkmak, göz yummak, mecbur kalmak affedilmez bir siyasal hatadır. Ülkeyi uçurumun eşiğine getiren süreçte böyle bir payı olmanın siyasal bedel dışında adalet ve yargı sistemimiz bakımından da bir karşılığı olmalıdır. "Kandırıldık" özeleştirisinin yeterli olmadığı görülüyor.

Lakin, Ak Parti ve yönetiminin yasal olmayan böyle bir darbeci gücün devlet içinde güçlenmesi için kollaması, onun gerçekleştirdiği darbe girişiminin, katlettiği insanların, devlete bizzat verdiği zararın doğrudan sorumlusu ve o illegal yapının siyasi ayağı olması anlamına gelemez.

Hukukta ve hakkaniyette böyle bir düz yaklaşım olamaz. Siyaseten ve propaganda amaçlı "Siyasi ayak sensin" demek başka, örgütsel gerçek ve hukuksal yargı olarak siyasi ayağı bulup ortaya çıkarmak başka! Erdoğan’ı siyasi ayak olarak göstermek FETÖ tartışmasını geliştiren ve derinleştiren bir kapasiteye sahip görünmüyor.

Şüphesiz FETÖ’nün bu denli büyük bir tehlike haline gelmesinde Ak Parti İktidarı’nın vebali büyüktür. Hangi sebeple olursa olsun, böyle bir karanlık güçle geliştirdiği ilişki Türkiye’ye ciddi zarar vermiştir.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında bu örgütle verilen mücadelede de Ak Parti’nin ciddi zaafları bulunmaktadır. Binlerce insanın mağduriyetine yol açan demokrasi ihlalleri yaşanmıştır ve bu durum devam etmektedir. Bunlar da FETÖ’nün mağduriyet maskesi takmasını kolaylaştırıyor.

Bugün ülke hukuk, basın özgürlüğü ve demokrasi bakımından yaşanmaz hale gelmiştir. Dolayısıyla, FETÖ’yle mücadele amacı rotasından çıkmış, ülkeyi despotizmin eşiğine getirmiştir. Ciddi boyutlarda dönemsel mağduriyet yaratılmıştır. FETÖ’nün yükselişinde rolü olan iktidar, çöküş döneminde de demokrasiye dayalı güçlü adımlar atamıyor.

Çok uzak bir tarih değil

Yazıyı noktalarken, konuyu çerçevelendirmek için bazı hatırlatmalar yapmak isterim.

Ak Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldiğinde gerek ordu içinde gerekse sivil kurumlar arasında canlı ve hayli dinamik vesayetçi güçler ve eğilimlerle karşı karşıya kaldı. Demokratikleşme ve AB’ye yönelimle püskürtmeyi hedefledi. Kimi darbe davalarının içini FETÖ boşalttı diye onları yok saymamak lazım.

Muhalefet partileri büyük ölçüde Ak Parti’nin geleneği ve temsil ettiği kimlik üzerinden tavır geliştirerek, demokrasi dışı güçlerin onu sıkıştırmasını kolaylaştırdı.

Hatta iş iktidardaki Ak Parti’nin kapatılması noktasına kadar geldi. Bu parti AYM’de tek oyla direkten döndü ve kapatılamadı.

Demokraside ısrar ve geniş kesimlere kendini anlatmak yerine, desteği Gülen Cemaati’nin gücünde aramak, Ak Parti’yi de Türkiye’yi de o vahim noktaya getirdi. Vesayet kuşatmasından kurtulmak uğruna atılan her adım, verilen her destek, yapılan her yasal ve anayasal değişiklik sonuç ta FETÖ’nün devlete iyice yerleşmesine ve güçlenmesine yol açtı. Parlamenter muhalefetin kimlik üzerinden sürdürdüğü uzlaşmazlık hattı da bu durumu iyice pekiştirdi.

Bunun çıkmaz bir yol olduğunu iktidar gördüğünde ise iş işten geçmiş gibiydi ve FETÖ ile arasında ölümüne bir savaş başladı.

Kürt seçilmişlerin kitlesel olarak tutuklanması, 7 Şubat 2012’de MİT’e kurulan tuzak, MİT Tırları olayı, 17/25 Aralık Operasyonu gibi olaylarda ne iktidar FETÖ’nün rolünü anlatabildi, ne de muhalefet onu dinlemeye hazırdı.

Gezi Olayları sırasında halkın hassasiyetlerine boş verip, olayların içinde yabancı parmağı aramak gibi demokrasi dışı yollar, süreç içinde muhalefetten destek alma imkânını yok etti.

Açık söylemek gerekirse Yenikapı Mitingi döneminde de iktidar bütün toplumla birlikte yürümeyi başaramadı. Tercih ettiği kutuplaşma adımlarıyla Türkiye’yi bugüne getirdi.

Bari şu “siyasi ayak” işini doğru dürüst tartışıp, bu dönemden dersler çıkarabilsek!