COVID-19 salgını hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumda.

Nasıl bir şey olduğuna dair hayli bilgisiz olduğumuz günler de geride kaldı.

Henüz aşısı çıkmadı ama bu afetle mücadelenin olumlu ve olumsuz örnekleri hakkında dünyanın dört bir yanından inanılmaz bilgi akıyor.

Şüphesiz iktidar bu mücadelenin asıl sorumlusu ve yetkili cephesi.

Doğal olarak, bütün sağlık tedbirlerinin vakitlice alınması ve ilgili kurumların harekete geçirilmesi ondan bekleniyor.

Beklenenler yapılıyor mu derseniz, eleştirilen çok nokta var. Özellikle de insan hareketliliğini engellemekte geç kalındığı yaygın bir kanı. Sıkışan ekonominin iyice zora girmemesi için zecri tedbirler alınmadığı ileri sürülüyor.

Temennimiz, 83 milyon vatandaşın sağlığı ve geleceği için atılması gereken adımların zamanında atılmasında tereddüt edilmemesidir.

Muhalif belediyeleri görünmez kılmak iktidara yaramaz!

İktidarı ve muhalefetiyle; kenti, kasabası ve köyüyle; yaşlısı ve genciyle bir teyakkuz halinde olmamız gerekiyor.

Lâkin bu noktada bir sorun yaşanıyor. İktidar bu mücadelede, muhalefet belediyelerinin harekete geçirici gücünü ve birikimini dikkate almak istemiyor. Onların, devlet kurum, daire ve müdürlükleri gibi doğrudan kendi iradesine bağlı bürokratik birimler olarak hareket etmelerini istiyor.

AK Parti cenahında, muhalefetle ve onların yönettiği belediyelerle, böyle bir salgınla mücadele için gerekli dayanışmayı teşvik eden ve güçlendiren bir yaklaşım görülmüyor.

COVID-19 salgınının yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı ilk günlerden itibaren, iktidar ilgili bakanlıklar eliyle belediyelere, özellikle muhalefet belediyelerine rastgele bir devlet kurumu gibi davrandı. Deneyimleri ve kadro gücü gözetilmeksizin valilik ve kaymakamlıkların bir dairesi gibi aynı şemsiyenin altına alındı. (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Genelge 2020/5, sayı: 7711888/67002, 12.03.2020; İçişleri Bakanlığı, Korona Tedbirleri, Genelge, sayı: 89780865-153,--.03.2020)

Muhalefet belediyelerinde ise bu durumu kabullenmeme ve kimi zaman kamuoyuna yansıyan eleştirilerde bulunma eğilimi görülüyor.

Şüphesiz iktidarın bu tavrında, hem başkanlık rejimi içinde olmamızın verdiği yönelim ve alışkanlıklar, hem de Anayasa’nın 127. Maddesi ile Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 23. ve 72. maddelerinin iktidardan yana aşırı yorumlanması rol oynuyor. Ama bunun da iyimser bir yaklaşım olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim.

Haksız sayılmazsınız.

Son seçimlerin yarattığı travma artık geride kalmalı

Son yerel seçimlerde önemli kayıplara uğraması nedeniyle iktidar, muhalefetin eline geçen belediyelere karşı demokratik bir olgunluk göstermiyor; hemen her sorunu dozu giderek sertleşen kavga konusu haline getiriyor.

İktidar bir yandan bu belediyelerin kaynaklarını kesiyor ve faaliyet alanlarını iyice sınırlandırıyor, diğer yandan da kontrolü altındaki medya gücüyle bunlar hakkında sürekli aleyhte bir propaganda sürdürüyor.

İktidar seçim sonuçlarını halen içine sindiremediğini, büyük kentleri kaybetmenin onun için dayanılması zor bir durum olduğunu kendi tavırlarıyla teyit ediyor. O gün bu gündür muhalefet belediyelerine, siyasal jargonla ifade edersek sürekli obstrüksiyon (engelleme) uygulamaktan kendini alamıyor. Kamuoyunda bu kanı giderek yaygınlaşıyor.

Başkanlık sisteminin gelmesiyle birlikte, TBMM’nin bağımsız varlığı ve rolünden çok şey kaybettiği de dikkate alınırsa, muhalefetin politikalarını dillendirebileceği ve kendini seçmene gösterebileceği yegâne mecranın belediyeler olduğu ortada.

Tabii HDP belediyelerinin büyük bölümünün son derece tartışmalı ve bence çoğu haksız gerekçelerle kayyıma teslim edilerek epey zaman önce devreden çıkarıldığını da gözden kaçırmayalım.

İşte yeni koronavirüs salgını tam da böyle bir siyasal gerilimin yaşandığı dönemde kapımıza geldi.

İktidarın bu şartları fırsat bilip, salgına karşı uygulamaya soktuğu bazı idari model ve tedbirlerle muhalefet belediyelerinin elini kolunu bağladığı ve onları bu olağanüstü süreçte görünmez hale getirmeye çalıştığı, öne çıkan bir eleştiri konusu.

Bu böyle olmak zorunda mıydı? Elbette değil; bunu tartışmamız gerekir.

Muhalif belediyeleri kucaklamak işleri kolaylaştırır

Muhalefetin belediyelerinin bilgi ve birikimini, kapasite ve enerjilerini kucaklamayan, onlarla kapsamlı bir işbirliği içine girmeyen bir iktidarın, bu korkunç virüsle baş etmesi kolay olabilir mi?

Bu soru “devlet içinde devlet arayışı” gibi demagojik suçlamalarla geçiştirilmemeli.

Salgının üstesinden gelmek için muhalefetle samimi iş birliği ve muhalif belediyelerle, onların bağımsız varlığını ezmeden yapılacak ortak çalışma, merkezi idarenin işini kolaylaştırmaz mı?

Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin valilikten izin almadıkları gerekçesiyle bağış kampanyalarının durdurulması ve hesaplarının bloke edilmesi, gelinen noktanın en vahim göstergesi.

Basit bir bürokratik işlemle halledilecek konu, koca bir memleket sorunu haline getirildi.

İçişleri Bakanlığı, Anayasa’nın 127. maddesinden ve 2860 sayılı Yardım Toplama Yasası’ndan hareket ettiklerini söylüyor. Bununla da yetinmeyip, bu belediyelerin yardım toplama faaliyeti hakkında kovuşturma açılmasını istiyor.

Ekrem İmamoğlu ise Bakan Süleyman Soylu’ya verdiği yanıtta, 5393 Sayılı Kanunun 15. maddesi ile 5216 Sayılı Kanunun 18. maddesinin G bendinde, belediyelerin ve belediye başkanlarının bağış alma yetkisinin öngörüldüğünü belirtiyor. Mansur Yavaş’la birlikte konuyu yargıya taşıyacaklarını ilave ediyor.

Amacı yurttaştan yurttaşa destek ve dayanışma olan bir girişim, ne yazık ki sonunda karakola taşındı.

Bunun yasalara titizlikle uyulması hassasiyetinden kaynaklandığı iddiası hiç samimi ve sahici değil. İktidar eliyle çiğnenen yasaları alt alta sıralamaya çalışsak sayfalar yetmez.

COVİD-19’u alt etmenin yolu, olağanüstü merkezileşme mi?

İktidarın yürürlüğe soktuğu şöyle bir şema var: Sağlık Bakanı başkanlığında oluşturulan Bilim Kurulu, önerilerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunuyor; onun benimsediği kadarı, ülke düzeyinde uygulanacak makro politika ve tedbirler olarak, talimatla ilgili bakanlıklara ve valiliklere gidiyor.

İkinci olarak, her vilayette valinin başkanlığında il pandemi kurulları oluşturuldu. Başta belediyeler olmak üzere bütün devlet kurumları o şemsiye altında toplanıyor. Bunlar Cumhurbaşkanının benimsediği karar ve tedbirleri o yerel birimde hayata geçiriyor. Yerelde uygun gördükleri ilâve kararları alıyor.

Böylece bakanlıklara bağlı il idareleri ve belediyeler, merkezi idarenin yönlendirmesi altında salgına karşı mücadelenin kritik unsurları haline geliyor. İçişleri Bakanlığı ve teşkilâtı ise süreci yöneten en etkili unsur oluyor.

Siyasi iradenin bir mücadele mekanizması oluşturması, ona anayasa ve yasaların tanıdığı bir hak. Bunun tartışılacak bir yanı yok.

Ancak mevcut şema içinde ve iktidarın anlayışı nedeniyle, muhalefet belediyelerinin, hem devlet kurumlarıyla işbirliği yapan hem de kendi geniş bilgi ve birikimini, kadro gücünü ve geniş ilişki ağını harekete geçiren üçüncü mücadele odağı olma imkânı pek kalmıyor.

Aslında devletin salgınla mücadele modeli hayli merkezileştirilmiş bir model.

Geleneğimizde olan merkezileşme temayülü, muhalefeti buharlaştırma niyetiyle birleşince, ortaya böyle bir tablo çıkıyor.

Sonuç olarak on binlerce, yüz binlerce ve milyonlarca oy almış olan belediye başkanları ve belediyeleri, atanmış valilerin yönlendirmesi altında iş yapmaya çalışıyor.

Salgın karşısında henüz içimizi ferahlatan bir noktaya geldiğimizi söylememiz zor.

Ama siyaseten neredeyse seçim öncesine döndük sayılır.