Seçimlere giderken Cumhur İttifakı'nın seçmenin aklının çelecek, onları bir dönem için daha kendisine katlanmaya ikna edecek politik kozları tükendi.

Ekonomide, istihdamda, tarımda, eğitimde, devlet kurumlarında, yargıda, adalet ve özgürlükte yaşanan bunca yıkımı seçmenin görmezden gelmesi için uğraşıyorlar. İktidarın siyasal ömrünü bir dönem için daha uzatması, neredeyse Allah'a kaldı!

İktidarın uçup giden üç "seçim kozu"

Bir süre öncesine kadar iktidar üç noktadan yükleniyordu.

Bunları sırasıyla hatırlayacak olursak; ilki muhalefet belediyelerinin bütün engellemelere rağmen verdikleri hizmeti görünmez kılmaktı. İki hafta önceki yazımda bu konuyu zaten etraflıca ele almıştım. İktidarın zirvesinden tabanına, bu belediyelere uygulanan baskı, yapılan aleyhte propaganda ve sergilenen engeller, artık bekleneni vermiyor. Bu belediyelerle halkın arasına iktidar ne yapsa giremiyor, belediyelere güven gittikçe artıyor.

HDP ile Millet İttifakı arasındaki ilişkiyi "Terörün siyasi ayağıyla" işbirliği gibi gösterip, milliyetçi ve ulusalcı seçmeni bu ittifaktan uzaklaştırmaya çalışmak iktidarın ikinci önemli kozuydu. Bu politikanın diğer ayağında ise HDP'yi kapatıp, dağılacağını umduğu Kürt seçmenlerden daha fazla pay kapma hesabı bulunuyordu. CHP, HDP ve İYİ Parti'nin karşı hamleleri, iktidarın politikasını açığa düşürdü. Kamuoyu araştırmaları da AK Parti'nin umduğunu bulacağına dair pek olumlu işaret vermiyor. Kürt seçmen de her şart altında oyuna ve partisine sahip çıkıyor. Milliyetçi seçmenin ise iktidar yönünden esen her kışkırtıcı rüzgâra kapılmayacağına ilişkin ciddi belirtiler var.

Sonuncuya gelince; "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin aksayan yönlerini düzeltmeyi hedefleyen anayasa değişikliği" adıyla, bir yandan gündemin yönünü değiştirme, diğer yandan da üç yıl içinde foyası meydana çıkan başkanlık rejimini yeniden parlatma operasyonuyla karşı karşıyayız. Halbuki, "otoriter başkanlık" kategorisinde üst basamaklara tırmanan bu modelde devlet nerede başlıyor, iktidar partisi nerede bitiyor, birbirine karışmış durumda. Karışmayan ve bütün çıplaklığıyla ortada olan ise bütün yetki ve gücün tek adamda, parti genel başkanı cumhurbaşkanında toplandığı gerçeğidir. Parlamento, yargı, bağımsız kurumlar ve kurullar onun doğrudan yönlendirmesi altındadır. İşlerin yürümediğini, iktidar partisi mensuplarının çoğu da görüyor. Açık açık itiraz edemeseler de için için homurdanıyorlar. İktidarın büyük ve küçük ortakları, bu tablonun görülmesini ve konuşulmasını engellemek, gündem dışına atmak istiyorlar. O nedenle de "Türkiye’nin ilk sivil anayasasını yapıyoruz" gibi fiyakalı bir söylemle, alakasız bir konuyu seçim sürecinde seçmene ve muhalefete tartıştırmak istediler. Amiyane tabirle muhalefet partilerini meşguliyet oltasına getirmenin hesabını yaptılar. Seçmenin de bunda pozitif bir boyut göreceği zannına kapıldılar. Muhalefeti bir yana bırakalım, seçmenin "Durun, bir yere gitmeyin; vaziyeti toparlıyoruz" türünden çağrılara kulak kabartacağı eşiğin çoktan aşıldığının galiba farkında değiller.

Tabii muhalefet sıkı durup "yeni anayasa" topuna girmeyince, iktidar sözcülerinden mecburen "Başkanlık rejimi asla değişmeyecek" ikrarı geldi ve "Türkiye'nin ilk sivil anayasası" balonu da hızla söndü.

İktidar, nasıl oldu da mutabakat arıyor!

Söz buraya gelmişken, son yıllardaki partiler arası mutabakatı gözeten anayasa değişikliği çabalarına da kısaca göz atmalıyız.

İlgilenenler hatırlayacaktır, AK Partili Cemil Çiçek'in TBMM başkanlığı zamanında anayasa değişikliği için ciddi ciddi komisyon kurulmuştu. Hatta sıkı bir çalışmayla AK Parti, CHP, HDP ve MHP, parlamenter sistem çerçevesinde 60 maddelik uzlaşma sağlamışlardı. 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra ise bu kez AK Parti, CHP ve MHP, 7 madde değişikliği üzerinde anlaşmışlardı.

Fakat nasıl olduysa, AK Parti ve MHP ikilisi, diğer partilerle yapılan önceki mutabakatları çöpe atıp, 16 Nisan 2017'de Türkiye'yi başkanlık rejimine götüren referandumun yapılmasında karar kıldılar. Sonrasını biliyoruz.

Biliyoruz bilmesine de, şimdi büyük bir çoğunluğun yaşayıp "ucube" bir sistem olarak değerlendirdiği bu rejimin, referanduma giderken AK Parti ve küçük ortağı MHP tarafından nasıl savunulduğunu hatırlamakta fayda var.

Başkanlık rejimi meğer neymiş!

Başkanlık rejimi için o gün de, bugün de inanılması imkânsız gerekçeler şöyle:

1- Israrla "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" olarak takdim edilen başkanlık rejiminin, ülkenin yaklaşık 150 yıllık parlamenter geleneği görmezden gelinerek, tarihimize ve geleneğimize uygun bir yönetim olduğu iddia edildi.

2- Parlamenter sistemin aslında Batı'nın bir zorlaması olduğunu, bu nedenle devletin kritik anlarda karar alamadığını, başkanlık sistemine geçildiğinde devletin hızlı karar alıp etkin çalışacağını, bürokrasinin de buna ayak uyduracağını ileri sürdüler.

3-  Başkanlık sistemine karşı çıkanların Batı'ya bağımlı eski düzeni savunanlar olduğunu, onların mevcut statülerini kaybetme endişesi taşıdıklarını anlattılar.

4- Darbe ve vesayetin parlamenter sistemin zaaflarından ortaya çıktığını söyleyip başkanlık sisteminde darbe olmayacağını savundular. Tek adamlığa ve marjinal ideolojik partilerin iktidara gelmesine başkanlık modelinin engel olacağını ileri sürdüler.

5- Başkanlık sisteminde yetkilerin tek elde toplanmayıp dağıtıldığını, böylelikle yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetlerin daha bile güçlendiğini söylediler.

6- Meclis'in çok güçlü hale geleceğini, onu feshetmeye yeltenen başkanın kendisinin de seçime gitmeye mecbur olduğunu, milletvekillerinin % 75'inin oyuyla başkanın yüce divana götürülebileceğini hatırlattılar.

7- Başkanlık sisteminde yargıçlar düzenine son verileceği, tarafsız ve bağımsız yargının hayata geçeceğini iddia ettiler.

8- Parlamenter sistemde çok sık gördüğümüz koalisyon hükümetleri zaafına son verileceğini ve kalıcı istikrarın sağlanacağını ileri sürdüler.

Seçmeni ikna etmek için, iler tutar yanı olmayan birçok iddiada bulundular. Ancak çok değil 2-3 yıl içerisinde, zihinlerindeki başkanlık rejiminin nasıl bir şey olduğu ortaya çıktı ve bunun ülkeyi nasıl bir yere sürüklediği belli oldu.

Böyle olunca da, aynı iktidar ikilisinin bu defa, kafasına sivillik şapkası geçirilmiş "Başkanlık rejiminin aksayan yönlerini birlikte düzeltip millete götürelim" teklifine kim itibar eder!

Muhalefet de öyle yaptı. Şaşıracak bir şey yok!