Fetö’nün siyasi ayağı yeni bir konu olmadığı halde, İlker Başbuğ’un dile getirmesi fazla gürültü kopardı.

Asıl dikkat çeken iktidar medyası ve yazarlarının askeri vesayet güçlerinin yeniden kıpırdanması ve “darbe” ihtimalini hararetle öne çıkarması oldu.

Muhalefete yakın yayın organları ise bu hususu görmeye pek yanaşmadı ve daha verimli buldukları AK Parti’deki siyasi ayak arayışlarına devam ediyorlar.

Peki, Türkiye gerçekten askeri vesayetin ve darbenin tehdit olduğu günlerine mi dönüyor?

FETÖ darbesini iktidar, parlamento ve seçmen üçlüsüyle püskürtmüş bir Türkiye’de, bu yolla iktidara gelmeyi düşünenler halen olabilir mi?

Sona eren “düşük yoğunluklu ittifak”

Başbuğ’un durup dururken siyasi ayak tartışmasını gündeme sokması, kafaların karışmasına, soru ve kuşkuların ortalığa saçılmasına neden oldu.

Hatırlayacaksınız, ‘İnternet Andıçı Davası’ndan dolayı İlker Başbuğ’un 6 Ocak 2012’de tutuklanmasına ve Silivri’de yargılanmasına Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı çıkmıştı. Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının hiç değilse tutuksuz olarak Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini ifade etmiş, hoşnutsuzluğunu ve üzüntüsünü bariz bir şekilde hissettirmişti.

İşte bu olaydan itibaren, FETÖ’nün davalar yoluyla tasfiye etmeye çalıştığı Kemalist eğilimli askerlerin bir bölümüyle Ak Parti iktidarı arasında ağır gelişen ve adı konulmamış düşük yoğunluklu bir ittifak doğmuştu.

Hele Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın 31 Aralık 2013’de “Milli orduya kumpas kuruldu” diyerek, doğrudan FETÖ’yü ve darbe davalarını hedef almasıyla başlayan gelişmeler bu ilişkiyi bir hayli pekiştirdi. Ardından darbe davaları birer birer çökmeye ve Silivri tutukluları tahliye olmaya başladılar.

O zamandan beri Ak Parti ile bu Kemalistler kesimler arasındaki ilişki, konjonktüre göre bazı iniş çıkışları olsa bile, hemen her belirli bir yakınlık gözleniyordu. O gün bugündür dikkat çeken bir çatışma da yaşanmadı. Kürt Sorunu’na yaklaşım, FETÖ’ye karşı mücadele, Suriye ve Doğu Akdeniz politikası da ittifakın sürmesi için uygun iklim sağlıyordu.

İlker Başbuğ’un sert çıkışı düşük yoğunluklu olarak sürmekte olan bu ittifakın sona erdiği yönünde düşüncelerin doğmasına yol açtı.

Başbuğ’un tercihi kişisel gibi...

Anlaşılmaya muhtaç olan konu, İlker Başbuğ’un bu konuşmayı niye yaptığıdır.

Olgulara bakılırsa Başbuğ, niyeti bir yana, söz konusu Kemalistler adına konuşabilecek güçlü bir konuma sahip değil. “Arkadaşlarının tutuklanmasına karşı çıkmadığı”, onları “sahiplenmediği” ve Kozmik Oda’ya girilmesine “seyirci kaldığı” eleştirileri o camia içinde varlığını halen sürdürüyor.

Şüphesiz İktidara karşı mevzilenme anlamında Başbuğ’un söz ve eylemine değer biçen ve onda motivasyon unsuru bulan kimi emekli, kimi muvazzaf Kemalist askerler de olabilir. Ancak, bugüne kadar kamuoyuna yansımış, siyasal analizlerde yer etmiş böyle bir grubun varlığına işaret edilmedi.

Başbuğ çeşitli vesilelerle kamuoyu önüne çıksa bile (yazdığı kitapları, verdiği konferanslar ve röportajlar, katıldığı toplantılar, vb) liderlik eğilimi içinde olduğunu gösteren somut ve güçlü bir belirti de yok.

Bütün bunlar dikkate alınınca yolları ayırmasının kişisel tercih olması ihtimali fazla güçlü görünüyor.

Ama tam zamanında...

Bu çıkışın zamanlamasına biraz daha yakından bakalım.

İktidar hayli zamandır içeride ve dışarıda ciddi güçlükler yaşıyor ve dikkat çeken bir yalnızlık ve zayıflama trendi içinde. Cumhur İttifakı gevşeme belirtileri gösteriyor.

İki günde bir orada burada patlayan yolsuzluğun, hukuksuzluğun, eş dost kayırma vukuatlarının, yorgun Ak Parti tabanında belli bir kaçış eğilimi yarattığı aşikâr. Yerel seçimlerdeki yenilgi sonrasında Ak Parti’n kan kaybetmesi durmuş gibi görünmüyor.

Ahmet Davutoğlu kopardığı seçmenle partisini kurdu. Ali Babacan daha geniş ve etkilisini kurmak için gün sayıyor.

Rusya ve İran’la birlikte çözmeye çalıştığı Suriye sorunu İdlib’de ciddi tıkanma yaşıyor. Türkiye büyük bir savaşın içine yuvarlandı yuvarlanacak. Rusya’yla sürdürdüğü yakın ilişki çıkmazda ve birçok yönüyle sorgulanmaya başladı.

Büyük bir sığınmacı nüfusu barındıran ülke, iktidarın izlediği politika nedeniyle yeni kitlesel sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalma riski muhalefetin ciddi eleştirilerine yol açıyor.

Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliği, toprak bütünlüğü, PKK ve PYD/YPG’ye karşı mücadele, Libya ve Doğu Akdeniz nedeniyle ciddi anlaşmazlıklar yaşanan ABD ile İdlib dolayısıyla yakınlaşma belirtileri dış politika tutarsızlığı olarak değerlendiriliyor.

Kürtlerde görülen gönül kırgınlığı, adalet ve yargı alanında yaşanan problemler, demokrasi yoksunluğu, basın özgürlüğünün kısıtlanması bütün çıplaklığıyla ortada duruyor. Günü kurtarma ekonomisini süsleme, istikrarlı işsizlik ve hayat pahalılığını perdeleme, rakamlarla oynama toplumsal memnuniyetsizlikteki artışı gizleyemiyor.

“Başkanlık rejiminin” otoriter tek adam rejimine dönüştü ve iktidar çevrelerinde huzursuzluk yarattı. TBMM törensel bir kuruma dönüştü. Türkiye nin daha fazla taşıyamayacağı gerçeklik halini aldı.

Bütün bunların Başbuğ’un kararında etkili olmadığı söylenemez.

Amerikalı “orta kademe” diyor ama...

Tesadüf müdür bilinmez, Pentagon’u fikren besleyen düşünce kuruluşlarından Rand Corporation’ın 278 sayfalık Türkiye Raporu’nu yayınlaması tam da bu döneme rastladı.

“Orduda orta kademe subaylar arasında darbe fikrinin giderek taraftar bulduğu” iddiasını ileri sürüyor. Daha ileri gidip uzak olmayan bir vade içerisinde darbe olabileceğini ortaya atıyor.

Malum, yüksek rütbeli subayların çoğu darbe davaları, emeklilik ve FETÖ iltisakıyla tasfiye oldu. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şu anda güvendiği eski orta kademedekileri üst kademeye çıkararak durumu götürüyor. Yeni orta kademe subaylar vesayetçi ve darbeci geleneğe nasıl ve neden yeniden sarıldılar epey kurcalanması gereken bir durum.

Ancak, başarısız bir darbeyi ezen bir iktidar, milli savunmanın başında bulunan eski bir Genel Kurmay Başkanı ve ekibi varken, bu “orta kademe subayların” kıpırdanması mümkün olsa dahi darbe hattına girmesi kolay görünmüyor.

Değişen dengeler iktidarın lehine değil

2023 seçimlerine doğru gidiyoruz. Belki öne alınmış bir seçimle yüz yüze geleceğiz. Bu durum siyasal dizilişleri de ister istemez etkiliyor.

Mevcut dengeler Ak Parti iktidarının işini zorlaştıracak bir seyir izliyor. Saadet Partisi’nin Kudüs Mitingi bu yönden dikkat çekiciydi. Cumhur İttifakı hariç herkes oradaydı. Önümüzdeki seçimde aynı iktidar kombinasyonu çıkar mı, hayli şüpheli.

Vesayet ve darbe tehlikesinin iktidar çevrelerinde işlenmeye başlanması, bir zamanlar olduğu gibi, demokratik hassasiyeti olan çevrelerin yeniden iktidarın etrafında kümeleme niyeti olarak görülebilir. Bunca hayal kırıklığından sonra bu mümkün olabilir mi, derseniz bana göre çok zor.

Buna karşılık demokrasi temelli buluşma olarak tanımlanan Millet İttifakı gücünü korumaya ve hatta biraz artırmaya devam ediyor.

Bu arada bazıları merkez sağ ve liberal eğilimli üçüncü bir odağın doğma ihtimalinden söz etse de henüz ortada bir şey yok.

Seçimle gelen seçimle gitmeli

Büyük kentler yerel yönetimleri kaybeden Ak Parti’nin onları muhalefete teslim etmekte gösterdiği gönülsüzlük, yapılacak ilk cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi kaybetmesi halinde iktidarı vermeye hiç yanaşmayacağı şeklinde tuhaf varsayımlara yol açmaya devam ediyor. Bunun bazı mahfillerde çok işlendiği düşünülebilir.

Ak Parti’nin böyle bir yola başvuracağına hiç ihtimal vermiyorum. Türkiye böyle bir tavrı taşıyabilecek bir ülke değil ve bunu yapanların bir gün bile iktidarda kalabileceğini sanmam. Ancak böyle bir varsayımlardan kendine rol çıkaran uslanmaz askeri vesayet ve darbe meraklıları çıkmaz mı derseniz, çıkabilir de...

Darbeye nice canlar pahasına geçit vermeyen bir halka, “Bu iktidar çok kötüydü. İktidarı vermeyecekti. O nedenle devirdik”, demeye kalkacakların işinin hiç de kolay olmayacağını söylemek isterim.