Ayrıntı Yayınları’nın eski Genel Yayın Yönetmeni Ömer Faruk’un yeni deneme kitabı geçtiğimiz Şubat ayında 6:45 Yayınları’ndan Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği adıyla çıktı.

Ömer Faruk’un ayrıca 2014 yılında İthaki Yayınları’ndan çıkıp Melih Cevdet Anday Deneme Ödülü yarışmasında teşekkür alan Yarabıçak - Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları ile yayın aşamasında bulunan "Aşk ve Ereksiyon" isimli kitapları da bulunuyor.

Cemal Yardımcı’nın kitabın girişinde yer alan kapsamlı değerlendirmesi, Ömer Faruk’un ele aldığı düşünce ve başkası adına konuşma sorunsalına nüfuz etmemizi kolaylaştıran bir rol oynuyor.

Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği’nin dikkat çeken diğer özellikleri arasında, yazarın ele aldığı konuları numaralandırılmış özlü değinmeler şeklinde "Fısıltılar"ı ve neredeyse boyutu kitabın asli metnine yaklaşan ve konu devamlılığı bakımından birbirine zincirlenmiş alıntıları görüyoruz. Yazarın görüşlerinin anlamlı bir bölümünü bu alıntılar arasında dolaşırken temellendirdiğini söylemek hatalı olmayacaktır.

Ömer Faruk’un düşüncelerini ifade ederken ağırlığını çağdaş olanlar teşkil etmek üzere çok sayıda Batılı düşünürü ve akademisyeni referansları arasına alıyor. Bunlar içinde görüş, öneri ve tartışmalarına sık başvurulan Friedrich Nietzsche, Gilles Deleuze, Yual Noah Harari, Umberto Eco, Saul Newmann, Etienne Balibar, Eduardo Galeano, Ulus Baker, Mary Douglas, Alain Badiou, Joel Kovel, Brian Massumi, Claude Levi-Strauss, Abdulgaffar el Hayati gibi isimler dikkat çekiyor. Düşünceye, düşüncenin oluşum sürecine, mahiyet değiştirerek ve temsiliyet süreçlerinin deformasyonu neticesinde diktatörlüğün aracı haline gelmesine dair yaklaşımlarını açıklarken, Emre Sünter, Orhan Koçak, Ahmet İnsel, Çetin Balanuye, Şükrü Argın, İlke Karadağ ve Bedia Akarsu gibi yazar, akademisyen ve düşünürlerden de yararlanıyor.

Konu düşünce ve onun etrafında yaşanan kriz olunca, kutsal kitapların değerlendirme dışı kalması beklenemez. Ömer Faruk da tek Tanrılı dinler olarak Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'in kutsal kitaplarını, düşünceye yaklaşımı bağlamında yorumlarına dahil ediyor.

Düşünsel olarak kendini "muhalif sol" mecrada tanımlayan Ömer Faruk, ilk işaretlerini önceki denemesinde verdiği gibi, "hayatın her alanına nüfuz etmiş bulunan çok ciddi bir düşünce krizi yaşandığını" ileri sürüyor. Kitabında verdiği bazı örneklerle bu krizin geldiği boyuta dikkat çekiyor.

Devleti, mevcut temsiliyet modellerini, muhalif yapılanmaları, eylemlerinin muhtevasını ve halihazırdaki çerçevenin dışına çıkamayan ütopyalarını "düşüncenin düşünene hükmettiği" tespitinden hareketle köklü bir şekilde eleştirerek, buradan yeni, bağımsız ve özgür bir hikâye çıkamayacağını ve yeni bir dünya kurulamayacağını ileri sürüyor.

Ömer Faruk, kapitalizme, devlete, rejime, verili ahlaka, giderek ortak kaderimizi tek kişinin eline teslim eden düzene dair oldukça köşeli, neredeyse sınır tanımaz eleştiriler getiriyor. Bu bağlama Sol’da yıllardır sürmekte olan düşünsel çıkmazı da dahil ediyor. Sol’un halihazırdaki fikri müktesebatını, örgütsel modellerini ve onun ifadesiyle küçük iktidarlar ve devletler oluşturma peşinde tükenen siyasal pratiğini de eleştiriyor.

Bu noktadan hareketle, Marx’ın ardıllarının onun düşünsel yaratıcılığını pratiğe taşıyamayarak seçilmiş tek adamlara zemin hazırladıklarını ileri sürüyor. Memleket Solu’nun da kendi üzerine düşen payı üstlenerek kendi üzerine düşünmektense "üretim aracı olarak toprak"la kendini sınırlayan bir siyaset yapma tarzıyla sürekli irtifa kaybetmeye devam ettiğini belirtiyor. Bu durumun bizi bir yol ayrımına getirdiğini, ya "dünyanın güzelliklerine layık olarak yaşamı sevmeyi, olumlamayı, bir hikâye edinmeyi" ya da "dünyanın güzelliklerini görmezden gelerek yaşamaya hınç duymayı, acı çekme ve çektirmeden haz duymayı" (sf. 45-46) seçmekle karşı karşıya kaldığımızı ifade ediyor.

Düşünce kendisi üzerine düşünmediği sürece düşünmüş sayılmaz, diyen Ömer Faruk, düşüncenin düşünene hükmetmesi sürecinin noktalanıp, düşünenin düşünceye hükmetmesi çağrısında bulunuyor. Bizi kuşatan zihniyet ve kurumların dışına çıkıp, yeni bir hikâye oluşturmanın böyle bir başlangıca bağlı olduğuna işaret ediyor.

Söz özneye, bireye geldiğinde alışkın olduğumuz "devrimci" nitelemesi yerine "çok kalpli asi"/yi kullanmayı tercih eden Ömer Faruk, daha ilk sayfalarda bu kavramı açıklamaya çalışırken, denemesinde bizi nerelere sürükleyeceğinin ipuçlarını da veriyor.

(Ömer Faruk, Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği, 6:45 Yayınları, İstanbul, Şubat 2019)