Annelerin Diyarbakır HDP İl binası önündeki oturma eylemi, annelerin sayısı ağır ağır artarak devam ediyor.

Kimi zaman annelere çocuklarının ölüm haberinin gelmesi gibi kahredici anlar da yaşanmaya başladı.

Bu eylemin nasıl bir noktaya varacağı herkes için merak konusu.

İktidarın bu eylemi bizzat teşvik ve organize ettiği yönünde iddialar var. Öyle olsa bile, kangren haline gelmiş gerçek sorunun ve ondan kaynaklanan acıların aracısız sözcülerinin doğrudan anneler olmasında ne mahsur var! Anaların bizzat varlığı her şey için yeter de artar.

Ülkenin değişik bölgelerinden onları ziyaret etmek, destek ve dayanışmalarını göstermek için gelen STK temsilcileri, dernek yönetici ve üyeleri, değişik alanlardan sanatçı grupları da tartışma konusu oldu.

Kürt Sorunu etrafında toplumsal bir saflaşma yaşadığımız doğru, ama ideolojik ve politik yakınlıkları ileri sürüp bu dayanışma girişimlerini iktidar güdümlü samimiyetsiz tepkiler olarak değerlendirmek, sorunun çapını göremeyen anlamsız bir sığlık ve duyarsızlık olur.

Ana yüreği

Sadece Türkiye’de değil, birçok dünya ülkesinde çözülemeyen böyle ağır ve köklü sorunlarda anaların devreye girmesi hep dikkat çekmiş ve mücadele sembolü olmuşlardır.

Çocuğunun dermansız hastalığı için kendini paralayan, engelli çocuğunu eğitim görsün diye yıllar boyu sırtında taşıyan, bir küçücük haber alabilmek uğruna cezaevlerinin önünde ömür tüketen, devletin kaybettiği çocuğunu ömrünün son nefesine kadar arayan annelerin hikâyeleri anlatmakla bitmez.

Dolayısıyla bizi on yıllardır meşgul eden Kürt Sorunu nedeniyle gençler ister kandırılarak, ister gönüllü, isterse kaçırılarak PKK’nın dağdaki silahlı gruplarına dahil olsunlar, hangi görüşte olursa olsun anaların bu duruma sessiz kalması beklenemez.

Yitip giden yaşamların on binlerle ifade edildiği bir sorunun mağdurlarından söz ediyoruz.  

Mağdurlara ayrımcılık kimseye yarar getirmez!

İktidarın bu annelere gösterdiği empatiyi ve ilgiyi Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri ve KHK Mağdurlarının anneleri gibi iktidara mesafeli gruplara göstermediğine işaret edilip çifte Standard eleştirisi yapılıyor.

Ak Parti, iktidarının ilk yıllarında farklı bir yaklaşım sergiliyor ve devletin böyle mağdur ettiği yurttaşların yakınlarına daha eşitlikçi, demokratik ve hukuka uygun davranıyor ve anlamaya çalışıyordu. Ama köprünün altından çok sular aktı.

Bugün muhalif görünen ve HDP’ye yakın olan annelerin bir yerlerde toplanarak taleplerini dile getirmelerine asla izin vermiyor. OHAL döneminde KHK’larla işinden olanların yakınları polisin çok sert tavırlarına muhatap oluyorlar. Bu davranışın siyasal kutuplaşmayı artırdığı ve toplumsal iklimi daha da bozduğu ortada.

Büyük ve karmaşık bir sorunla yüz yüzeyiz

İşin gerçeğine gelince, annelerin isteği son derece sade (çocuklarına sağ salim kavuşmak ya da öldülerse mezarları belli olsun istiyorlar) olmasına karşın, bu durumu yaratan Kürt Sorunu geldiği nokta itibariyle o kadar karmaşık bir hal aldı.

Hatırlayalım; Ak Parti iktidarı 2015 itibariyle Kürt Sorunu’nu demokrasi bağlamında çözülebilecek bir sorun olarak görmekten vazgeçip, terörle mücadele konusu olarak görmeye, meseleyi askeri ve polisiye tedbirlerle bastırmaya yöneldi.

PKK ise, 21 Mart 2013’de başlayan Barış ve Çözüm Süreci’ni silahlarını susturup, güçlerini sınır dışına çekerek destekledi. Ama Suriye İç Savaşı’nın gelişen seyrinde, Kuzey Suriye’de ABD’nin desteklediği PYD için özerk bir yapılanma fırsatı doğduğunu düşünerek tavrını değiştirdi ve süreçten hızla uzaklaştı. Ak Parti iktidarının süreci sonlandırma adımlarına paralel ve eş zamanlı olarak tekrar silaha yöneldi.

Bu durum çözüme inancı zayıflattı ve derin hayal kırıklığı yarattı.

Büyük güçler işin içinde

Kürtler sadece Türkiye’de yaşamıyor. Dört ülkeye dağılmış durumdalar. PKK baştan beri bölgenin bu gerçekliğini gözeten bir strateji izliyor; politikalarını ve ittifaklarını bu temelde şekillendiriyor.

Özellikle Körfez Savaşı’ndan beri bölge büyük güçlerin rekabet alanı oldu. Arap Baharı sonrasında Suriye İç Savaşı’na ilgi yükseldi ve vekalet savaşlarının arenası haline geldi.

Rusya, İran ve Suriye rejimini elinde tutan Esad’la hâkimiyetini batıda, ABD ve YPG / SDG ile etkisini doğuda gösteriyor.

Türkiye bu hassas denge içinde bir yandan mülteci sorunundan kendini kurtarmaya, diğer yandan Kuzey Suriye’de sınırda kendine tehdit olarak gördüğü PYD / YPG’nin oluşturduğu yarı özerk kantonal yapılanmanın yasallık ve kalıcılık kazanmasını engellemeye çalışıyor.

Dolayısıyla, Türkiye’nin kendi Kürt yurttaşlarıyla ilgili demokrasi ve anayasal hak sorunları bütün bu güçlerin politik hesaplarından ve uyguladıkları politikaların sonuçlarından derin bir şekilde etkileniyor.

Kolay değil!

Anneler yerden göğe kadar haklılar ama kısa vadede umdukları sonucu elde etmelerinin maalesef kolay olmayacağı görülüyor. Tabloya biraz daha yakından baktığımızda ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Suriye’nin iki bölgesine Türk askeri gireli hayli zaman oldu. Türkiye şimdilerde de YPG / SDG’nin yarı özerk sistem kurduğu Fırat’ın Doğusu’na girmekte ısrar ediyor. YPG / SDG’yi bölgeden uzaklaştırarak mültecilerden bir milyonunu orada iskan edeceğini açıkça söylüyor. Ama aynı zamanda böyle bir operasyona yol verme niyetinde olmayan ABD ile bir süredir ne olduğu pek anlaşılamayan “Güvenli Bölge” egzersizleri yapıyor.

Öte yandan Rusya’nın söz sahibi İdlib bölgesinde işler pek de yolunda gitmiyor. Rejimin ilerleme niyetinden dolayı yeni bir kitlesel mülteci akını ihtimal dahilinde.

Anayasa komisyonun kimlerden oluşacağı netleşmiş olmasına karşın, Suriye Kürtlerine bu anayasada nasıl bir statü tanınacağı belirsizliğini koruyor.

Bütün bunlar olurken Türkiye, bir yandan da Kuzey Irak’taki PKK kamplarına ve Kandil’e yapılan hava destekli ve numaralandırılmış askeri operasyonlar yapıyor. Doğu ve güneydoğudaki bazı şehir ve kasabaların kırsalında PKK’nın kış üslenmesini önlemek amacıyla jandarma komandoları, polis özel harekat timleri ve korucuların katılımıyla büyük çaplı iç harekâtlar düzenliyor.

Dikkat çeken gelişmelerden bir bakası da Ak Parti iktidarının HDP’nin üç büyükşehir belediye başkanının yerine kayyım atanmasıdır. Bununla sınırlı kalmayıp, sözkonusu partinin eş genel başkanları ve yöneticilerine yönelik yaygın hukuk dışı soruşturma, karar ve uygulamalar devreye sokulduğu da görülüyor.

Bu partiyi hareket edemez hale getirme, mümkünse kapatma yoluna gitme havası açıkça görülüyor. Yumuşak karnı Kürt Sorunu olan Millet İttifakı’nı bu noktadan dağıtma niyeti seziliyor.

İmkânları zorlamak

Bu kargaşa ve gürültüde anaların çığlığını duyan olur mu? Bugünden yarına çocuklarına kavuşabilirler mi? Duruma bakınca olumlu yanıt vermek kolay değil.

Bu şartlara rağmen, tökezleyen sürecin dersleri ışığında yeniden bir barış süreci başlatılması için alttan alta süren çabaların olduğunu duyuyoruz.

PKK’nın katı tavrına rağmen, HDP’nin Diyarbakır Anneleri’ne ılımlı yaklaşımı ve sorunun çözümü için hem parlamento düzleminde, hem de sivil girişimlerde bulunulmasını önermesi, ortak çalışma teklifi yapması dikkat çekiyor.

CHP’nin ‘Suriye Konferansı’ bir başka imkân zemini yaratabilir.

Bir hatırlatmayla bitireyim; bir zamanlar PKK için dağa çıkıp silah kuşananların anneleriyle şehit anneleri el ele toplumun önüne çıkıp silahların susmasını istemiş ve barış çağrısı yapmışlardı.

Belki de bugün "Bütün anneler birleşin" demenin tam zamanıdır.