COVID-19 salgını bütün şiddetiyle sürerken filozoflar, bilim insanları, fütüristler ve siyasetçiler dünyayı bekleyen değişimleri tartışmaya şimdiden başladılar.

"Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyenler bir hayli fazla. Nelerin, ne ölçüde değişeceğini görmek için zamana ihtiyacımız var. Ama felaketler geçip gittikten sonra, toplumlar ve devletlerde çok ciddi altüst oluşlar yaşandığını ve büyük değişikliklerin olduğunu tarihten biliyoruz.

Şu ana kadar bu salgının girmediği ülke neredeyse kalmadı. Sağlık sistemi ve kurumları tökezlemeyen devlet yok gibi. Bırakalım solunum cihazını ve yoğun bakım yatağını filan, maske ve eldiven gibi en basit ve ucuz bir ihtiyacı karşılamakta dahi zorlanıyorlar.

20. yüzyılda yaşanan onca küresel salgın tecrübesine rağmen, devletlerin ve sistemlerin yaşadıkları şaşkınlık, yüzkarası hazırlıksızlık ve sergiledikleri acz haklı olarak sorgulanıyor.

Bu sorgulamanın da uzun süre devam edeceği aşikâr. Tarih, bu konuda bize yardımcı olabilecek kaynakların en önemlilerinden biri. Dönem çok farklı, şartlar çok değişik ve insanlık bambaşka bir yerde olsa bile, yapacağımız değerlendirmelerde, çıkaracağımız derslerde bir nebze de olsa katkısı olacaktır.

Bu bakımdan, 1346-1351 yılları arasında Ortaçağ Avrupa'sında yaşanan ve "Kara Ölüm" diye nitelenen veba salgınının o günün ölçüleri içinde küresel nitelikte olması nedeniyle, sonrasında ortaya çıkan köklü değişimlerle ilgili hayli fikir verebilecek önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Bu amaçla vebanın getirdiği yıkımı ve sonrasında Avrupa’nın ekonomik, siyasi ve toplumsal yaşamında yarattığı köklü değişimi bazı akademisyenlerin makalelerinden ve konuyla ilgili kimi kitaplardan araştırmaya çalıştım.*

Vebanın nasıl ortaya çıktığı, nasıl yayıldığı ve neler yaşandığı gibi hususları yazıya almadım. Sonrasında yaşanan köklü değişim hakkında edindiğim bilgileri sizinle paylaşmaya çalışacağım. Genel sonuçları birkaç cümlede vererek başlamak istiyorum.

Bir devir kapanıyor...

En can yakıcı sonuç Avrupa’nın bu salgında nüfusunun üçte birini (yaklaşık 60 milyon) kaybetmesi ve aynı nüfus düzeyini ancak 16. yüzyılda yakalayabilmesidir. Son derece önemli gördüğüm diğer bir husus, başka bir dizi etkenle birleşen bu salgının Avrupa'da feodalizmi sonlandıran ve yeni bir çağı başlatan gelişmelere vesile olmasıdır.

En ağır yıkım ve yaygın ölümler yoksullar, serfler, köylüler ve işçiler arasında görülmesine karşın sürecin seyri özgür emeğin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Yüksek fiyatlar ve durgunluk nedeniyle tüccarlar, yeni pazarlar bulmak üzere Avrupa dışına açıldılar. Bu adım kimi ülkelerin emperyal yönelimlerine giden yolu araladı.

Kilisenin otoritesi ve Latincenin hâkimiyeti sona erdi; mahkemelerde, okullarda ve kiliselerde yerel diller öne çıktı. Öğrenim herkese açıldı.

Yahudiler, içme suyu kuyularını zehirledikleri iddiasıyla her yerde toplu katliam uğradılar ve yakıldılar. Kaçıp kurtulanların dışında Avrupa’da hemen hiç Yahudi kalmadı.

Kent yönetiminde, kurumlarında ve mimarisinde büyük değişiklikler yaşandı. Tıp ve hekimlik doğa bilimlerinden bağımsızlaştı. Halk sağlığı fikri oluştu, tedbir alma zihniyeti gelişti. İçme suyunun temiz tutulması ve ormanların korunmasına önem verilmeye başlandı.

Devletlerin askeri yapısı sarsıldı; ordular güç kaybetti. İngiltere ile Fransa arasında süren Yüzyıl Savaşları'nın (1337-1453) devam ettirilmesi artık mümkün olmadı.

Şimdi Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağ'ı başlattığı da ileri sürülen bu köklü değişimlerden bazılarının ayrıntılarına bakabiliriz.

Özgür emek doğuyor...

Yoğun kitlesel ölümlerin yaşandığı kesim yoksullar, köylüler, işçiler ve serfler olduğu için emek gücü, işsizlik diye bir şey kalmayacak ölçüde azaldı.

Toprak sahipleri işçi bulmakta zorlandılar ve emeğin değeri yükseldi. Ücretler iki misli arttı. Angaryada ısrar eden ve parasal karşılığını almak isteyen derebeyleri cezaya başvurdular. Sertlik ve zorbalıkla sonuç alamadılar. Serflik ve kölelik geriledi.

İşçiler ve tarımda çalışan köylüler koşullarının iyileşmesini istediler. Daha iyi şartlar yönünde bazı adımlar atıldı. Feodal beyler karşısında daha özgür bir emek gücü ve piyasası ortaya çıktı. Ücretli iş gücü yaygınlaştı.

Ekin ve hasat yapılamaması nedeniyle sıkışan ve geliri azalan senyörler topraklarını bölüp kiraya verme yoluna gittiler. Toprakla elde edilen zenginlik sarsıldı. Hayvancılığa yönelim başladı.

Nüfus azaldığı için fiyatlar düştü ve tüccarlar yeni pazarlar peşinde dış dünyaya açıldı. Sanayi mallarına ilgi arttı ve yeni sektörler oluştu. Para etkili bir faktör olarak şehir ve kır ekonomisine daha fazla girdi.

Feodalizm çöküyor...

Feodalizmin bölük pörçük yapısı hem veba karşısında etkisiz kaldı, hem de sonrasında durumu kontrolü altına alabilecek imkânlarını büyük ölçüde yitirdi. Salgın karşısında tamamen başarısız olan ve tepki toplayan Katolik kilisesiyle sürdürülen ilişki de bunu besledi.

Derebeyleri çalıştırdıkları ve hükmettikleri işçileri, köylüleri, serfleri ve köleleri büyük ölçüde salgın sırasında kaybedince konumları sarsıldı. Çalıştıracak insan bulamayıp bölgelerine nüfuz edemediler.

Toprak varlığı eskisi gibi zenginlik sağlayan bir alan olma özelliğini kaybetmeye başladı.

Feodalizmin yıkılması, merkezileşme ve uluslaşma sürecine adım adım girildi. Ulusal sınırlar belirmeye başladı. İmparator ve krallar giderek öne çıktı.

Hurafeler çöktü, Kilise parçalandı, sekülerleşme başladı

Kilise veba salgınını önlemekte etkin olamadı; günahkârlığı bahane etti. Vebayı "Tanrı'nın gazabı" olarak gösterip, insanları cezalandırdığını iddia etti. Yaygın yozlaşma, dinsel görevlerin yapılmaması, günah çıkarmanın ve ölü gömmenin reddedilmesi ve hatta kiliselerin terk edilip bölgeden kaçılması halkta derin hayal kırıklığı ve öfke yarattı.

Vebayla mücadele tedaviye yerine azizlerin, rahiplerin, yıldız hareketlerinin, büyü ve tütsülerin, sihir, efsun ve hurafelerin öne sürülmesi itibar kaybına neden oldu. Derin teolojik tartışmalar doğdu. Siyasal konumu sorgulanmaya başladı. Din ve dünya işlerinin birlikte sürdürülmesinin yanlışlığı dile getirildi ve ayırma yönündeki talepler güçlendi.

Salgında kilise çok sayıda yetişmiş mensubunu kaybetti. Öyle ki, bu durum Latincenin Avrupa’daki hakimiyetini sonlandırdı. Boşalan yönetim kademelerine büyük ölçüde dışarıdan yerli dilleri konuşan ve yazan unsurlar yerleşti. Böylelikle sekülerleşmenin yolu iyice açıldı. Papa ve kilise bir daha eski günlerine dönemedi; siyasal ve toplumsal hiyerarşideki yerini kaybetti.

Martin Luther’in önderlik ettiği kilise ve inançta reform fikri yaygınlaşıp güçlendi. Tanrı'ya ulaşmada kilisenin aracılığına gerek olmadığı fikri yaygınlaştı. Vebanın kimseyi ayırmadığına dikkat çekildi.

İngiltere Kralı VIII. Henry, Katolik Kilisesi ve Papalık'la yaşadığı anlaşmazlığı, ülkesini oradan koparıp ayrı Anglikan Kilisesi’ni kurarak çözdü. Bu parçalanma kilisenin çok ciddi güç yitimine yol açıyor.

Kent yönetimi ve mimarisinde değişim

Kent mimarisi ve yapı malzemesi büyük değişikliğe uğradı. Yoksul halkın yaşadığı evlerde kullanılan toprak, kil, saman ve ot gibi malzemeden vazgeçildi. Böylece içinde sıçan, fare ve diğer haşeratın yaşaması ve yuva yapması önlenmeye çalışıldı.

Cadde ve sokaklara kanalizasyon sistemi yapılmaya başlandı. Temiz içme ve kullanma suyunu güvence altına alan tedbirler getirildi. Etlerin denetlenmesi sağlandı. Ormanların korunması anlayışı gelişirken, doğayla baş etmenin yolları aranmaya başladı.

Vebalı yerleşim birimleri yok edildi. Mezarlıklar şehir dışına çıkarıldı.

Kent idaresinde anlayış değişti. Tedbir ve ceza birlikte işledi. Çöp ve atıkların uluorta her yere atılması önlendi ve toplanması sisteme bağlandı. Gelişi güzel sokaklara atmanın cezalandırılması uygulamasına gidildi. Pislikle salgın arasındaki ilişki anlaşılmaya başladı. Besilik hayvanların kent sokaklarında dolaştırılması yasaklandı.

Karantina uygulaması getirildi ve ilk kez liman kenti Ragusa’da gerçekleştirildi. Bazı şehir ve kasabalara tecrit uygulanmaya başladı. Şüphelilerin kente girişleri yasaklandı. Alışkanlıklar, hijyen anlayışı, yaşam tarzı değişti.

Salgınlarda genel düzenin tehlikeye girdiği tespit edilerek halk sağlığı fikri geliştirildi. Halkın temizliği için belediyelerin hamam açıp işletmesi sağlandı. Salgınlarla mücadele için yeni meslekler belirlendi.

Tıp ve hekimlik bağımsızlığını kazanırken...

Veba salgını dönemine kadar doğa bilimleri kapsamında olan ve salgına karşı iyi sınav vermeyen tıp ve hekimlik giderek bağımsız bir dal olmaya başladı. Duyulan güven arttı ve tıpta gelişmenin önü açıldı.

Halk sağlığı anlayışı ve sağlık hizmetleri gelişmeye başladı ve yeni kurumlar oluştu. Hastaların ayrı bir evde toplanması (Veba Evi) gibi yeni mekânlar oluşturuldu. Salgın sürecinin seyrini görmek için hastalara ilişkin kayıtlar tutulmaya başlandı.

Veba döneminde giyilen tuhaf kıyafetler, maskeler, dua ve muskalar, hurafeler, ilgisiz reçeteler terk edildi. Hekimlerin hastalarını muayene ve tedaviden etmekten kaçması ahlaki değerler bakımından sorgulanmaya başladı.

Yazıyı bitirirken şunları da ilave etmek isterim: daha o büyük afet yaşanırken Avrupa adım adım değişim geçirmeye başlamış ve yıllar boyu sürmüş. Ayrıca, bu değişimin yıllardır biriken başka değişim dinamikleriyle aynı sürece denk gelmesi yaygınlığını, kapsamını ve derinliğini etkiliyor.

İnsanların, kendilerine bu denli büyük ve ölümcül etki yapan olaylar karşısında çok kapsamlı tepkiler vermeleri, içinde yaşadıkları ülkeyi, devleti ve sistemi yeni şartlara göre değiştirmeye çalışmaları olağandır.

Dünyanın ve ülkemizin ne ölçekte bir değişimle karşı karşıya kalacağını kestirmek çok zor. Ama ne olursa olsun, bunu özgürce ve demokratik yollardan tartışabilmek hepimizin hakkı ve görevidir.

* 1347 Veba Salgınının Avrupa’da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sonuçları, Kemal Özden-Mustafa Özmat, İdealkent, Sayı 12, Nisan 2014, sf.60-87

* Henry Pirenne, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Alan Yayıncılık, İstanbul, Ocak 1983, syf. 180