Ak Parti'nin uzun iktidar yıllarında öne çıkan ve uluslararası kamuoyu tarafından da yakından takip edilen üç önemli ismin yol ayrımlarıyla ilgili gelişmeler yavaş yavaş netleşiyor.

Hayli zamandır etrafında spekülasyonlar yapılan konunun son dönemde olgunlaşma noktasına geldiği, sonbahara doğru Ak Parti'den kopacak olanların en azından bir parti kuracakları kesin olarak ifade ediliyor. İkincisi ise, kesin olmayan bir ihtimal olarak dillendiriliyor.

Bu partinin son dört-beş yıldır yaşadığı iç gerilimlerin dışarıya yansıyan boyutlarına bakınca, sürecin de eninde sonunda böyle bir noktaya geleceği kaçınılmaz gibiydi.

Kulak tıkanan sorunlar

Kuruluş ilke ve değerlerinin olağanüstü aşınmaya uğradığı, menfaat şebekelerinin parti örgütlerine ve belediyelere üşüştüğü, bir tür hanedanlaşma yaşandığı hep söyleniyordu. Farklı kesimlere inanç ve hayat tarzı konusunda demokrasi dışı hoyrat davranışlar sergilendiği, evrensel değerlere sırtını dönüp deforme bir dini retorikle gün geçirildiğinden şikâyet edenler sık sık kamuoyuna yansıyordu.

Farklılık ve çeşitliliğiyle demokrasi ve özgürlüklerin geleceği ve garantisi olan medyaya adım adım operasyon çekilip yaratılan troller ordusuyla sanal bir gerçekliğe teslim olunması, bırakalım muhalifleri, bizzat bu partinin sağduyulu kesimlerinin epey zamandır seslendirdiği büyük bir sorun alanıydı.

Barış ve Çözüm Süreci tıkandıktan sonra bölgedeki Kürtlerle kurulan ilişkilerin hiç de yolunda gitmemesi, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve KHK uygulamalarının yarattığı kitlesel mağduriyetler, siyasetçilere, gazetecilere, akademisyenler ve muhaliflere yönelik aşırı uygulamaların yarattığı hukuksuz gözaltı ve uzayıp giden tutuklamalar, bu partinin bünyesinde bulunan birçok kişinin de gönül rahatlığıyla savunduğu şeyler değildi.

Tıkanmış ekonominin, çarkları dönmeyen sanayinin, olağanüstü artan işsizlik, yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığının, ödenmekte zorluk çekilen dış borçların, doğru dürüst işlemeyen devlet mekanizmalarının, gün geçtikçe kriz ve gerilim üreten dış ilişkilerin ve nihayet büyük iddialarla getirilmesine karşın bir yıl geçmeden yürümeyen ve toplumu zorlayan başkanlık rejiminin bu partinin içinde de aklı ve vicdanları hayli rahatsız ettiği dışarıya yansıyordu.

Ayrılığın öne çıkan aktörleri

Artık bir manevra alanı kalmadığı, ayrılık ve kopuşların mukadder hale geldiği anlaşılıyor.

Abdullah Gül, daha cumhurbaşkanlığı döneminden başlayarak Ak Parti'nin hâkim çizgisi ve Erdoğan'dan farklı tutumlar sergilemişti.

Yaygın kanaate göre, süresi dolduğunda kurucusu ve ilk başbakanı olduğu partisine dönüp üye olma isteği, kongrenin bir gün öne alınıp engellendiğinden beri, çeşitli vesileleri değerlendirerek yaptığı kritik eleştirel açıklamalarla artık başka bir yolda yürüyeceğini gösteriyordu.

Başkanlık modeline karşı çıkışı ve muhalefetin adayı olma ihtimaline olumlu yaklaşımı, yerel seçimlerde yapılan hukuk ve etik dışı zorlamalar karşısında sessiz kalmaması da bu yöndeki son örneklerdi.

Ahmet Davutoğlu

Ahmet Davutoğlu'na gelince; şüphesiz Arap Baharı ve Suriye iç savaşında izlenen hesapsız politikalarda ciddi payı vardı. Ama başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı olarak girdiği milletvekili genel seçimini kazanmış olduğu halde alelacele görevden alınması hayli şaşkınlık yaratmıştı.

 Ak Parti'nin ondan sonra izlediği politikalar da dikkate alınınca, kayda değer politik bir değişiklik yaşanmadığı, hakkaniyetli olmak gerekirse görevden alınmasında ileri sürülen sebeplerin bu bakımdan pek de ikna edici olmadığı anlaşılıyordu. Bu nedenle de Davutoğlu'nun yeniden kamuoyunun önüne çıkmak, sesini yükseltmek için uygun zamanı ve şartları beklediğini kestirmek zor değildi.

Nitekim, Ak Parti ve Cumhur İttifakı'nın Türkiye'ye rengini veren bütün büyükşehir yönetimlerini kaybederek ağır bir yenilgiye uğradığı 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimi'nin ardından harekete geçti. Partinin geldiği nokta ve Türkiye'nin ihtiyaçları hakkındaki görüş, eleştiri ve geleceğe dair tasavvurlarını 15 sayfalık bir manifesto yayımlayarak duyurdu. Partisinin engelleyici tavırlarına karşılık, katılımlı toplantılarla hiç de yabana atılmayacak görüşlerini açık olarak anlatıyordu.

Ali Babacan

Üçüncü isim ise, bugünlerde attığı her adımı dikkatlice izlenen, temas kurduğu insanların mercek altına alındığı eski başbakan yardımcısı ve bakanlardan Ali Babacan'dı. Uluslararası ekonomi, finans ve diplomasi çevrelerinin itibar, itimat ve saygısını kazanmış ender Ak Partililerden biriydi.

On üç yıl gibi oldukça uzun bir süre bakanlık görevinde bulundu. Bu dönem boyunca siyaset dünyasında sık rastladığımız şaşaadan uzak durması, serinkanlı olması, polemikten uzak durması, esas olarak işine odaklanması, tartışmalı mevzu ve ilişkilerin dışında kalması hep dikkat çekti. Politikada hakiki bir sessiz güç olduğu birçok kişinin ortak izlenimi olarak görüldü.

Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Ak Parti'de görülen demokrasiye sırtını dönme, Türkiye'nin geleceğini bu hususlardan tamamen uzak MHP ile bütün iplerin tek elde toplandığı bir başkanlık modeline bağlama ve otoriterleşme sürecinden uzak olduğunu, tasvip etmediğini, bunun sorumluluğunu paylaşmayacağını kendi üslubunca hissettirdi.

 8 Temmuz'da ise zamanının geldiğini düşünerek Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan'la görüşerek partiden istifasını verdi. Bu görüşmede, Ak Parti'nin geldiği nokta itibariyle fikren ve ruhen kopmuş olduğunu belirtti. Kendisine teklif edilen yeni görevleri kabul etmeyip, "Türkiye'nin bugünü ve geleceği için yeni bir çalışma başlatmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Her konuda beyaz sayfalarla işe başlamak gerekmektedir" dedi. Ülkenin tıkandığına işaret ederek, yeni siyasal girişimler içerisinde olacağını kısa bir basın açıklamasıyla duyurdu.

Ak Parti'nin geldiği nokta

Şimdi bütün dikkatler bu üçlünün üzerinde toplanmış durumda. Bir yandan da Ak Parti bu noktaya nasıl geldi, diye analizler yapılıyor.

Partinin içinden birçok kişi uzun zamandır kuruluş ilkelerinden uzaklaşıldığını düşünüyor ve bunu değişik şekillerde dışarı yansıtıyor. Yıllar boyu inanç ve yaşam tarzları nedeniyle mağdur edilmiş ve toplumun kenarlarına itilmiş büyük bir dindar kitlesinin sözcülüğüne talip olarak iktidara gelmiş olmasına karşın, mazisini çabuk unutup giderek onlara ve değerlerine yabancılaşmaya başladığına dikkat çekiliyor. Hak, adalet, hakkaniyet gibi değerlerle başı hoş olmayan despotik muktedirlerin uygulamalarından hiç de farklı olmayan politikaların tereddüt etmeden sık sık devreye sokulmasının parti üyeleri ve taraftarlar arasında ciddi soru işaretlerine yol açtığı basına yansıyor.

Demek ki başlangıçtaki iddiaları, ülke ve toplum hakkındaki projeleri ne denli mükemmel ve haklı olursa olsun, siyasi partiler de zamanla yoruluyor, yaşlanıyor, eskiyor, katılaşıyor, ideal ve hedeflerinden uzaklaşıp artık ihtiyaçlara cevap veremez hale gelebiliyorlar.

Bu bakımdan Ak Parti de artık reformcu özelliğini ve fikri dinamizmini yitirmiş, temsil ettiği kitleye yabancılaşma yoluna girmiş, ağırlıkla bir menfaat örgütlenmesine dönüşmüş ve Türkiye'nin önünü tıkayan, ideolojik ve politik olarak olmadık zihniyetleri topluma dayatan, aşırı milliyetçi ve mukaddesatçı bir yapı haline gelmiş görünüyor.

Ayrılığı siyasal nezaketle sindirmek...

Partide seçim yenilgisi sonrasında sanki ciddi hamlelerle kendini gözden geçirecekmiş gibi bir hava yaratıldı. Ama sonraki günlerde görüldü ki, fazla bir değişiklik olmayacak. Birkaç görevden alma ve makyaj nevinden bazı adımlarla durum idare edilmeye çalışılacak. Bunun bütün belirtileri de Cumhurbaşkanı ve Ak Parti genel başkanı Erdoğan'ın konuşmalarında ve yardımcısı Ömer Çelik'in açıklamalarında görüldü.

"İhanet, arkadan hançerleme, davayı terk etme, ümmeti bölme, boş çuval" gibi ülke ve dünya gerçekliğiyle alakası olmayan, siyasi partilerin fıtratına uymayan, işi duygusala vurup, kopma eğiliminde olanların önüne anlamı olmayan ahlaki ve dini barajlar koymaya çalışmanın hiçbir faydası olmaz.

Çünkü ne millet ve ümmet gibi büyük ve çeşitlilik gösteren kitleler bir kişiye, zümreye ya da partiye mal edilebilir, ne de politik farklılaşmalar öyle hançerleme, ihanet vb. alakasız kavramlarla izah edilebilecek şeylerdir.

Ayrıca partilerde bölünme, ayrılık ve kopma, dünyanın sonu da değildir. Hatta olumlu yönden alınırsa bazen her iki taraf için de yeni başlangıçlara vesile olabilir.

Olumlu bir ihtimal

Bugün ülkenin fikri liderliği ve toplumsal dinamizmi, son yerel seçimlerde başarılı olan, merkezinde CHP'nin, içinde İyi Parti, HDP ve Saadet Partisi'nin bulunduğu ve çok sayıda küçük sol partinin ve sivil girişimlerin de desteklediği bloka geçmiş durumda.

Özellikle CHP, girmiş olduğu bu yeni mecradaki politika ve duruşunu derinleştirerek sürdürürse, yönlendirdiği Kürt seçmenin oylarıyla sürecin en kritik rolünü oynayan HDP Kürt Sorunu'nun çözümü yönünde bu aktörlerle diyalog ve işbirliğini derinleştirebilirse, Türkiye'nin yakın geleceği, olumlu manada bir hayli farklı yaşanabilir.

Özellikle Ali Babacan'ın liderliğini yaptığı ve Abdullah Gül'ün de destek verdiği girişim, ülkenin bugün öne çıkan sorunlarına yönelik demokratik içerikli program ortaya koyup, işaret ettiğim muhalif bloka olumlu yaklaşırsa, hem Türkiye'nin çehresi süratle değişebilir, hem de mevcut otoriter başkanlık modelinden denge ve denetleme mekanizmalarının iyi kurulduğu, demokratik kurum ve değerlerin yeniden yürürlüğe girdiği bir iktidar dönemine giden yol açılabilir.

Yasama ve denetleme görevini yapan bir TBMM, adaleti evrensel ölçüde uygulayan bağımsız ve tarafsız bir yargı, kendine tanınan yasal sınırlar içinde kalarak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerine saygıyla ülkeyi yöneten ve sorunlara çözüm arayan bir iktidar, bugün somut bir özlem halini almıştır.

Sonuç olarak gelinen nokta, Ak Parti'de görülen ayrılık işareti Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan ve çevresi bakımından 17 yıllık metal yorgunluğunun verdiği tıkanmayı aşmak için kendini gözden geçirme fırsatı verirken, Ali Babacan, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi bu partiden kopmak için gün sayanlara da muhalefetle birlikte Türkiye için yeni bir sayfa açma imkânı sunuyor.