Göl ölür mü demeyin, ölür.

Hatta ölmek ne kelime, ruhunu maddiyata teslim etmişlerin elinde, canavar misali iş makinalarının kepçe darbeleriyle böğrü, ciğeri parça parça edilerek öldürülür de.

Pleistosen olarak bilinen son buzul çağının son evresi olan Holosen döneminde, yani günümüzden yaklaşık 12 000 yıl önce oluşan, Gümüşhane’nin merkeze bağlı Dumanlı köyünün Taş Köprü yaylasındaki Dipsiz Göl, hepimizin gözü önünde taammüden katledildi.

Artık o yaylada ve buzul gölleri haritamızda Dipsiz Göl diye bir şey yok!

Devlet-defineci el ele...

Olay şöyle gelişiyor: Adları halen devlet sırrı gibi saklanan iki kişi dilekçeyle resmi makamlara başvurup, denizden 2140 m yüksekte bulunan, manzarası enfes, çevresi bitki örtüsü ve dağ çayırlarıyla kaplı gölde define aramak için izin istiyorlar.

Antik Roma İmparatorluğu’nun lejyonerlerinden (kale içinde yaşayan bir nevi bölge ordusu) kalma hazinenin (yani altın) bu gölün dibinde saklı olduğunu ileri sürüyorlar.

Devletin koca Valiliği, Turizm ve Kültür Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü el ele verip, gözünü define bürümüş bu tarihi miras avcılarının akıl almaz isteğine ‘olur’ diyerek, büyük bir rezalete kapı aralıyorlar.

Ahali başına üşüşüp "altınları" yağmalamasın diye de gölün etrafına jandarmaları yerleştiriyorlar.

Kazı beş gün sürüyor. Evvela herhangi bir kaynağı ve akarı bulunmayan gölün billur misali suyu lağım suyu gibi boşaltılıyor. Ardından binlerce yıllık bilgileri barındıran altın kıymetindeki dip çökeltileri kepçelerle hallaç pamuğu gibi oraya buraya atılıyor.

Müze müdürlüğü görevlisinin nezaretinde göl delik deşik edilip de hazine filan bulunamayınca; taş, toprak, çer çöp, çamur balçık doldurulup, üzerinde bir güzel de iş makinaları gezdirilerek göl tamamen kapatılıyor.

Çalışmanın seri şekilde yapılıp en kısa zamanda “gölün eski haline döndürüldüğü” de fevkalade “sorumlu” Valilik makamınca bir açıklamayla kamuoyuna duyuruluyor.

Doğamızın, eko sistemimizin, jeolojik tarihimizin bir parçası, 12 bin yıllık buzul gölü devlet-defineci işbirliğiyle işlenen ortak bir cinayet sonucu yok ediliyor.

Cehaleti paraya çevirme ihtirası

Cehalet, sorumsuzluk, para hırsı, ne dersek diyelim; utanç verici bir olayı hepimize yaşattılar.

Bu kepazeliğin ülkemizde yaşanan ilk şey olmadığını da biliyoruz. Devlet kurumlarından yurttaşları aydınlatması ve böylesi doğa ve tarih tahribat ve yıkımlarını önlemesi beklenirken, tanık olduğumuz bu vahim suç ortaklığı gerçekten söyleyecek söz bırakmıyor!

Halbuki Anadolu jeolojik oluşum tarihi, bitki örtüsü ve hayvan varlığı, ekolojik yapısı, üzerinde oluşan uygarlıkların sayısı ve geride bıraktıkları miras itibariyle dünyanın son derece önemli toprak parçalarından biri.

Nedense bu gerçek hep birilerinin kolay yoldan köşeyi dönme ihtiraslarını kabartıyor. Nitekim bu olayın arka planında da tarih ve tarihi mirasla kurulan bu çarpık ilişki yatıyor: Tarihten kalan değerleri bulmak ve onları eski eser piyasasında paraya çevirmek.

Antik Roma’nın da mirasçısıyız ama...

Antik Roma İmparatorluğu olağanüstü genişlikte bir coğrafyaya yayılan, Akdeniz havzasını tam bir iç göl haline getiren uzun ömürlü büyük bir köleci imparatorluktu. Hâkimiyet bölgelerini ve kolonilerini paralı askerlerden oluşan lejyonlar ve güçlü donanması vasıtasıyla koruyordu. Tarihi kayıtlar böyle 15 lejyonu olduğunu ve dördünün Anadolu’nun değişik bölgelerinde bulunduğunu belirtiyor.

En doğuda görevlendirilen 15. Lejyon bölgesinin adı Apollinaris olup, Dipsiz Göl’ün bulunduğu Gümüşhane ve çevresi de bu bölgede yer alıyor. Yakın doğudan gelebilecek düşman akımlarına karşı kurulduğu belirtiliyor.

Apollinaris lejyonuna ait en önemli askeri üslerden biri, Gümüşhane’nin Sadak Köyü’nde kalıntıları bulunan antik Satala kenti. Burada yaz aylarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı kazılarda kale yapıları ve bazı duvarlar ortaya çıkarıldı.

İşte hazine söylentilerinin kulaktan kulağa yayılmasına, define avcılarının hareketlenmesine yol açan ve Dipsiz Göl’ün ölümüne giden süreci tetikleyen bu gelişmeydi.

Sorumlular hesap vermeli!

“Bizden önce bu topraklarda kimler nasıl ve hangi koşullarda yaşadı” diye ilgi, merak, araştırma ve koruma gibi insani yaklaşım sergilemek varken; kolaydan zengin olma ihtirasıyla sarmalanmış rivayet, uydurma ve cahilliklerin kumanda ettiği hoyratlıklara devlet kurumlarının izin vermesi asla kabul edilemez.

Tarih ve doğaya karşı akıl almaz bir cüretle suç işleyenlerin yargı önüne çıkarılması ve hesap vermeleri gerekir.

Yetkililerden ve yargıdan bunu beklemek, bu toprakları gelecek nesillerden borç almış yurttaşlar olarak hepimizin hakkıdır.

Bekliyoruz!