Seçimden tam on yedi gün sonra Ekrem İmamoğlu mazbatasını aldı. Umuyorum ülke ve bütün İstanbullular için değerli hizmetler verir.  

Doğrusu İstanbul’u kaybetmeyi içine sindirmekte zorluk çeken Ak Parti’nin kurguladığı belirsizlik ve sonsuz sayım kaosu hepimizi bezdirmişti. Gerilim kısmen düştü.

Ama henüz süreç noktalanmış değil. Çünkü Ak Parti’nin İstanbul seçiminin iptali için YSK’ ya yaptığı üç bavullu başvurusu ve sürü sepet iddiası var.  

Eskiden “Demokrasimiz kırık dökük olsa da iktidarları seçimle değiştiriyoruz”, diye teselli bulurduk.

Pek ihtimal vermiyorum, ama YSK mevcut yasalara ve kendi içtihadına sahip çıkmazsa, demokrasi ve hukukun üstünlüğü adına savunacağımız pek bir şeyimiz ortada kalmayacağını görmemiz gerekiyor.

Her şey bir yana, Ak Parti’nin bu süreçte adalet ve hakkaniyete sırtını döndüğü, makul olandan uzaklaştığı ve samimiyeti terk ettiği algısı haksız yere oluşmadığını ve bu algının geniş bir seçmen topluluğunun gözünde pek kolay değişmeyeceğini düşünüyorum.

Ders çıkaran muhalefet sonuç alıyor

Uzun süre Ak parti karşısında sandıkta sonuç alamayan ve dalga geçilen muhalefetin, özellikle CHP’nin bazı dersler çıkardığını bu seçim sürecinde iyice gördük.

Aslında bu yöndeki çabalar 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından yapılan 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerinden itibaren sahaya yansımaya başladı.

16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu ile 24 Haziran 2018 Başkanlık ve Milletvekilliği Genel Seçimleri’nde de benzeri bir çizginin devamına şahit olduk.

Farklı siyasal partileri ve sivil girişimleri iktidarı geriletmek hedefinde buluşturup, gevşek bir ittifak modeliyle sonuç alınabileceği muhalefet, özellikle CHP tarafından zamanında görüldü. Zaten yeni başkanlık rejimi sonuç almak için böyle bir kümelenmeyi zorunlu kılıyordu.

CHP’nin koordinasyonunda gerçekleşen bu buluşmalar nihayet sonuç verdi. Nihayet muhalefetteki karamsarlık giderek kaybolup, memleketin havası olumlu yönde değişmeye başladı.

Bu nedenle,  Ak Parti’nin 31 Mart’ta seçmenden ciddi bir uyarı alacağı tahmin ediliyordu, ama ölçüsü kestirilemiyordu. Beklenenden daha ağır oldu. Batı’daki büyük şehirler neredeyse tamamen gitti.

İktidarın seçtiği strateji, gerçek sorunlardan uzak söylemi, rakip partilere yönelik ağır ithamları ve onları kriminalize ederek kendi seçmenini konsolide etme hesapları bekleneni vermedi.

Muhalefet ise serinkanlıydı ve ne yaptığını biliyordu. Cumhur İttifakı’nın “Beka, ihanet, terör” temalı saldırgan propagandasına aldırmadı. Yoksullaşma, işsizlik ve hayat pahalılığını öne çıkardı ve kazandı.

Muhalefetin zorunluluk nedeniyle gevşek bir ittifak modelini seçmesi, bünyesindeki farklı partilere hedeften şaşmadan kendi meşreplerine uygun esnek politikalar sergileme imkânı sağladı.

Kritik rol

Bu imkânı değerlendirenlerden biri de, Millet İttifakı’nın hem içinde hem de dışında olan Halkların Demokratik Partisi’ydi (HDP).

Cumhur İttifakı partilerinin dur durak bilmeksizin tecrit etmeye çalıştığı, Millet İttifakı partilerinin ise birlikte olmadıklarına onları ikna etmek üzere halden hale girdikleri koşullarda HDP yapabileceğinin azamisini yaptı.

Kimi parti yöneticileri görmezden gelinme ve itilip kakılmalarına karşı çok anlamlı olmayan sert çıkışlar yaparken, cezaevindeki eski Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın makul ve serinkanlı çağrıları etkili oldu.

HDP seçimlerde kendine iki hedef belirlemişti.

Bunlardan birisi Batı illerinde Cumhur İttifakı ve Ak Parti’ye kaybettirme hedefine odaklanmaktı. Önceki seçimlerin sonuçları muhalif Kürt seçmenin bu stratejiye uygun oy kullanması halinde birçok büyükşehir ve ilde durumun iktidar aleyhine değişebileceğini gösteriyordu.

Nitekim Millet İttifakı, HDP seçmenlerinin kullandığı stratejik oyların son derece kritik ve kıymetli katkısıyla, batıdaki birçok büyük şehri kazandı.

Dahası, böyle ikili ittifak kümesiyle seçime gidilmesini zorlayan başkanlık rejimi koşullarında HDP, Kürt Sorunu’nun demokratik ve barışçı çözümüne uzak olan siyasi parti ve iktidarlar için bundan böyle hayatın pek kolay olmayacağının da işaretini verdi.

Kendini Kürt Sorunu’nun çözümüne hasretmiş ve ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu bir siyasi partinin oyunun oranı ne olursa olsun, Türkiye’nin kritik siyasal eşiklerinde ortaya koyduğu tercihle ve tabanına yaptığı yönlendirmeyle gidişatı nasıl etkileyebildiğinin somut bir örneğiyle karşı karşıyayız.

Bölgede durum ne?

Bu partinin ikinci hedefi ise Kürt nüfusun yoğun olduğu il, ilçe ve beldelerde Ak Parti iktidarının kayyum atayarak el koyduğu yerleri (102 belediye) yeniden almak, mümkünse daha fazlasını başarmaktı. Sonuçlar bu belediyelerin yaklaşık %60’ını (galiba 57 belediye) alarak bu hedefe kısmen ulaştığını gösteriyor.

Bazı umulmadık iller ve ilçeler, özellikle de sınır boylarındaki çok sayıda ilçe ise kaybedilmiş durumda.

Hatırlanacağı gibi, bir süredir bölge genelinde HDP’nin oylarında bir düşüş yaşandığı yönünde tespitler vardı. Bu seçimde de tedrici düşüşün devam ettiği görülüyor.

Bu hususlarda oranları ve sayıları verip yazıyı rakamlara boğmak istemem. Zaten birçok araştırmacı ve yazar bunları yayınlamış durumda. Önemli olan nedenler saptayabilmek.

İktidar baskısı

Bu durumu yaratan muhtelif sebepler dile getirilebilir.

Öncelikle “Barış ve Çözüm Süreci”nin çöktüğü dönemde başlayıp halen devam etmekte olan devletin sert, yoğun ve sistematik baskısı ve propagandası geliyor.

Eski eş genel başkanları, çok sayıda belediye başkanı ve milletvekilleri, parti yönetici ve üyeleri tutuklu ya da mahkum edildi. Siyasi arena ve medya bu partiye kapatıldı.

Cumhur İttifakı’nın iki ortağı da “beka” stratejisi ve propagandası çerçevesinde HDP’yi yalnızlaştırmak, dışlamak ve seçmenlerden uzaklaştırmak için yapılabilecek çok şeyi yaptılar.

PKK’ye yönelik operasyonlar ve Suriye İç Savaşı nedeniyle bölge zaten yıllardır türlü çeşitli yasaklar, baskılar ve kısıtlar içinde yaşıyordu.

Atanan kayyımlar aracılığıyla uygulamaya koyulan iktidar destekli faaliyetler de bu bağlamda hiç göz ardı edilemez. Bazı il ve ilçelere kamu silahlı görevlilerini yığma politikası da bunları besleyen adımlar arasında sayılabilir.

Bütün bunların baskıdan bezmiş bölge seçmenini farklı yönelimlere ve zorunluluklara sevk edeceği hesaba katılmalıdır.  Çünkü, yıkılan ve viraneye dönen kentler, çaresizlik ve umutsuzluğun yarattığı göçler, çöken ekonomi ve yarınından emin olamama hali bölgeye rengini veriyordu.

Bu bağlamda, bir süredir seçime katılımda düşüş başladığı dikkat çeken bir başka husustur.

Hendek ve barikat savaşının etkileri mi?

Bölgeyi yakından takip eden Mesut Yeğen ve Vahap Coşkun gibi akademisyen ve yazarların dikkat çektiği önemli bir husus ise HDP’nin bu seçimlerde bölgede umduğu ve hedeflediği kadar başarılı olamamasını tek nedeninin iktidar politika ve uygulamaları olamayacağı şeklinde.

Suriye İç Savaşı’nın en sert olduğu dönemde bazı il ve ilçelerde ilan edilen “özyönetimler” ve devletin asker ve polisle müdahalesi karşısında başlatılan ‘hendek ve barikat savaşı’na yönelik olarak HDP’nin bunu sonuçlandıracak etkili herhangi bir ciddi politika geliştirememesi, özellikle bölge seçmeninin partiye bakışında bir kırılmaya neden olmuştu.

Belli bölgelerde desteğin zayıflaması ve kayıpların devam etmesinde,  başka bazı etkenlerin yanı sıra, o kırılmanın halen ciddi bir payı olduğu anlaşılıyor.

Şimdiye kadar bu hususta parti tarafından anlamlı bir değerlendirme ve ciddi bir gözden geçirme yapılmayıp, muhtelif gerekçelerle geçiştirildiği biliniyor.

Parti yönetim organlarının bu etkenleri ve yarattığı sonuçları ne ölçüde ele alacakları ve tedbiren hangi politikaları geliştirecekleri önümüzdeki aylarda daha iyi görülebilecektir.