Yerel seçim yarışının sonuna geldik, ama "beka" tartışması bizi gerdi ve yordu.

Ama sonrasında da bize rahat yok. Dört dörtlük bir uluslararası kriz gündeme çökmek için sırasını bekliyor: Türkiye'nin Rusya'dan alacağı S-400 Hava Savunma Sistemi.

Şiddetli itiraz cephesinde ABD ve NATO var. Rusya geriden ve tok satıcıların serinkanlılığıyla gelişmeleri izliyor.

Türkiye'nin bu devletten hava savunma amaçlı uzun menzilli S-400 füze bataryalarından satın almak için anlaşma yapmasının, geleneksel müttefikleriyle arasında derin bir krize neden olacağı ilk günden ortaya çıkan işaretlerden belliydi.

Türkiye ısrarlı

İlk teslimatın 2019 yazından itibaren yapılacak olması nedeniyle zor günlerin hayli yaklaştığını söylemek kehanet olmaz.

Artık "darbeyi" dolar kurundan mı yiyeceğiz, yoksa güney sınırlarımızda "bekamızı" riske sokan savaş tamtamları mı çalacak, hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Türkiye, ısrarla, "Anlaşma imzalandı, ilk ödeme yapıldı ve geri dönüş yok!" derken, ABD’den ilgili ilgisiz herkesten rahatsızlık dozajı yüksek açıklamalar gelmeye devam ediyor.

Hatırlarsanız, birkaç yıl önce böyle bir füze sistemi alımı için görüşmeler yapılmış ve ihaleyi de Çin kazanmıştı. Lakin ABD’nin baskılarına dayanamayan Türkiye, çok geçmeden iptal etmek zorunda kalmıştı. Bu kez ve en azından şimdilik Ankara’da farklı bir hava ve kararlılık görünüyor.

Sanki ABD’nin "beka" meselesi

ABD yönetimi ve Pentagon ise soğuk savaş yıllarını aratmayacak tehdit ve şantajları sıraya koymuş, art arda gündeme getiriyor.

Bunlardan en dikkat çekeni ve tepki toplayanı, Türkiye’nin hem parça üreticileri arasında olduğu, hem de 100 adet almak üzere anlaşma imzaladığı F-35 yeni nesil muharip savaş uçaklarının teslimatını yapmayabileceklerini söylemeleri. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise teslimatların zamanında yapılacağını açıklayıp, ABD’nin tehditkâr açıklamalarını duymazdan gelmeyi tercih ediyor.

Bazı kongre üyeleri ve Pentagon mensupları ise, daha ileri gidip Türkiye’nin F-35 programı katılımcılığından çıkarılabileceğini; NATO üyeliğinin tartışmaya açılabileceğini ve 'ABD Düşmanlarına Karşı Yaptırımlarla Mücadele Yasası' (CASTA) gereğince yaptırımlara muhatap olabileceğini oldukça rahat bir edayla söylüyorlar.

Yapılacak ilk NATO Dışişleri Bakanları toplantısında ele alınacak konulardan birinin Türkiye’nin S-400’leri alması halinde meydana gelecek sorunlar olacağı da basına yansımış durumda.
Benzetmek gibi olmasın ama ABD, Türkiye’nin S-400’leri alma meselesini sanki kendi "beka meselesi" haline getirmiş gibi görünüyor.

NATO ve ABD’nin itirazları tartışmalı

Son yıllarda farklı tablolara şahit olsak bile, bu olaya müttefiklik ilişkileri, NATO üyeliği ve egemen bir devlet olma bağlamında bakıldığında Türkiye’nin birçok yönden haklı konumda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Bundan dolayı Ak Parti iktidarı ve sözcüleri geri adım atmak bir yana, bu füze sisteminin daha ileri modeli olan S-500’lerin de alınabileceğinden dem vuruyor.

Görünen manzara, ne Türkiye geri adım atmak niyetinde, ne de geleneksel müttefikleri ABD ve NATO tarafından bu durum kolay sindirecek gibi görünüyor! Tek tük temenni sözcüklerinin dışında tarafların uzlaşma arayışlarına dönük herhangi bir girişimleri şimdilik yok.

Uzmanların görüşleri ABD’nin, S-400’ler konusunda başka bazı ülkelerin de Türkiye’nin yolunu izlemesinden endişe ettiği ve gerçekleşmesi halinde silah sanayiindeki başat konumunun sarsılacağını düşündüğü yönünde. Örneğin, şu sıralar satın almaya istekli ülkeler arasında Hindistan ve Suudi Arabistan’ın adı geçiyor.

Bununla beraber, halen yedisi NATO ülkesi olmak üzere yirmi ülkeye S-200 ve S-300 füze sistemlerinin satılmış olduğu; 2016’da Belarus’un, 2018’de Çin’in S-400’leri edindikleri dikkate alınırsa, ABD ve NATO itirazlarının en azından bu açıdan zayıf, güçlü bir temele dayanmadığı görülüyor.

Elbette bu gelişmenin ABD ve NATO kolektif gücüne ve teknolojik üstünlüğüne dayalı "hâkimiyet" ve dengeyi tartışılır hale getirmesi mümkün. Ekonomik olarak silah sanayiindeki konumlarını da biraz sarsabilir. Özellikle F-35’lerin iddialı teknolojisinin üzerinde yükselen değerini aşağı çekmesi de ihtimal dahilinde.

Eski dostluk ve müttefiklik mazide kaldı

Ayrıca kapsamında ortak üretim ve teknoloji transferi de olan S-400 Hava Savunma Füzesi alım anlaşmasının Türkiye’yi ABD ve NATO’lu müttefiklerinden iyice koparıp Rusya’ya yanaştıracağı endişesinin de ciddi bir rolü olduğu anlaşılıyor.

ABD ve Türkiye uzun zamandır ne bölge sorunlarında, ne de uluslararası konular üzerinde doğru dürüst anlaşabiliyorlar. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Duvar’ın yıkılması sonrasında meselelere bakışları ve menfaatleri pek birbirine denk düşmüyor. Bu geleneksel ve ittifak dünyanın yeni dengesine(?) kendini pek uyarlayamadı. Eski dostlar sık sık karşı cephelere düştüler.

Arap Baharı’nı (karakış desek daha doğru olacak) takip eden aylar ve yıllarda bu farklılaşma neredeyse kronik hal aldı. Özellikle Suriye İç Savaşı ve ondan kaynaklanan gelişmelerin Türkiye’ye yansımaları anlaşmazlığın daha da derinleşmesine yol açtı. Sık sık karşı karşıya geldiler. Bilhassa Suriye’nin kuzeyindeki Kürt yapılanmasına, PYD ve YPG’nin rolü ve geleceğine tamamen farklı noktalardan baktılar.

Onlara FETO, 15 Temmuz Darbesi, Rahip Olayı, Hakan Atilla ve Halkbank Davası, Filistin, Golan Tepeleri, Kudüs ve Venezüela önemli anlaşmazlık alanları da eklendiğinde, ortada bir müttefiklik ilişkisinin var olduğunu ileri sürmek oldukça güçleşiyor.

Hava Kuvvetleri'ne bağlı bir savaş uçağının 2012’de keşif uçuşu yaparken Suriye tarafından füzeyle düşürülmesi Türkiye’nin gündemine hava savunma sistemi edinme meselesini getirdi. ABD ve NATO üyesi müttefiklerine başvuran Türkiye umduğunu bulamayınca konu bugünkü kritik eşiğe geldi. Geriye dönüp bakınca şimdi daha iyi görünüyor.

Hava savunmasındaki zaafı süratle giderme ihtiyacı hisseden Türkiye’nin girişim ve ısrarları bir sonuç vermedi. Hatta, Patriot Füze Sistemi alma talebine ABD’den neredeyse iki yıla yakın hiçbir yanıt alınamadığını Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu açıkladı. Türkiye’nin talebi karşısında ABD Kongresi’nin kaya gibi duruşu unutulacak gibi değil.

Nihayet son günlerde yapılan heyetler arası görüşmelerde verilen yanıtta ise ne kredi, ne de teknoloji transferi, ne de ortak üretim konusunda Türkiye’yi tatmin eden herhangi bir şey vardı.
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sonrası karabasan gibi üzerimize gelmesi beklenen füze krizi, çok boyutlu bir sorun. Konunun uzmanı olmayanlar için teknik yönü son derece karmaşık. Bu nedenle başka bazı yönlerine dair düşüncelerimizi ifade edip yazıyı noktalamak en doğrusu olacak.

Özlem barış, dayatılan gerçeklik silahlanma!

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, insanların alın teri olan vergilerin dur durak bilmeyen silahlanmaya harcanarak dünyanın bir savaş meydanına dönüştürülmesi ve ülkelerin silah sanayii karşısında çaresiz hallere düşürülmesi benim ideolojik, politik ve ahlaken kabullenebileceğim bir şey değil. Ülkemiz, bölgemiz ve dünya barışa hasret. İsterim ki, iktidarların en iddialı projesi ülkeyi bir barış adası haline getirmek olsun!

Ama biliyorum ki, siyasetin ve devletlerarası ilişkilerin bunların çok ötesinde katı kanunları var. Günü geldiğinde ne insani değer, ne hukuk, ne ahlak tanıyor. Bu nedenle de aşağıda sıralayacağım hususlar, hemen her çevrenin dikkat çektiği ortak noktalar.

Öncelikle, egemenlik ve bağımsızlık devletlere ve ülkelere kendi savunmalarıyla ilgili özgürce tedbir almaları hakkını tanırken, ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’ye olmadık hususları dayatmaları müttefiklik adına da olsa asla kabul edilemez.

S-200 ve S-300 füze sistemlerinin çok sayıda NATO ülkesi tarafından alınması nasıl siyasi ve teknik uyum sorunu yaratmamışsa, ABD ve NATO istediği takdirde S-400’ler için de geçerli bir yol bulabilir. Türkiye ve Rusya bunun müzakeresine açık olduğuna göre, Özellikle ABD’nin meseleyi ölüm-kalım noktasına taşımasının ardında başka hesapların bulunduğunu düşünmek normal olacaktır.

Osmanlı dönemini de dikkate alırsak, Türkiye’nin esas itibariyle Batı dünyasının dışında ve ona karşı konumlanmış bir gelecek arayışı içinde olmadığı aşikâr. AK Parti iktidarının son dönemlerinde gerek ABD ve gerekse AB ile gerilen ilişkileri, bağların tamamen koptuğu ve Türkiye’nin geri dönüşsüz bir yola girdiği anlamına gelmiyor.

Dünya eski dünya olmadığı gibi, ABD ve Türkiye de Soğuk Savaş döneminin devletleri değiller. Bu nedenle siyasette ve diplomaside hotzotun işlemediği durumların da olabileceğini hesaba katmak gerekir.