Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) 22 Temmuz'da Diyarbakır'da "Onurlu bir Barış için Demokratik Müzakere Hemen Şimdi" adıyla miting yapması, bazı kesimlerde "Şimdi bu miting de nereden çıktı" sorusuna yol açtı. Kürt sorunu bağlamında görülen bazı gelişmeler yeni bir döneme girilmekte olduğunun işaretlerini veriyor. Bu bakımdan miting şaşırtıcı sayılmaz.

HDP, geçtiğimiz 10 Temmuz'da Parti Meclisi'ni toplayarak yerel seçimler ve 23 Haziran İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde oynadığı kritik rolü ve yakın geleceğe dair beklentilerini ele aldı.

HDP yeni döneme hazırlanıyor

Hem Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için yeni bir başlangıç yapılması, hem de güney sınırımızda, Kuzey Suriye'deki Kürt örgütü PYD/YPG ile yaşanan gerilim ve çatışmaların sona ermesi için yeni imkânlar aramak ve şartları zorlamak amacıyla Van, İzmir, İstanbul ve Mersin gibi şehirlerde de mitingler yapılmasını benimsedi.

Ayrıca, "Demokrasi İttifakı" olarak tanımladığı, seçimde çok başarılı olan geniş yelpazeli Millet İttifakı'nın, "demokratik çokluk" esasına dayalı yeni bir anayasa için mücadele edecek "Demokratik Anayasa İttifakı"na dönüştürülmesini istedi.

"Demokratik siyasete ve düşünceye özgürlük" için kampanyalar yapılmasını da kararlaştıran HDP, bu dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek güçlü bir parti yapılanması için gelecek yılın ilk aylarında yapılacak genel kongreyi takiben etkin tedbirler alınmasını kararlaştırdı.

Belli ki HDP, yerel seçimler sonrası ülkede oluşan siyasal iklimin demokratikleşme taleplerine sahip çıkan dinamikleri öne çıkardığını, akamete uğrayan "Barış ve Çözüm Süreci"nin bu şartlarda yeniden başlayabileceğini hesaplıyor.

PKK'nın destek verdiği PYD/YPG oluşumu ile Türkiye arasındaki ciddi anlaşmazlığın, ABD gibi güçlerin de zorlamasıyla uzak olmayan bir gelecekte bir biçimde uzlaşmaya dönüşebileceğini düşünüyor.

Bu iyimserliği az çok haklı çıkaracak gelişmelerden birkaçını hatırlatmakta yarar var.

Dikkat çeken gelişmeler

Bilindiği gibi, Öcalan'ın seçimden hemen önce tuhaf bir şekilde medyaya iktidar tarafından servis edilen mektubundaki "Suriye anlaşmazlığında Türkiye’nin hassasiyetinin gözetilmesi" mealindeki tavsiye cümlesi hayli dikkat çekti.

Hem ABD çevrelerinden, hem de bizzat YPG'den, "Türk yetkililerle muntazaman görüştükleri" yönünde açıklamalar geliyor. İktidar temsilcileri ise bu tür açıklamaları önem vermez ve umursamaz bir edayla karşılıyor.

Türkiye'nin bir yandan Kuzey Irak'ta Pençe-1 ve Pençe-2 adıyla Kandil'e yönelik hava destekli operasyonlar yapması, diğer yandan da uzun zamandır Fırat'ın Doğusu'na "mecbur kalırsam girerim" söylemiyle yaptığı olağanüstü askeri yığınağı yeniden siyasal gündemin üst sıralarına tırmandırması, sanki "masaya oturmadan önceki hamleler" gibi algılanıyor.

Türkiye'nin eğitip silahlandırdığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin 60 bin kişilik kuvvetle, TSK'nın yanında yer almaya hazır olduğunu açıklamasının da yukarıdaki tablonun kurgulanmış bir parçası olduğu görülüyor.

Türkiye, Rusya ve İran arasında oluşan Astana süreci, kaldığı yerden ağır aksak devam ederken, ABD ve Türkiye arasında "Güvenli Bölge" görüşme trafiğinin son günlerde arttığı basına yansıyor. Trafik artmış olsa da Türkiye’nin istediği "450 km uzunluğunda, 35-40 km derinliğinde ve tamamen kendi askeri kontrol ve denetimine bırakılması" şeklindeki bir modelin ABD tarafında kabul edilmediği anlaşılıyor.

Türkiye teklif ettiği bölgeye oralarda ikamet etmekle beraber, PYD/YPG silahlı güçleri kontrolü ele geçirince göçmek zorunda kalan 500-600 binlik Suriyeli sığınmacıları yerleştirmeyi planladığını ve oraları imar etmeyi hedeflediğini söylüyor.

PYD/YPG'den ağır silahların geri alınarak daha güneye inmeye zorlanmaları gibi Türkiye'nin direttiği noktalarda hangi aşamaya gelindiği ise henüz pek belli değil. Bununla beraber, ABD'nin Suriye'nin anayasal yeniden yapılanmasında Kürtlerin statüsünün çok belirgin bir şekilde toprağa dayalı olarak yükseltilmesini hedeflediği ve bundan geri adım atmaya yanaşmayacağı görülüyor.

Süreç Suriye'de bitmişti, oradan başlar mı?

Aslında 21 Mart 2013'te başlayan ilk barış ve çözüm süreci, tarafların hazırlıksızlığına ve karşılıklı güvensizliğine, parlamentodaki güçlerin önemli bölümünün devre dışında kalmış olmasına, devlet çarkının ağır işlemesine ve acemiliklere rağmen ağır aksak ilerliyordu.

Bu arada, Ak Parti iktidarının HDP'nin seçime kendi adıyla değil, bağımsız adaylarla girmesini dayatması, 400 milletvekili elde edip anayasayı başkanlık rejimi yönünde değiştirme ihtirası, KCK tutuklamaları, Gezi Direnişi ve 17/25 Aralık FETÖ'nün iktidarı devirme hamleleri iç ortamda karşılıklı olarak negatif birikime neden oldu.

Ama asıl belirleyenin Suriye iç savaşı sırasında PYD/YPG'nin ABD ve Batılı ülkelerden aldığı destekle İŞİD'e karşı mücadelenin seküler gücü olarak öne çıkması, ağırlığı kuzeyde olmak üzere büyük bir alanı kontrolü altına alması yönündeki gelişmelerdi.

Türkiye'nin bu gelişmeden ciddi rahatsızlık duyduğu ortaya çıktı.

Kırmızı çizgi restleşmesi!

Ekim 2013'te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'i bir görüşme yapmak üzere davet eder. Üç saat süren görüşmede ikisinin dışında süreçle yakından ilgili olan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da yer alır. Bu görüşme ve 9 Kasım'da İmralı'ya giden Önder'le Öcalan arasında geçen tartışma konusu İmralı Notları isimli kitapta şöyle yer alır:

"Önder: Başbakan devam etti: 'Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızı çizgim var, o da Suriye'dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim' dedi.

"Öcalan: (Sinirlenerek) 'Sen de ona söyle: Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir!' (Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, İmralı Notları, Abdullah Öcalan, Weşanen Mezopotamya, s. 178-179, Kasım 2015, Deutschland)"

Görüldüğü gibi, süreç, Suriye'de anlaşmazlık kendini gösterdiğinde çıkmaza girdi ve bir sürüklenme halinden sonra noktalandı.

Yakın geçmiş hakkında ne düşünülüyor?

Bugün Suriye'de bir uzlaşma ihtimali varsa, Türkiye'de de barış ve çözüm için yeni imkânların doğmaya başladığı düşünülebilir. Hiç şüphesiz, Türkiye'nin de, Suriye Kürtlerinin de barış içinde bir arada yaşamaya ihtiyacı var.

Lakin, Kürt Hareketi'nin taa o dönemden başlayarak Türkiye'de gerçekleştirdiği siyasal ve silahlı faaliyetlerin toplum üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin bir kalemde silineceğini, hiçbir şey olmamış gibi bırakılan yerden başlayacağını düşünmek de çok gerçekçi olmaz.

Bölgede 102 belediye HDP'nin yönetimindeyken başlatılan anlamsız ve gayri ciddi özyönetim ilanları; devletin baskı ve şiddetini önlüyoruz diyerek sürdürülüp büyük yıkım ve can kayıpları getiren hendek savaşları ve barikat eylemleri; Türkiye'nin siyasal gerçekliği ve mücadele geleneğiyle alakası olmayan "Devrimci Halk Savaşı" saçmalığı, hem Kürtler üzerinde, hem de batıda yaşayan yurttaşlar üzerinde olumsuz etkiler yarattı.

O dönemde bu politikalar karşısında ciddi bir şekilde pozisyon alamayan Demirtaş ve bir iki kişinin dışında kimsenin sesini yükseltmediği bu politikaların gölgesi HDP'nin üzerine çökmüştü.  Son seçimler ciddi bir imaj düzelmesini sağladıysa da, bu her şeyin yoluna girdiği anlamına gelmez.

Yeni bir başlangıç için yola çıkılıyorsa, bunlar hakkında da HDP'nin ne düşündüğünü duymak ve bilmek başta Kürtler olmak üzere herkesin hakkıdır.