Seçimin kaybedeni, kazananı kim anlamaya çalışıyoruz.

YSK'ya göre konu açık olmasına ve Millet İttifakı adaylarının kazandığı belli olmasına rağmen İstanbul ve Ankara belediye başkanlık seçimleri karakola düşmüş durumda.

Ak Parti'nin aldığı oy önceki seçimlerin altında olmamasına karşın, o çevreden esen rüzgâr kaybedenlerin havasını yansıtıyor.

İktidar sözcüleri durumu genel ve yuvarlak ifadelerle geçiştirseler bile, Türkiye'ye rengini veren son derece önemli birkaç büyükşehrin el değiştirerek muhalefete geçtiği ayan beyan ortada.

Bu durum önümüzdeki dönemde Türkiye'nin genel politik iklimini ve dengesini değiştirmeye namzet görünüyor.

Söz klişe ama hakikaten seçmenin büyük bölümü iktidara güçlü bir uyarı verdi.

Bu bakımdan 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri Ak Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan için çok şey anlatıyor.

Bir zamanlar AK Parti’de...

3 Kasım 2002 seçimlerinden itibaren Erdoğan'ın siyasi ve örgütsel liderlik yeteneğini ve kapasitesini, Ak Parti'nin iktidara taşıyan ve girdiği bütün seçimlerde Türkiye siyasetinin birinci partisi konumu elde etmesini sağlayan tartışılmaz rolünü biliyoruz.

Daha gerilere gidersek, 1994'te İstanbul belediye başkanlığını kazanmasından itibaren farklı bir siyasi aktör olarak hayatımızda yer alacağını az çok anlamıştık.

Ak Parti nitelikleri ve yetkinlikleri birbirine yakınmış gibi görünen önder bir kadro grubuyla Milli Görüş geleneğinin içinden çıkıp yeni bir kimlikle siyaset sahnesinde yer alırken, Erdoğan dili, kitlelerle kurduğu ilişkinin farklılığıyla, siyasal öneri ve tercihleriyle bu partinin bu noktalara gelmesinde hep başat rolü oynayacağının işaretini de veriyordu.

On yedi yıldır elde edilen tüm başarıların muzaffer lideri olarak destekleyenlerden hep ilgi gördü ve takdir topladı.

Toplumsal havayı partisi aleyhine gördüğü durumlarda bizzat sahaya atlayıp ipleri eline aldı; il, ilçe, kasaba demeden meydan meydan dolaştı; anayasa, yasa, siyasi gelenek, hukuki ve etik sınır tanımayan sert söylemleriyle önemli bir seçmen topluluğunu partisi etrafında konsolide edip, ipi hep önde göğüslemeyi başardı.

O nedenle, dindar ve muhafazakâr seçmenin dünyasında hem güven duyulan, hem korkulan, onsuz bir siyasal geleceğin düşünülemeyeceği, partisini aşan bir özerk alana sahip, kült kişilik haline geldi.

Tek seçici olunca...

Yola çıktığı önde gelen arkadaşlarından çoğu, şu ya da bu nedenle adım adım çevresinden çekildi veya kenarlara itildi. Parti içindeki tek seçici ve karar verici konumu pekişti. Bu durum parti kitlesi tarafından pek yadırganmış gibi görünmedi. Öyle olsa bile bu hususta dışarıya pek bir şey yansımadı. Yansıtmaya meyilli olanların karşısına partinin öğütücü mekanizmaları çıktı ve gereğini yaptı.  Sessizliğe bürünme,  riski bertaraf eden istikrarı öne alma tavrı hâkim tercih gibi göründü.

Son yıllarımız hayli çalkantılı geçti ve ortaya çıkan bütün kritik eşiklerde Erdoğan, halihazırdaki rejim kurumlarının üzerinde bir rol oynadı.

Türk tipi başkanlık rejiminin, diğer ifadeyle Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi'nin bu topraklarda kök tutması bakımından iktidar çevrelerince hayati olduğu ileri sürülen bu 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimi'ne giderken de Ak Parti'nin aday belirleme, propaganda stratejisi oluşturma ve öncelikli söylemleri kararlaştırmada beklendiği gibi Genel Başkan Erdoğan son derece belirleyici oldu.

Yani, ne dediyse o oldu.

Seçim stratejisi ve temel politikalar kimin eseri?

Bugün sonuçlarını tartıştığımız 31 Mart seçiminin Ak Parti'nin hanesine yazdığı her şey evvel emirde genel başkan olarak Erdoğan'ı, onun karar, tercih ve söylemlerini işaret ediyor.

En genel hatlarıyla ifade edecek olursak, bu parti adına yürürlüğe sokulan ekonomi, siyaset ve seçim stratejilerinin şekillenmesinde ve seçmenlerin önüne taşınmasında hep Erdoğan'ın vizyonu tayin edici oldu.

Hafifçe gerilere gidecek olursak, parlamenter sistemin terk edilip, bütün ipleri tek kişinin elinde toplayan Türkiye'ye özgü hayli otoriter başkanlık modeline, diğer ifadeyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesinde onun arzusu belirledi süreci.

Savaş meydanında tek at, tek mızrak!

Bu yolu bir zamanlar ideolojisini ayaklar altına aldığı MHP ile birlikte yürümek yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından zaruret olarak görüldü.

15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı düzenlenen ortak Yenikapı Mitingi'ndeki birlikteliğe rağmen, muhalefettekileri dış güçlerin işbirlikçisi, Kandil'in kuklası, ülke ve bölgeye yönelik tehdit ve tertiplerin oyuncağı, beka sorununu görmeyen, anlamayan ve tersi yönde çabalar içinde bulunan şer güçler olarak tanımlayıp seçim dönemi boyunca bunu işlemeyi tercih eden de Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

Seçtiği sloganlar, kullandığı dil, yakın ve uzak tarihten aldığı referanslar, partisinin ve birlikte yürüdüklerinin ortak, şaşmaz ve tartışılmaz politik düsturu haline geldi.

Seçimler yereldi; seçilecek olanlar belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtarlardı ama Ak Parti'nin lideri ve liderliği öyle uygun gördüğü için yerel değil, genel seçim havasına büründürüldü.

Vatandaşların yıllardır yapageldikleri olağan tercihlerin hayat memat meselesine çevrilmesi, dindar/muhafazakâr seçmenin öncelikleri değil sözkonusu liderliğin gündem yaptığı bir husustu.

Seçim meydanlarının savaş alanı, farklı tercihleri olan seçmenlerin düşman cephenin askerleri gibi algılandığı siyaset mantığı ve anlayışından MHP biraz güç devşirmiş olsa bile bunun Ak Parti'ye pek yaramadığı görüldü.  

Çok sayıda büyükşehir, şehir, ilçe sözkonusu olduğu halde sahne Cumhurbaşkanı Erdoğan'ındı.

Nitekim bütün bu değişimlerin yaşandığı kritik seçim evlerinin en etkili ve neredeyse yegâne sözcüsü de bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisiydi.  Mitingler, geziler ve toplantılarda sergilediği performans bunu en açık şekliyle ortaya koydu.

Bu seçimde de farklı bir şey yaşanmadı: Ak Parti meydanlarda tek at, tek mızrak görüntüsünü değiştirmedi. Kampanyayı Erdoğan başlattı, sürdürdü ve bitirdi; bilmiyorum toplumsal hafızada kalan başka biri var mı?

Bütün adaylar ve seçmenler bu ülkenin vatandaşıydılar

O istediği için yerel yönetimlere dair sorunlar, çözümler, projelerden çok "beka" konusuna yüklenildi. Erdoğan'ın tercihi o doğrultuda tecelli ettiği için aynı ülkenin vatandaşı olan seçmenler "beka" kavramı etrafında neredeyse düşman cephelerin askerleriymiş gibi bir haletiruhiyeye sokulmak istendi.

Son iki-üç seçimdir "terör", "kuşatma", "kökü dışarıda tertipler", "ülkemize kastedenler" gibi söylemlerle köpürtülen kutuplaştırma, Cumhurbaşkanı Erdoğan uygun gördüğü için, yine sonuç vereceği varsayılarak bu seçimde de bol bol kullanıldı.

YSK'nın öngördüğü seçime aday olarak katılabilme yeterliliği tartışmaya açılıp, keyfi girişimlerin olabileceği iktidar sözcülerinin tavır ve ifadeleri arasında çokça görüldü. İsim listeleri havalarda uçuştu. İtham ve suçlamaların haddi hesabı yoktu. Bunun yarattığı hukuksuzluk ve adaletsizlik duygusu az buz değildi. Maalesef Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bunu umursayan bir tavrına şahit olamadık.   

Eğer Erdoğan istemeseydi belki Ak Parti adayları ve Cumhur İttifakı'nın diğer ortağı içine girilen açmazı, yükselen enflasyonu, artan işsizliği ve yoksulluğu açıkça kabullenip, üstesinden gelmek için seçmene makul ve mantıklı samimi vaatlerde bulunabilirlerdi.

Özetle, eşit bir seçim yaşanmadı; ama sonuç. kabul edelim ki halkın adaletini yansıtıyor.

Bu adaletin içinde özellikle iktidar partisine ağır bir uyarı var. Bakalım bu kitlesel uyarı Ak Parti mahallesinde adresini bulacak mı?