Reform, kavram olarak toplumların ekonomik ve siyasal hayatında genellikle olumlu değişimleri anlatsa da, bizim iktidarlar bir reform işine giriştiğinde hep korkarım.

Reform diye yola çıkanların milletin başına ördükleri çoraplar aklıma gelir.

Ak Parti iktidarı da yazın başından beri bir yargı reformu hazırlığı içindeydi. Çalışmayı yürüten Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’den kapsam ve içeriğe dair sık sık açıklamalar dinledik.

Nihayet geçtiğimiz günlerde bu ‘Yargı Reformu Paketi’nin bitirilen birinci kısmı TBMM Başkanlığı’na ve muhalefet partilerine verildi. Meclisin takvimine göre öncelikle görüşülecek konular arasında yer alan paket, Adalet Komisyonu’nda yapılacak ilk değerlendirmelerin ardından genel kurula inecek.

Paketin niteliğine gelince, iktidar sözcülerine ve destekleyen kalemlere bakılırsa, yargı ve adalet sistemi yıllardır yerlerde sürünen Türkiye’nin bu durumunu düzeltmek üzere bir hayli değişiklik geliyor. Onlara göre iddialı bir reform paketi gündemde.

Ama muhalefet kesiminden yükselen eleştiriler dikkate alınırsa, “reform” diyerek getirilenlerin durumu iyileştirmek bir yana, daha olumsuz noktaya götürme ihtimali de epey yüksek. Bu yaklaşımdan hareketle, kökten karşı çıkışlar duyulmaya başlandı.

Yargı ve adalet sistemimiz dökülüyor

Gerçekçi olmak gerekirse, anayasamız, yargı ve adaletle ilgili kurumlarımız, yasa ve yönetmelikler, aradan geçen zamana ve yapılan bir dizi anayasal değişikliğe rağmen, askeri darbe ve OHAL kalıntılarından tam manasıyla kendini kurtarmış değil.

Uygulamanın önde gelen unsurları olan hakim ve savcılarımızın çoğunun alışkanlık ve zihniyet dünyası ise zamanın, hatta mevcut yasaların bile maalesef çok gerisinde. Bugünümüzü okudukları ve ihtiyacımızı görebildikleri çok şüpheli.

2018’in ortalarından beri içinde yaşamakta olduğumuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin, diğer ifadeyle Türk tipi başkanlık rejiminin ise durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirdiğini kabul etmemiz gerekir.

Bozulma başkanlık sisteminde tavan yaptı

Öyle ki, demokratik rejimlerin olmazsa olmaz ilkesi ‘Güçler ayrılığı’ 2018’den sonra fiilen ortadan kaldırılarak, her şey Cumhurbaşkanı’na bağlandı. Denge ve denetleme mekanizması adına hemen hiçbir kurum kalmadı. Bütün gücün tek elde toplandığı bu modelde yargı, iktidar partisinin genel başkanı da olan başkana fiilen ve neredeyse tamamen bağımlı hale geldi.

Attıkları her adımda ve aldıkları her kararda iktidarın istem ve tercihlerini gözeten çoğu yargı kurumları ve kritik konumlardaki temsilcileri uygulamalarıyla doğrudan politik iktidarın aparatı görüntüsü veriyor.

‘Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun işleyişi, kararları ve atamaları itibariyle iktidarın bir genel müdürlüğü gibi algılanmasının kaçınılmaz olduğu ortada.

Bağımsızlığını yitirmiş bir yargıdan adil kararların çıkmayacağı baştan belliydi ve bu durum sonunda siyasal ve toplumsal hayatımızın hazin bir gerçekliği haline geldi.

Yargının üst kurumları olan Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın kimi zaman aldığı yasalara uygun ve hakkaniyetli bazı kararlar, gönülleri kısmen ferahlatsa da genel tabloyu esastan düzeltmeye yetmedi. Onların aldığı kararlara ayak sürüyen alt ve yerel mahkemelerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

Aslında, çok uyarıcı olması ve düzeltme fırsatı olarak görülmesi gereken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları ise iktidar tarafından sık sık “dış müdahale” gibi gösterilip, iç politikanın malzemesi haline getirildi.

En tehlikeli suç: Eleştiri ve hak arama

Bugün iktidara muhalefet etme, hak arama, eleştiri ve düşünce açıklama kolay değil. Basit bir tweet bile insanların hayatının karartılmasına yetiyor. Ortada demokratik ve evrensel hukuki normlar, anayasa ve yasalar olduğu halde, uygulamada özgürlüğün nerede bittiği, suçun nerede başladığı belli değil.

Demokratik siyaset alanı, basın ve özgürlükler hiç olmadığı ölçüde sınırlandırılmış durumda. Yasama organı ve dokunulmazlık anlamını yitirdi. HDP eş genel başkanları ve milletvekilleri ile belediye başkanlarının başına gelenler düşünce özgürlüğü, adalet ve yargı bağımsızlığı adına ibretlik durumlardır.

Bunlara OHAL dönemi KHK uygulamalarıyla, çok sayıda kamu mensupları ve akademisyen hakkında ortaya konulan hukuksuz, delilsiz, tanıksız işlemleri ve düşünce özgürlüğü ihlallerini de kattığımızda, milyonlarca insanı mağdur duruma düşüren bu tablonun vehameti ortaya çıkıyor.

İddianamesiz uzun tutukluluk dönemleri, hukuk dışı soruşturma ve kovuşturmalar, delili ve dayanağı olmayan eğreti mahkûmiyet kararları, yargının üst kurumlarının hakkaniyetli kararlarına rağmen devam eden hak ve özgürlük ihlalleri alanında rekorlar kıran bir ülkenin yargısı sözkonusu olan.

Adil yargı acil ihtiyaç, paket baştan savma!

İktidarın daha önceki bazı yanıltıcı adımlarını hatırlayan muhalefetin ve canı yanmış birçok kesimin paketi ihtiyatla karşılamasını hiç yadırgamıyorum.

Malum, MHP mafya davalarından içeride olanlara af çıkması için uzun zamandır iktidarı sıkıştırıyordu. Onlar, kapsama bu hususun da girmesi için uğraşıyorlar. Anlıyorum.

Bunun yanı sıra Türkiye’nin bu acayip hukuksuz dönemi bir şekilde kapatıp normalleşmesini isteyen bir kesim de orta yolda buluşulması ve yeni bir sayfa açılmasını istiyor. Konuya hayli abartılı şekilde yaklaşan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu’nun “Bugüne kadar böylesi yargı reformu yapılmadı” sözünü de bu fasıldan sayabiliriz.

Tamam, avukatlıkta belli süreyi dolduranlara yeşil pasaport verilsin. Ama doğru dürüst bir yargı reformu yapılarak, yıllardır süren hak ve özgürlük ihlalleri de son bulsun. Herkes adil yargılansın ve iktidarın müdahalesi olmaksızın adalete ulaşabilsin.

Ama düşünce ve hak arama özgürlüğünü güvence altına alan; olur olmaz her şeyi terör propagandası veya terör örgütüne desteğe yorumlamayacak; delil ve ispata dayanmayan iltisak suçlamalarına meydan vermeyecek ve medya özgürlüğünü keyfi tavırlarla sınırlamalara karşı ciddi hukuksal ve yasal önlemler pakette pek görünmüyor.

Adalet, zor bulunur bir değer olmasın!

Bugün Türkiye’de son derece kapsamlı bir ‘yargı ve adalet krizi’ yaşandığını söylemek haksızlık olmayacaktır.

Bunun için muhalefeti, yargının bileşenlerini, sivil toplum örgütlerini dışlamayan, demokrasinin adalet ve yargı alanındaki evrensel normlarını bu paketin içine taşıyan bir esneklik sergilenebildiği bir çalışma gerçekleştirilsin.

Yasaklarla, hukuksuz yargılamalarla, hak ve özgürlük ihlalleriyle, adaleti zor bulunur bir değer haline getirerek iktidar olmak, aslında bilerek ya da bilmeyerek kendi kuyusunu kazmak anlamına gelir.