İktidar, muhalefet ve toplum olarak aylardır seçim hengâmesine kendimizi kaptırmış durumdayız.

Neyse ki hepimizde bıkkınlık uyandıran uzun sürecin sonunu nihayet bu pazar göreceğiz. İnşallah bir kere daha havadan sudan gerekçelerle yenilenmesi gibi bir durumla karşılaşmayız.

Halbuki epey zamandır bağıra bağıra üzerimize gelen ağır sorunlarla karşı karşıyayız. Odağında Rusya’dan alınacak S-400'lerin bulunduğu bir dizi sorun. Üstelik teker teker değil, aynı anda hep birlikte geliyorlar.

Bu yazıda iç siyasetimizin aktörlerinden genel olarak "Sol" tanımlaması altında toplayabileceğimiz partilerin bu konuya dair yaklaşımlarını yaptıkları resmi açıklamalar üzerinden aktarmak istiyorum.

Ancak, bunu yapmadan önce gelinen aşamaya dair, biraz uzuna kaçsa da bazı hatırlatmaların da olayı değerlendirmek bakımından faydalı olacağını düşünüyorum.

İç içe geçmiş kritik sorunlar

İlk akla gelenleri şöyle sıralayabilirim:

Rusya'dan hava savunma sistemi S-400'lerin alınmasına ABD bütün gücüyle karşı çıkıyor ve her türlü tehdidi devreye sokuyor.  Bunların başında da Türkiye'nin tedarikçi ortak olduğu ve 100 adedini satın almayı sözleşmeye bağladığı ve hatta bir bölümünün parasını ödediği F-35 savaş uçaklarının verilmemesi geliyor. 

ABD bununla da yetinmeyip NATO sistemiyle S-400'lerin uyumunun sağlanamayacağı tezini ileri sürüyor. Hatta işi daha ileri götürüp Türkiye'nin bu ittifaktaki pozisyonun tartışmaya açılacağının söylüyor. Birçok üye ülke farklı düşünse bile ABD ittifakın patronu olarak her şeyi yapabileceğini ima ediyor.

Doğu Akdeniz'de, özellikle Kıbrıs açıklarında savaş gemileri koruması altında doğalgaz ve petrol aramalarının tam da bu döneme denk gelmesi dikkat çekiyor. Rum yönetimi, bazı AB ülkeleri, ABD orijinli büyük petrol şirketleri, diğer bazı bölge ülkelerinin bu ortaklığı hayli manidar bulunuyor.

Türkiye ise, Fatih ve Yavuz arama gemilerini Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi'nin hükümranlığındaki sahaya göndererek arama başlatıp aynı düzlemde cevap vereceğini gösteriyor.

Artık yılan hikâyesine dönen Türkiye'nin AB üyeliği ve sürecin geldiği vahim noktayı ve açmazı sergileyen son İlerleme Raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı ve ortak gelecek için umut kırıcı bilgi ve değerlendirmelerle dolu.

Çok katmanlı Suriye sorunu

Bir türlü bitmeyen Suriye iç savaşı, Astana Antlaşması'na rağmen Rusya ve rejim kaynaklı hesaplarla yeniden alevlenen İdlip ateşi ve durduğu sanılan mülteci akınının oradan yüz binlerle başlaması ihtimali endişe yaratmaya devam ediyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Yeni Suriye'de rejimin niteliği, anayasa, çatışan taraflara ülke topraklarında nasıl bir konum ve yönetim imkânı sağlanacağı hususu bir uzlaşmaya bağlanamadığından, Türkiye'nin güney sınırlarında oluşturulacak "güvenli bölge"nin uzunluğu ve derinliği, PYD ve YPG'nin konumunun ne olacağı hususunun halen Türkiye, ABD ve ilgili güçler arasında sert müzakerelere neden oluyor.

Bunun yanı sıra, Türkiye sık sık artık kanıksanır hale gelen "Fırat’ın Doğusu"na operasyon yapma ve Menbiç'ten YPG'yi bizzat çıkarma sözünü gündeme sokuyor.

Suriye Kürtlerinin önemli bir bölümünü etrafında toplayan PYD ve YPG'nin, başta ABD ve bazı AB ülkeleri olmak üzere, Esat rejiminin kabulü ve Rusya'nın da sınırlı ama kritik desteğiyle iç savaş öncesine göre çok güçlü bir konumu elde edeceğine dair ciddi belirtiler kendini gösteriyor.

Son dönenme Kuzey Irak'ta Kandil istikametine yapılan askeri operasyon ise ara sıra Milli Savunma Bakanlığı'nca çatışmalarda öldürülen PKK sayısının ve bombalanan yerlerin basın açıklamasıyla duyurulduğu sıradan bir askeri rutine dönmüş durumda.

ABD'nin bölgeyi yeniden dizayn etme ısrarı

Bunlara ilave olarak son dönemde giderek tehlikeli bir hal alan gelişme ABD'nin İran'a çeşitli gerekçeler ileri sürerek uyguladığı Türkiye'yi de ciddi ölçüde etkileyen ekonomik ambargo ve bölgede gerilimi yükselten askeri müdahale sorunudur.

ABD, nükleer bir güç olmasına ramak kalan İran'ı ve bazı bölge ülkeleri içine alan bir stratejik planı sürdürmek istiyor. Bunun için de öncelikle İran'nın gücünü kırmak ve boynunu eğme peşinde. Ama işinin kolay olmadığı; Rusya'nın ve Çin'in olan bitene kayıtsız kalmaya niyetli olmadığı, İran ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin, Suudi Arabistan, Mısır ve bazı Körfez ülkelerinin yer aldığı yeni bir koalisyon aracılığıyla bölge dengelerinin değiştirilmesi yönündeki hamle ve dayatmayı pek kabullenmeyecekleri görülüyor.

Bunlara ilave olarak, kutuplaşıp ikiye bölünmüş bir Türkiye, ekonomisi neredeyse dibe vurmuş mültecilerle birlikte 85 milyonluk ülke; siyasal itibarı ve geleceği artık tartışmalı hale gelmiş bir iktidarı da eklediğimizde, içinde bulunduğumuz vahim ülke ve bölge tablosu az çok tamamlanıyor.

Büyük sorun yumağının merkezindeki S-400'ler

S-400'ler bu büyük sorun yumağının tam merkezinde görünüyor. Kendi boyutlarını aşıp neredeyse tümünü etkiliyor. Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve TSK bununla yatıp bununla kalkıyor.

İktidar 70 yıllık geleneksel Batı İttifakı'ndan ve NATO'dan Türkiye'yi aslında pek koparmak istemiyor. Ama eskisi gibi, ABD'nin dayattığı her şeyi kabule de yanaşmıyor. Köprünün altından çok sular aktı. Bu bakımdan çok haksız da değil. Eski sloganlardan hareket edersek, üzerinde durduğu zemini kabaca şöyle tanımlayabiliriz: "Hem Amerika hem Rusya; Hem S-400 hem patriot!" Bu gelişme müttefiklik ilişkileri bakımından tarihsel bir kırılmayla noktalanır mı, önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Ülke muhalefetinin bu denli kritik hale gelen bu sorun karşısındaki tavrı da giderek önem kazanıyor. Bunca girizgâhtan sonra muhalefetin sol cenahının bu olaya yaklaşımını kendi açıklamaları itibariyle yansıtmak istiyorum.

Her ne kadar CHP kendini sosyal demokrat olarak tanımlasa da, HDP kamuoyunda daha çok Kürtlerin kimlik mücadelesine ağırlık veren bir parti olarak bilinse de, bu iki örgütün halihazırda ve en genel anlamıyla ülke muhalefetinin solunu teşkil ettiklerini ileri sürmek pek yanlış olmaz.

Bu iki parti ve diğer kimlikleri daha net olarak solda görünen partilerin S-400'ler bağlamındaki görüşlerini sırasıyla bilginize sunuyorum.

CHP: "S-400'ler konusunda biraz daha duyarlı davranmamız gerekirdi"

Diplomat kökenli Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, "Bu konunun ABD'den Patriot füze bataryaları alımını, F-35 savaş uçaklarının Türkiye'de yapılan parça uçaklarının üretimini, bizzat uçakların alımını ve kullanımını, ortak çalışmayı, savunma sanayii ilişkilerini ve ülkenin savunma sanayii sektörünü olumsuz etkilemeye aday olduğunu" 20 Şubat 2019'da TBMM'de açıkladı.

"Zannederim ABD'nin bakışı Türkiye'nin S-400'ler ile ilgili tercihinin bu NATO ittifakı içindeki durumunu olumsuz etkilediği şeklindedir. Bu da fevkalade önemli bir tespit Amerika açısından bakıldığında. Neden önemli bir tespit? Onu da açıklamakta belki yarar var. ABD, Türkiye'nin S-400 alımını sadece Türkiye ile ABD arasında bir mesele olarak görmüyor, aynı zamanda bir NATO güvenliği olarak görüyor. Dolayısıyla o açıdan bakıldığında Türkiye'ye belki dayatma tabiri biraz fazla kaçacak ama en azından bu şekilde bir uyarıda bulunmayı da lüzumlu görüyor. Biz de eğer NATO içindeki konumumuzu ve ulusal güvenliğimizin NATO üyesi olmaktan kaynaklanan özelliğini dikkate alacak olursak bu S-400'ler konusunda biraz daha duyarlı davranmamız gerekirdi diye düşünüyorum" dedi.

HDP: "Biz hangi ülkenin tehdidi altındayız, Suriye’nin mi?"

Eş Genel Başkan Sezai Temelli 28 Mart 2019'da katıldığı bir televizyon programında, "Türkiye'de ısrarla savaş politikası, inanılmaz bir silahlanma harcaması var. Bakın S-400'ler. Türkiye'nin S-400'e nerede ihtiyacı var? Biz hangi ülkenin hava tehdidi altındayız. Suriye'nin mi? Suriye perişan olmuş, ne hava tehdidi? Kimin tehdidi altındayız?" dedi.

Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan ise, "Düşünün ki S-400 2.5 milyar dolar değerinde füze. Bundan 10 tane alınacağını söylüyor. 25 milyar dolar ilave silaha yatırım yapacağını söylüyor Sayın Cumhurbaşkanı. Bu kaynakları silaha, savaşa ayırmak büyük bir sıkıntı. Çünkü barış süreci olduğunda 4 sene önce toplam güvenlik harcamaları 50 milyar liraydı. Bu yıl 150 milyar lira. Bütün kaynakları silaha ayırdığınız için emeklilikte yaşa takılanların sorununu çözemiyoruz, memurların 3600 ek gösterge meselelerini çözemiyoruz. Çiftçimize tarım desteklerini yükseltemiyoruz" şeklinde görüşlerini açıkladı.

ÖDP: "Bağımsız-bağlantısız kişilikli dış politika"

ÖDP Merkez Yürütme Kurulu 13 Haziran 2019'da yayınladığı bildiride şu ifadelere yer verdi:

"Bugün de S-400 üzerinden ABD ile bir gerilim yaşanmaktadır. Anlaşmanın 2017 Aralık ayında yapıldığının ifade edildiği S-400 tercihinde, Ankara'nın 'jet krizi', 'büyükelçi cinayeti' gibi Rusya'yla yaşanan sorunları aşma hamlesinin yanında, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı korku ve panik psikolojisinin de etkili olduğu hissedilmektedir... ABD'nin, Türkiye'nin S-400 kararını CAATSA adı verilen ABD'nin hasımlarıyla mücadele yasa kapsamına sokması, ABD Savunma Bakan Vekili'nin tehditkâr mektubu hiçbir şekilde kabul edilemez... Ancak, Türkiye'nin hem S-400'leri alırım, hem de F-35 ve Patrick seçeneklerini elimde tutarım tavrı da hiç gerçekçi değildir. Memleket derin bir ekonomik kriz içinden geçerken kullanmasam da S-400'ün parasını öderim, ABD'ye de daha yüklü siparişler vererek durumu tamir ederim yaklaşımı da hiç gerçekçi değildir. Yoksul halkımızın silahlanmaya cömertçe saçacak bu kadar parası da yoktur. Bu krizden AKP'nin dış politika yaklaşımıyla çıkılamaz. Bizim özlemimiz ne S-400'lere, ne de F-35'lere para akıtan bağımsız, bağlantısız kişilikli bir dış politikadır."

TKP: "S-400 füzeleri Erdoğan'ı koruyamaz!"

Genel Sekreteri Kemal Okuyan, 14 Eylül 2017’de, "Geçmişte de böyleydi, şimdi de... Rusya'dan S-400 füze sistemlerinin alımı için varılan anlaşma ve ABD ile tırmanmaya başlayan gerilimin büyük  bir pazarlığın unsurları olarak görülmesinde yarar var. Erdoğan açısından bu pazarlığın tek ama tek bir konusu var: Kendi güvenliği! Erdoğan tasfiye edilmemenin garantisini istiyor. ABD'de ve Almanya'da bu konuda 'ciddi' olanların varlığından emin, yeni bir manevra ile bunu boşa çıkarmaya çalışıyor... S-400'ler Rusya'yı korur ama Erdoğan için bu silahlar çok yetersiz, hantal ve de tehlikeli" şeklinde görüşlerini yazdı.

TKP ise, 9 Ekim 2017 tarihli kurumsal açıklamasında, "Türkiye bugünkü toplumsal düzenle bağımsız ve egemen bir ülke olamaz, kişilikli bir dış politika geliştiremez. Kendi kurtuluşunu bir büyük güçten diğer bir gücün kanatları altına girerek sağlamaya çalışan Erdoğan, ABD ile mücadele edemez. Erdoğan ve arkadaşlarının temsil ettiği düzen, uluslararası tekellerin düzenidir. Ekonomik ve siyasal açıdan ABD, Almanya, İsrail, İngiltere gibi ülkelerle kurulan onursuz ilişkinin bitmesi için Türkiye'deki patron iktidarının yıkılması gerekir" dedi.

Halkevleri: "Bu düzen böyle gitmez..."

Siyasi yelpazede bir parti gibi faaliyet gösteren Halkevleri de 6 Mayıs 2019'da yaptığı açıklamada S-400'ler konusuna dolaylı olarak temas etti. Açıklamada, "Daha önce Ortadoğu'da, Doğu Avrupa'da ve Ukrayna'da, bugünlerde Venezüela'da ortaya konan savaş planlarına Türkiye halkları da ortak edilmek istenmektedir. Emperyalizm, yerli işbirlikçiler, AKP iktidarı ABD'ye NATO yoluyla kendisini tek seçenek olarak sunmak istemektedir. Bir yandan S-400 satın almakta, ancak bir yandan da NATO'ya güvence vermeye çalışmaktadır... Bu düzen böyle gitmez. ABD işbirlikçilerinden ne memlekete, ne de halklara, ne de bölgemize bir hayır gelir. Tek yol ülkemizin bağımsızlığı ve Ortadoğu halklarının kendi kaderine karar verecek barış içinde bir ortamdır" denildi.