Ömer Faruk’un 6:45 Yayınları'ndan geçtiğimiz Ekim ayında çıkan son deneme kitabı Aşk ve Ereksiyon Aşk'ı'nı okumuş ve hakkında düşüncelerimi yazmak istemiştim. Yeni yıl, ufak tefek rahatsızlıklar filan derken, araya aylar girdi.

Ömer Faruk, yazın dünyasıyla haşır neşir olmuş bir yazar. Dergilerde çok sayıda değerlendirmeleri yayımlandı ve ödüller aldı. Sorunlara felsefi bir düzlemden yaklaşan kitaplar yazmaya Ayrıntı Yayınevi'nin genel yayın yönetmenliğini bıraktıktan sonra başladı. Önceki kitapları ise Yarabıçak ve Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği.

Aşk ve Ereksiyon Aşk’ı Spinoza’nın felsefesi üzerine çalışan ender isimlerden biri olan Çetin Balanuye'nin dikkat çekici bir değerlendirmesine yer vererek okuyucuyu konuya hazırlıyor.

Balanuye, aşkla bizi kuşatan zincirleme temsil ilişkilerinin ürettiği sonuç üzerinden düşüncelerini sergileyerek, "Kuşkusuz; sanatlar, edebiyat, şiir ya da en genel ölçüyle kültür tam da bu temsil oyununun eseridir. Ne var ki, tüm kandırılmalarımız, zayıflıklarımız ya da yenilgilerimizin arkasında da aynı temsil oyunu vardır... Temsil, temsil edileni bozar!" diyor. Bu kapsamda oluşmuş fesat birliğine karşı, Ömer Faruk’un Aşk ve Ereksiyon Aşk'ı'nda "...bir direniş örgütlemeye kalktığını, bunun da 'Aşk' olduğunu" ileri sürüyor (s. 11).

Ömer Faruk’un bu son kitabında, öncekilerde az çok izlerini gördüğümüz biçim tercihi devam ediyor ve fikirleri dört ana mecrada akıyor.

Birincisi asıl metin: Aşk ve onu bugün ve dünde kuşatan şartlara, oradan türeyen norm ve kurumlara dair düşünlerini tartışmaya çalıştığı ana mecra olarak önümüze geliyor. Bütün yan tartışmalara dair atıfları da bu ana metinde görüyoruz.

İkincisi en az ana metin hacminde olan numaralandırılmış "Fısıltılar". Ömer Faruk yüksek sesin hüküm, hiyerarşi ve tahakküm içerdiğini düşünerek bütün fikirlerini ifade ederken fısıltıyı tercih ediyor. Bu bakımdan okuyucunun asla göz ardı etmemesi gereken, onun tezlerin sergilendiği en önemli mecra Fısıltı'lar.

Konu konuyu, soru soruyu açarmış. Bu kitabın okunmasında bizi kendine çeken, zihinleri kurcalayan art arda sıralanmış soru bölümleri de var. Yani, üçüncü mecrayı sorular oluşturuyor: Bireyleri, aşkı ve onları kuşatan ilişkileri, düzeni ve dünyayı ve masum ve şeytani, hatta anarşizan sorularla kurcalayan; tartışmayı saçaklandırıp kafaları allak bullak eden bir mecra. Takdir edersiniz ki, onca çetrefil soruya hakkıyla cevap verebilmek kolay değil. Ömer Faruk üstesinden gelmeye çalışıyor.

Dördüncüsü, alıntı ve dip notlar: Ömer Faruk, kitabını hazırlarken bir hayli kitap ve kaynak karıştırmış, bu belli. Dipnotlar neredeyse ana metin hacminde ve hatta içerik itibariyle onunla yarışıyor. Atıflar ana metinle sınırlı kalmayıp, örneğin Fısıltılar'a da usulca sızmış.

Kitap tam bitiyor derken, önümüze kendi çapında konu sergileyen ve anlam üreten "Meraklısı için notlar..." geliyor. Kitabın hazırlanma sürecine dair bazı anekdotlar, okuyana tavsiyeler, taslakları okuyup katkıda bulunanlar, ana metne sığmayan kimi fikirler ve alt sorunlar okuyucuya sunuluyor.

Klasik kitap formatına alışmış olanlar için böyle aynı anda dört, hatta beş mecrada birden akan ve bir denemenin okunması sürekli tetikte olmayı gerektiriyor. İnsanı dağıtması işten bile değil. Anladığım kadarıyla Ömer Faruk bu tarzı adıyla birlikte anılıncaya kadar sürdürmeye kararlı.

Kitaba konu olan Aşk'a gelince, Ömer Faruk tartışmayı, "İnsanlık binlerce yıl süren uzun yürüyüşünde uzaya gitti, uçak gemileri yaptı, görüntülü cep telefonları kullanmaya başladı, devasa gökdelenler dikti, nükleer bombalar tasarladı, üçboyutlu filmler çekti; peki Aşk'ta ne yaptı? Teknolojide ulaştığı gelişmelere Aşk’ta da ulaştı mı? İnsanlık kadar köklü bir geçmişi olan Aşk ne durumda?” gibi oldukça ağır sorularla başlatıyor.

Bu sorulardan da anlaşılacağı gibi bu denemede Ömer Faruk Aşk’ı alışılmış algıların dışında, güçlü ideoloji, zihniyet ve düzen eleştirileri eşliğinde ele alıyor.

İlk önce Aşk’ın mekân ve mekân ötesi bağlamlarını güçlü eleştiriler eşliğinde ele alıp, insanlığın tarihsel serüvenindeki yerini sorguluyor. Bu çerçevede mekâna ve inşasına özel bir yer veriyor. İlk insanların sığınma amaçlı oluşturdukları derme çatma mekânlarından bugüne uzanan bir değerlendirmeye girişiyor. Günümüz kapitalizminin mekân dayatmalarına ve zamanın ruhunu yansıtan modern hapishanelerimiz gökdelenlerin konumuna ve temsil ettiği değerlere ve yaşam normlarına karşı şerhini düşüyor; Aşk'ın filizlenme, serpilme imkânı, kapasite ve güçlüklerini, bu süreçten beslenen hikâyesini, karşı düşünce ve tasavvurlarını, başka bazı fikir insanlarından da esinlenerek "yok-yer" kavramı etrafında ele alıyor.

Ömer Faruk, insanın mekânla ilişkisini Aşk etrafında değerlendirirken konuyu doğal olarak özel alan-kamusal alan çatışmasına getiriyor. Elbette ele alınan yine kent ve mimari tercihler. Kentlerin Aşk'a ve insana neden dar geldiğini tartışıyor. Kamunun bütün enerjisiyle kent rantının üzerinden bir yaşam modeli inşa etmeye çalışanlara hizmet edişini öne çıkarıp, yaklaşımını şöyle belirtiyor:

"Birbirinin özelliklerini barındıran kamusal alan ve özel alan mekânların kesişme oranı o şehrin 'başkasının acısından haz duyan' ya da 'başkasının varlığından haz duyan' karakterini ortaya çıkarır. Kafe, kulüp, dernek, sinema, tiyatro, dans ve spor salonları, kütüphaneler, bostanlar, konser salonları, miting meydanları, temiz hava, plajlar, atölyeler, yürüme ve bisiklet yolları, trafiğe kapatılmış mahalleler, barınma ve sağlık evleri, botanik bahçeleri, çeşmelerinden akan temiz su, her mahallelinin katıldığı mahalle meclisleri, kuşların ve sincapların yaşadığı büyük parklar, mahalle evlerinde pişen ücretsiz yemekler, kaldırımların araçlara ayrılan alanlardan daha geniş olması, çocuklar için tasarlanmış park, oyun ve hobi alanları, şehrin bütün avantajlarına engellilerin erişebilir olması, festivaller ve karnavallar, deniz kıyılarının, nehir kenarlarının, dağların ve gökyüzünün tüm şehir sakinlerine ait ve açık olması... gibi kamusal ve özel alanın kesiştiği mekânların varlığı ve tasarım özellikleri o şehrin başkasının acısından mı yoksa varlığından mı haz duyduğunu gösterir" diyor (s. 55-56).

Ömer Faruk geniş bir konu yelpazesi içinde Aşk'ı ve değişik hallerini itiraz ve eleştiri mevziinden irdelemeyi, devam eden sayfalarda da sürdürüyor. Bana kalırsa asıl sözünü 94. Fısıltı'da söylüyor.

"Başkasının varlığından haz duyarak düşünceye hükmeden haysiyet sahibi, yok-yer sakini âşık gökdelen yapmaz, gökdelen yaptırmaz; nara atmaz, nara dinlemez; emir almaz, emir vermez; boyun eğmez, boyun eğdirmez; secde etmez, secde ettirmez; hayvanlara tasma takmaz, tasma taktırmaz; âşık olmadan çocuk yapmaz, yapılmasını desteklemez; bir tür olarak farkını başkasının acısından haz duyarak değil, fısıltıdan ve aşktan yana olarak içeriklendirir..." (s. 216).

Ömer Faruk Aşk ve Ereksiyon Aşk'ı'nda düşünceleri mümkün olduğu kadar zamana dayanıklı bir muhtevayla ifade etmeye çalışmış. Daha çok da devlet ve tahakküm ilişkileri üzerinden Aşk'ın sokulmaya çalışıldığı cendereye ve uğradığı deformasyona karşı duruşunu ifade etmiş.

Şüphesiz inanç, etnisite, coğrafya, sınıf ve kültür farklılaşmaları bağlamında Aşk'ın insanlık tarihi boyunca başına gelenleri de bu kitapta aramak fazla olacaktı. Benim de sorularım bunlar olsun. Umuyorum ileriki günlerde sözkonusu fay hatlarında Aşk'ın aldığı içeriği, biçimi, hırpalanma ve imkânsızlık hikâyelerini ve direnme yollarını bu kitaptaki bağlam içinde Ömer Faruk ya da başka yazarlardan okuruz.

(Aşk ve Ereksiyon Aşk'ı, Ömer Faruk, 6:45 Yayınları-İstanbul, Ekim-2019, 263 syf.)