Doğu Bloku’nun çözülmesiyle birlikte Batı dünyası sevinç çığlıkları atıyordu. Kapitalizm için artık hayati risk ortadan kalkmış, serbest piyasanın vahşice uygulanması için yollar temizlenmişti. Küresel sermaye darbelerle değiştirdiği NATO kontrolündeki ülkelerde dilediği yerel güçleri iktidara getirebilir, dilediği sömürü ittifaklarını kurabilirdi.
Doğu Bloku düşmanlığı bittiğine göre NATO’nun varoluşu için yeni bir düşmana ve ötekine ihtiyacı vardı ve aranan kan bulundu. Ortadoğu petrollerine çökmenin, emperyalist yayılmacılığı tek taraflı olarak hayata geçirmenin yeni sahası Ortadoğu oldu.
Bu bölgede planın uygulanması oldukça kolay ve ezberlenen bir yöntemdi. Zaten hassas olan dinsel-mezhepsel çatışmayı kaşı, tarafları silahlandır, onlar birbirlerini yerken sen çıkarlarını inşa et. Haritalar yeniden çizilerek, petrol yataklarına sahip olmak için yerel işbirlikçi ittifaklarla planın uygulanması uzun vadeli ama sonuç alıcıydı. Bir soğuk savaş dönemi örgütü olan NATO kendini yeniden var edecek düşmanı bulmuş, buna göre kendini ve ittifaklarını tasarlamaya başlamıştı. Oyun tıkır tıkır işlemeye başladı, hâlâ da işlemeye devam ediyor.
Elbette Ortadoğu’nun en güçlü ve en kilit ulus-devleti olan Türkiye buradan nasibini almalıydı. Büyük Ortadoğu Projesi için önce buna uyum sağlayan, her konuda söz dinleyen yerel bir ittifaka ve iktidara ihtiyaç vardı. Ilımlı İslam projesini hayata geçirecek sol demokrat bir parti değil, siyasal İslamcı parti eliyle yapmak iç kamuoyunu da ikna etmek anlamına geliyordu. Aynı zamanda diğer İslamcı ülkelere de örnek oluşturmalıydı. Aranan lider NATO’nun ve Beyaz Saray’ın koridorlarında, kapalı kapılar arkasında dizayn edildi. Ama bu seçmene kendi eliyle seçtirilebilecek sözde demokrasi aparatları kullanılarak yapılmalı ve meşru görünmeliydi. Bunun yanına CIA kontrolündeki cemaatleri, bir soğuk savaş aparatı olan milliyetçi örgütleri de entegre ettiniz mi plan uygulanıyordu.
Küresel güçler bu bölgede güçlü, bağımsız, kendi kendine yeten, içerde ve bölgede iyi ilişkileri önceleyen politikalardan nefret ediyorlardı. Geleneksel dış politika mezhepçi ve saldırgan olanla yer değiştirirken içerde ayrımcılık, her alanda duygusal ve siyasal bölünme uygulamaya sokuldu. Ötekileşme ve rant paylaşımı, dinin siyasallaşması ile devlet kadrolarında köklü değişimlere gidildi. Parti devleti oluşturuldu. Kendi kendine yeten tarım planlı bir şekilde yok edildi, dışa bağımlı hale getirildi. Özelleştirme safsatası adı altında üretim yapan fakat siyasiler tarafından gereksiz kadrolarla atıllaştırılan işletmeler, fabrikalar, arsalarının kıymeti karşılığında yandaşlara haraç-mezat satıldı. Hem de kasalarında bulunan nakit paraları, depolarında bulunan hazır hammaddeleri bile satılan rakamlardan katbekat daha fazla iken.
Bu işin sonu, derin ve uzun bir çöküşü beraberinde getirdi. Geleneksel dış politika çöktü. NATO’nun en kuvvetli ordusu işlevsizleştirildi ve dağıtıldı. Üretim yerine ithalat öncelendi. Toplumun yalan algı operasyonlarıyla milli–yerli–dini tüm duyguları siyasete yem edildi. Kardeşlik ve birlikte yaşama ideali, yurtseverlik duyguları ortadan bölündü. Türkiye bilinçli, planlı göç hareketi ile fiili bir işgal altına sokuldu; Avrupa’nın göçmen deposu haline getirilerek, yurdumuzun geleceği ve sosyal dokusu geri dönülemez bir biçimde tehlikeye girdi.
Ekonomi, tarihinde hiç olmayacak düzeyde çöküşe geçti. Kriz ilk defa tabana yayıldı. Cilalanan ekonomik verilerle, gerçekle örtüşmeyen yalanlarla çalışanlar, emekçiler, esnaflar, memur ve emekliler yoksullaştırıldı. Üretim yerine dilencilik ve tüketim ekonomisi hız kazandı.
Bütün bunları hayata geçiren siyasi liderler kimlerdi; tek tek bir kâğıda siz adlarını yazın. Hemen hepsi (bazı genç liderler hariç) soğuk savaş döneminden kalma NATO aparatlarıdır. Yürümeye, konuşmaya mecali olmayan bu kullanışlı aparatlar bilgi çağındaki gençlerin kaderlerini belirliyorlar. Yürekleri ve bilinçleri hem kinli hem de kirli olanlar egemen oldular. Cep telefonunun tuşuna basmanın ötesinde teknoloji yoksunu bu tipler, ülkeyi uçurumun kenarına getirip bıraktılar.
Türkiye’den sonra kurulan Çin’e dönüp bakalım. Trilyon dolarlık ekonomileri ve her alanda üretimleri ile dünyanın atölyesi oldular. Ay’ın karanlık yüzüne gittiler. Tıp alanında, akıllı teknolojilerle, otomobil, hava ve kara ulaşımında rekabetçi oldular. Savaşta bitmiş Almanya, Japonya, Franco faşizmi ile tükenen İspanya, Mussolini faşizmi ile gerileyen İtalya, dünyanın sayılı ekonomileri ve demokrasileri arasına girmiş durumdalar. 1930’larda İspanya ile Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri eşit iken bugün makas ulaşılmaz seviyelerdedir.
Sonuç; bu soğuk savaş artıkları liderlerden, bazı milliyetçi ve dinci siyaset örgütlenmelerinden, bunların gençlik örgütlerinden (aslında mafyatik çıkar örgütleri demek daha doğru olur), yerel işbirlikçilerden kurtulmadıkça Türkiye’nin işi çok ama çok zordur. Bu nesil liderler ve kurumları mutlaka yönetimlerden uzaklaştırılmalıdır. Türkiye’nin önünde tıkaç, takoz görevi yapmaktadırlar.
Bu toplum yeni nesil, eğitimli, teknoloji ve bilimle barışık, vizyoner, dünyayı iyi takip edebilen ve demokrasiyi içselleştiren liderleri üretmek zorundadır. Kin ve kavgayı üreten zihniyet barışı getiremez. Çünkü onun bildiği tek şey şiddet ve kötülüktür. Bu toplum masada oturanları, tarafları değiştirebilirse, belki oyunun kurallarını yeniden yazan, daha yurtsever ve aklı önceleyen kararlar alabilen liderler ortaya çıkarabilir.