Ülkeler, aynı ticari işletmeler gibi, ancak bir metaı üreterek veya üretilmiş olanı pazarlayarak elde ettikleri kârdan çalışanlarının-vatandaşlarının yüksek gelir elde etmelerini sağlarlar. Devletin görevi de ortak yaratılan maddi değerin, yani paranın, herkesin bulunduğu yerden elde ettiği kiminin az, kiminin fazla paylaşımından ibarettir. Burada adaletli dağıtımı ancak adaletli hukuk ve siyasi yapısı olan devlet yönetimlerden bekleyebilirsiniz. Antidemokratik siyasi iklimi olan ve hukuk sistemi bağımsız olmayan ülkelerde gelirden eşit pay almanın olanağı yoktur. Açık ve şeffaf toplumlarda, denetlenebilir ve hesap sorulabilir devlet işleyişinde adaleti aramak daha olasıdır. Devletler ve toplumlar içe döndükçe baskı artar, ekonomik adaletsizlik ve çıkar çatışması kocaman depresif bir ülkeye dönüştürür.

Bu ülkede yüzyıla yakın bir süredir geliştirmeye çalıştığımız iki ana eksenimiz var. Bütün mücadele buradan kaynaklanmaktadır.

Birincisi; demokrasi, yani siyasi yaşam tarzımız. Bunun içinde özgürlükler var. Siyasi partilerin iç işleyişi ile seçim sistemi, devletin işleyişi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü gibi evrensel değerlerin parametrelerine uygun, bizi bir arada tutacak değerler zinciri.

Bir diğeri ise; ekonomik ve iktisadi kalkınma politikamız. Yani ülkenin sırtını dayaması gereken üretim tarzı. Ekonomik zenginleşme için çok şey yapmak zorundasınız. Örneğin üretim yapacaksanız makineleşmeyi geliştirmeniz şart. Modern fabrikalar ve modern tarım aletleri olmadan çağımızda diğer ülkeler ile rekabet yapılamayacağını görüyor olmanız lazım. Bu makineleri kullanacak insan kaynağı, olmazsa olmazdır. Bunun için eğitimli, uzmanlaşmış, teknik ve mesleki yeterliliğe sahip işgücünü geliştirmek zorundasınız. O yüzden eğitim sisteminin, düşünen, sorgulayan ve bilimsel temele dayalı, ezberci değil akla ve anlamaya odaklı bir modele sahip olması gerekir. Pozitif, bilimsel eğitimin tüm eğitim sistemini belirliyor olmasının yanı sıra, üniversitelerin dışında meslek okullarına ve uzmanlaşmış işgücüne de önem vermeli, her mesleği bir "mesleki bilinçle" donatmalısınız.

Bugün artık yukarıda saydığımı da çoktan aşan bir bilgi ve bilgi teknolojileri çağını yaşıyoruz. Akıllı aletler, yazılımlar hayatın her alanında egemen. Akıllı evler, sürücüsüz otomobiller vb. Sokakta, elinizdeki cep telefonundan üretim yapan fabrikanın önceden planlayarak üretimi yapmasına kadar her şey teknoloji ekseninde yürüyor. Sanırım biz bu bilgi ve bilgi teknolojileri dönemini de ne yazık ki kaçırıyoruz. Başka ülkelerin ürettiklerini takip etmek ve sadece kullanıcı konumunda kalmakla meşgulüz.

Ayrıca kimsenin üzerinde çok da durmadığı, en çok ABD’nin başarı ile yaptığı bir başka şey de, ülkenin içinde bunca zamandır biriken milyarlarca verilerin toplanması. Bu verilerin toplanarak kategorilere ayrılması ve bunu ülkenin yönetiminde, üretimin planlanarak gelişmesinde kullanılması veya kullanmak isteyenlere sunulması mutlak yapılması gereken bir iştir. Bu iş, bizzat devletin işi olmalıdır. Kuşkusuz veri güvenliğini sağlayacak olan da yine devlettir. Çünkü bu verilerin kötü niyetli yönetimlerin eline geçmesi de birçok siyasal ve ekonomik sakıncalar doğurabilir.

Şimdi bütün mücadele bu iki ana eksen üzerinde olduğuna göre, bir devlet, bir toplum, ürettiğini iç pazarda satarak gelişemez. İç pazar, içerde var olan paranın el değiştirmesinden öteye gitmez. Toplum olarak, devlet olarak zenginleşmek istiyorsanız, dışarıya, dünyadaki diğer ülkelere mal satmanız mecburidir. Yani ihracat yapmanız lazım. Bugün cari açığımızı oluşturan şey, tam da budur. Üretip sattığımızdan daha çok, başka ülkelerin ürettiklerini içeriye satın alıyoruz. Gidenle gelen arasındaki ölçüsüz değer de cari açığımızı oluşturduğu için ülkemizin bilançosu bozuluyor. Ülke, bir büyük atölye gibi olmalı ve üretilen her şeyi dışarıya satmalısınız. Satamayan kazanamaz, kazanamayan yatırım yapamaz ve vatandaşlarının müreffeh bir yaşam sürmesine katkıda bulunamaz.

Yoksul ülkelerde terörün, cehaletin ve çatışmanın kaçınılmaz olması bu yüzdendir. Bir devlet sadece yüksek vergiler koyarak ve bunun tahsilatını yapmaya çalışarak ayakta kalamaz.

Bu nedenle küresel sermaye, güvenli limanlar arar. Gittiği yerden güvenli bir şekilde geri dönebilmeyi ister.

Bugün Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkeler AB ülkeleridir. Peki Türkiye’ye en çok yatırım yapan, sermaye aktaran ve sıcak para getiren ülkeler de AB ülkeleri olduğuna göre, bu entegrasyon hangi temel üzerinde çalışacak?

Batı emperyalizmini elbette eleştireceğiz. Küresel güçlerin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki oyunlarının da farkında olacağız. Ancak bu eşit temelde bir ortaklık yapmaya engel olmamalı. AB siyasetçilerinin kısa vadeli öngörüsüz ve ikiyüzlü politikalarından hoşnut olmayabiliriz. Fakat bugün dünyada kendimize yakın göreceğimiz evrensel değerler nerede diye soracak olursak, bunun yanıtının AB perspektifinde olduğunu göreceksiniz. Batı felsefesinin içinde bulunan aydınlanma ve demokrasi-insan hakları temelindeki değerler de bize katkıda bulunacaktır.

Bugün dünyada bütün ülkeler kendilerine yakın buldukları ülkeler ile ittifak ve yasal, hukuksal, iktisadi işbirliği arayışındalar: Çin ve Rusya’nın içinde bulunduğu Şangay beşlisi ittifakı, ABD’nin elli eyaletten oluşan büyük devleti, 1951 yılında birkaç ülkenin "Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu" adıyla kurduğu ve şimdilerde 28 ülkenin içinde yer aldığı devasa bir güce dönüşen Avrupa Birliği.

Öte yandan, hiçbir şekilde bir araya gelemeyen ve geldikleri örgütlerde de sonuç alamayan ve sürekli iç kavgalarla enerjisini tüketen İslam Topluluğu.

Burada bir saptama yapmak gerek: Bugün Türkiye’nin Rusya, İran ve bölgesindeki diğer ülkelerle yakınlaşması ve ekonomik işbirliği sözleşmeleri yapmasının da gayet doğru olduğunu düşünüyorum. Bu anlaşmaları yapmak AB’den uzaklaşmayı gerektirmez.

Şöyle de denilebilir: "Tam bağımsız Türkiye olsun." Gönül böyle isteyebilir. Teorik olarak da kulağa hoş geliyor. Ya hayatın pratiğinde ve siyasi, iktisadi ve kültürel yaşamda bu mümkün mü?

Ancak üreten, sürekli gelişen, aldığından daha fazlasını satan, büyük bir ekonomisi; hukuk, demokrasi, terör ve özgürlüklerle ilgili sorunlarını çözen bir Türkiye olursa diyecek bir sözümüz olmaz.

Dünyanın büyük bir köye dönüştüğü, iletişim ve bilgi paylaşım hızının arttığı dünyamızda yalnız ve tek başına ayakta kalmak mümkünse öyle yapalım.

O nedenle gerek ticari işbirliğimizin büyümesi, gerekse onun koyduğu evrensel standartlardaki özgürlükler, hukuk gibi haklar konusunda kendimizi entegre ederek geliştirmemize katkıda bulunması bakımından AB hedefinden kopma lüksümüz yoktur.

Elbette olmazsa olmaz değildir, ancak olması içinse bütün çabamızı sarf etmemiz gereken, bu ülkenin gelecek nesillerine bırakılacak çok önemli bir kazanımı olacaktır.

Demokrasinin ve hakların yukarıdan verilmediğini, ancak bedeli ödenerek alındığında kalıcı olduğunu insanlık tarihinde çokça görmekteyiz.

Barış, kardeşlik ve huzur, bu topraklara öyle çok yakışır ki!