Nicedir incelikli şeyleri sevmiyorsunuz. Buharı tüten bir toprağı avuçlarınıza alıp rüzgâra savurmadınız kaç yazdır. Yeşil çimenler üzerinde bağdaş kurup oturmadınız hiç. Ya da bir çiçeği koklayıp tozunu hissetmediniz boğazınızda.

En son ne zaman dalgaların uçlarını izlediniz bir sahil kıyısında. İncelikli şeyleri sevmiyorsunuz, şiiri mesela. Bana bir dize söyler misiniz aklınızda kalan. Ne aşk şiiri olsun ne vatan şiiri. Ne ayrılık şiiri olsun ne savaş şiiri. Bana bir tek dize söyleyin sevdiğinize okuyacak. Yok değil mi?

Sessiz konuşmaları sevmiyorsunuz, çoktandır yuva yaptı çığırtkanlık ortasına kulaklarınızın. Kibarlığı küçümsüyor gülümsemeyi mahkûm ediyorsunuz söz bitmeden.

Sahi siz kimsiniz?

Sizi buralarda hiç görmemiştim nerden geldiniz?

Ölümü kutsuyorsunuz yaşam adına. Özgürlüğü hapsediyorsunuz özgürlük adına.

En son ne zaman okşadınız sevdiğinizin saçlarını. Bir çocuğun gözyaşını sildiniz mi ıslak yanaklarından düşerken hıçkırığı. Sokak kedisi paçanıza sürtünürken ne zaman su ve ekmek verdiniz anımsıyor musunuz?

Neden susuyor, konuşmuyorsunuz?

Hey orda mısın?

Bir savaş var yanı başımızda görüyor musun oğullarımız ve kızlarımız gidiyor ölü kuşlar gibi. Göç ediyor yaşam, omzunda kırık dökük geçmişini taşırken. Ölü balıklar gibi kıyıya vuruyor çocuklar görmüyor musun?

Duyamadım seni, biraz daha yüksek sesle konuşur musun?

“Bütün bunlar benim eserim” mi diyorsun yani?

Bu gökkuşağı misali alkanlara boyanan sokaklarımız senin fırçandan mı döküldü kaldırımlarımıza.

Ölümlerin adları yer değiştirmiş rakamla.

Ağıt sesleri karışırken yaprağın hışırtısına fırtınaya ne diyeceksin?

Bu ölüm, bu gözyaşı, bu mutsuzluk ve bu keder senin eserin mi birader?

Nicedir incelikli şeyleri sevmiyorsunuz, durup kendi nefesinizi dinleyecek vaktiniz yok.

Sahaflarda bir kitabın anısına dokunacak, içinde kaybolacak kadar bilge değilsin onu anladık.

Ama dizilerde kurduğun hayat güzel, iyi biliyorsun komşunun kızını kiminle kaçmış.

Kendi gölgene yabancısın, sokakta görsen tanıyamazsın.

İçindeki insan çoktan terk etmiş, iyilik ve ahlak buzdolabında.

Ağzından düşmüyor inancın ama hayıflanıyorsun senden daha çok çalana.

Artık baharı unut, güneşin sarı sıcaklığını da. Yağmuru unut, ıslanmanın doğallığını da.

Sen artık sen değilsin!

Sen kendin değilsin aynada yansıman. Sesin sana ait değil ellerin, parmakların. Bu büyük yanılsama ve kuşatılan ruhun sana ait değil anlasana. Aklın senin değil düşüncelerin başka.

Hayatın sonradan giydirilmiş özensiz ve acemi bir terzi elinden çıkmış gibi. Bir beden büyük geliyor özgürlük sana, buna ne diyeceksin?

Ne yalnızlığın hüznün parçası, ne acın ağır bir taş gibi yaşanılır değil. Bir karbon kâğıdısın mesela, altında üstünde sen yoksun. Sokaklarda hep aynı yüz, öfken ve küfrün hep bildik ezberler.

Yalanı seviyorsun tek ayak üstünde kırk takla. Ölümü seviyorsun hep başkalarının çocukları oldukça. Ama nedense duyunca adını aydınlığın için ürperiyor. Buruşuyor olmayan yüzün. Sessizce yürüyorsun karanlık odalarda, kendi sesinden ürküyorsun.

Yani anlayacağın yok gibi varsın, var gibi yoksun.

Ama diyorsun ya, “ölümler benim eserim”.

Sahi sen kimsin?

Seni bu topraklarda daha önce hiç görmemiştim, sonradan mı geldiniz?