Yalnızlık, insanın bulduğu en muhteşem ve en acınası bir keşiftir yaşayana. Yoksa nasıl katlanılır bunca kalabalığa, insan terine ve insan kirine. Yalnızlık, yeşil bir ceviz kabuğunun içinde saklanmaktır kimi zaman. Kimi zaman sevgiliye aşkı ve hasreti büyütmektir kendi kozasında. Sevgili ki hep olmadık yerdedir ha düştü ha düşecek yaşamın kıyısında.

 

Hayat nedir ki yaşadığımız deneyimlerin çelişkisinden başka. Düş ile gerçeğin sarmalında kaybolmuş bir anılar yumağı. Acı ile sevincin vazgeçilmez kardeşliği üstünde durduğumuz zaman.

Ne geçmişten koparsın, ne yarını yaşamaktan.

Ananın yüzü gelir aklına, bakar kalırsın; sesi nasıldı, anımsamak istersin. Duyulmaz olur geçmiş senden uzaklaştıkça. Değiştiremeyeceğin şeyler vardır oysa, ne yapsan kâr etmez. Yeşil buğday tarlalarının içinde kaybolmak gibi bir şey. Hangi sınırdan çıkacağın belirsiz. Ayağın hangi taşa takılır, umursamazsın. Düştüğün yer toprak, avuçiçlerin yeşil ot kokusudur o günden kalan.

 

Bir çocukluktur yaşanan, bir ömür ardımız sıra gelen ve biz büyüdükçe kirlenen. Kır çiçeklerini tanırsın bir bir. Koparmaya kıyamazsın gelincikleri. O çoktan hazırdır rüzgârda kırılmaya. Sığırcıklarla yarışırsın uçurtma sanarak kendini, oysa hiç uçurtmam olmadı benim. Tozlu yollarda bir rüzgârdım sadece, her biri saçlarımda duruyor hâlâ. Ne zaman acısa bir yanım, duru gölleri düşünürüm kurbağaların yurdu olan.

Bu şehir ve beton duvarlar, ışıltılı sokaklar ve yalnızlık mahpushanen olmuşsa, ceviz ağaçlarını düşün, bir de yeşil erikleri. Yağmur sonrası yanan bulutlar gördüm tepelerin ardında. O tepeler ki bizlerin yolunu bekliyor hâlâ.

Atlar ve köpekler başını saklamışsa korkudan, bil ki yarın daha zor geçecektir çocuklara.  Dün dünde kaldı, yarınsa bilinmeze açılan kapıdır sadece.

 

İnsanları gördüm ve tanıdım, boş bir bedenden ibaret üreyen canlılar gibi. Her biri paradan ibaret yürüyen bir kadavra. Yalan yuvaları olmuş bir ömür boyu saklanıp kaldıkları. Gülüşleriyse çoktan terk etmiş insan yanlarını.

İnsanları gördüm hep yol ayrımında.

Aynaya baksa küçülen benliklerini ve şişkin egolarını görecekler oysa. Bakacaklar ki o, kendisi değil. Belki de kendisidir ve hep olmak istediği yalandan kurulmuş cam kavanozdur içinde yaşamak istedikleri dünya.

İnsanlar, insanlar, insanlar; dürüst, sahtekâr, yalancı ve fedakâr insanlar. Her biri ayrı dere yatağından, döküldüğü hep aynı ırmağın kaderi.

Onur tarlasında döllenip çiçek vermemiş en yeşilinden mahsulleri...

 

İnsanlar gördüm, tanıdım seslerini.

Elleri, ayakları, saçları var herkes gibi. Cüzdanları, araçları büyük ve gözleri de görür bizi. Ama siz onları göremezsiniz. Bir kimliği yoktur, bir de vicdan ormanından almamıştır hiçbir erdemi.

Yaşadıklarımdan anladığım şeyler var ve heybemde biriktirdiklerim. Hiç bitmeyen ayrıkotu gibidir zulüm bu topraklarda. Söktükçe yenisi gelir, sarar geleceğimizi ahtapot gibi kollarıyla.

Bu adamlar var ya, her gün yeni ve aşılmaz duvarlar örüyorlar aramıza. Bizi bize düşman belletiyorlar, tohumunu ekiyorlar çıkışsızlığın.

Bu toprağı bölmeyi uzaklarda arama, aklında ve yüreğinde bölünmüşse sevgi bahçesi, yeniden beklemeli yağmuru bulutların altında.

Her yer barut, her yer korku; içinde insan yoksa neye yarar bu verimli tarlalar.

Balık yoksa içinde, nereye akar bu ince ve muhteşem ırmaklar.

Şehirler ki işgali altında yalanların, talanların ve çalanların.

Çocuk sesi ve kanat çırpışı güvercinlerin, ne güzel yakışırdı kimbilir sokaklarımıza.

Kan kokusu yerini vermedikçe yasemin kokusuna, gülücükler düşmesin yanaklarımıza boşuna.

İnsan denilen varlık bir masal gibi, ha yaşamış, ha yaşamamış bu vatanda oysa.

Biz bilmeliyiz değerini sevmenin, kardeş olmanın ve birlikte büyümenin.

Senin dilin, benim dilim.

Senin dinin, benim dinim.

Sonunda tek bir bezle gideceksin ve konuşamayacak acı çektirdiğin o bedenin.

 

Hayat nedir ki hiç âşık olmadıysan.

Bir şiir karalamadıysan sevdiğine eksik ve çalakalem.

Okumadıysan titrek sesinle bağıra çağıra.

Yazdığın mektupları cebinde kirletmediysen günlerce. Tekrar tekrar temize çekip yine de veremediysen köşe başında bir kasabada.

Ne işine yarar yaşadığın bu sahte yaşam, içinde sen olamadıysan.

Masum gülüşler aydınlatmadıysa gecelerini ve sokaklar anlamadıysa seni.

Ve terk edilmediysen, nasıl anlarsın boşluğun anlamını.

Bir bıçak gibi yüreğine saplanan gecenin alacakaranlığını.

Akşam olunca üzerinde zamanın ağırlaştığını ve taşınmaz olduğunu bilerek yaşamadıysan yalnızlığı.

 

Yalnızlık, insanın bulduğu en muhteşem ve en acınası bir keşiftir yaşayana.

Yoksa nasıl katlanılır bunca kalabalığa, insan terine ve insan kirine.

Yalnızlık, yeşil bir ceviz kabuğunun içinde saklanmaktır kimi zaman. Kimi zaman sevgiliye aşkı ve hasreti büyütmektir kendi kozasında.

Sevgili ki hep olmadık yerdedir ha düştü ha düşecek yaşamın kıyısında.

Ve genellikle senle değildir.

 

Hayat nedir ki yalnızlıktan başka.

Doğarken yalnız geldin, ölürken tek başına.