Rusya'dan alınması planlanan S-400 füzeleri ve Amerika'ya sipariş edilen ABD'nin çark etmeye kurgulu F-35 anlaşması gündemden düşmüyor. Bu arada Türkiye, F-35 için 900 milyon dolar ödeme yapmış durumda. Toplam 116 uçak için 25 milyar dolar daha ödeme yapılacak. Silahlanma, savunma harcamaları bu kadar çok gündeme geldikçe bize de bu soruna bir göz atma görevi düşüyor.

DÜNYADA NELER OLUYOR?

Silahlanma konusunun Soğuk Savaş dönemi sonrasında azalmasını beklerken yeniden tırmanışa geçiyor olmasının ideolojik bir ötekileştirme-düşmanlaştırma politikalarının da yükselişe geçtiğinin işareti olabilir mi? Avrupa'nın birçok ülkesinde ve ABD'de milliyetçilik tırmanışa geçmiş durumda. Militarist politikalar soğuk savaşa geri dönüşü mü gösteriyor bize? Emperyalizm düşmansız var olamıyor. Mutlaka bir öteki "kötü"ye ihtiyaç duyuyor. Yeni düşman artık dinsel ayrımcılık üzerine mi kurgulanıyor?

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan küresel silahlanma raporunda, dünyadaki savunma harcamalarının 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldiği gösteriliyor. Bu sıralamada ilk başı tabii ki ABD çekiyor ve 700 milyar dolar payı var. Çin 228, Rusya 66.3, Fransa 57, İngiltere 47.2, Almanya 44.3 milyar dolar başta olmak üzere, Suudi Arabistan ise yıllık gelirinin yüzde onunu savunmaya ayırıyor. Türkiye 18.2 milyar dolarla 15. sırada yer alırken Hindistan, İspanya, İtalya, Brezilya, Güney Kore, Kanada da kayda değer bir silahlanma tırmanışı içinde. Kuzey Kore ve İran'ın bütçesi ise tartışmalı.

PEKİ DÜŞMAN KİM?

Bu ağır silahları, füzeleri, mermileri kimin bedeninde uygulamayı tasarlıyorsunuz? Hangi halkın, hangi kadının, hangi bebeğin bedenini hedef seçtiniz? Dünyada 300 trilyon dolarlık dönen finansal bir işlem hacmi varken, her 5 saniyede bir bebeğin açlıktan ölmesinin tarifi olabilir mi? Bunun adını ne koymalıyız?

Savaşlar, kuraklık, iç göçler, mezhep çatışmaları nedeni ile şu ana kadar 155 milyon bebek kötü beslenme ya da hiç beslenememe yüzünden gelişimini tamamlayamıyor. Sakatlık ve hastalıklar ise bir insanlık dramı.

Küresel Açlık Endeksi'ne baktığımız zaman dünyada yaklaşık 815 milyon insan açlık canavarının pençesinde yaşıyor. Ve yine 119 ülkenin 52'sinde ciddi açlık varken o ülke elitlerinin böyle bir derdi yok. Saraylar, aşırı tüketim ve lüks içinde yaşam hız tanımazken, varsıllıkla yoksulluk arasındaki uzlaşmaz çelişki tedavi edilemez bir biçimde derinleşiyor. Bu açmaz yeniden sınıf mücadelesini bir seçenek olarak toplumların önüne koyabilir mi?

Sizi rakamlarla boğmak istemiyorum ancak rakamlar vermeden de konunun yakıcılığı ne yazık ki sözcüklerle tarif edilemiyor. Rakamlar gerçekten incitici ve acı konuşuyor.

Birleşmiş Milletler (BM) her yıl açlık konularında yeni raporlar yayımlıyor. Gerçekten çok çarpıcı.

Kongo’da 3.8 milyon, Somali’de 2.9, Yemen’de 8.4 milyon olmak üzere Çad, Zambia, Liberya, Madagaskar, Myanmar, Bangladeş, Burindi, Nijer, Malavi, Eritre, Orta Afrika Cumhuriyeti yaşamla ölüm ve sakat kalma arasında gidip geliyor. Daha bu tabloya yanı başımızda yaşanan Irak, Suriye, Libya, Filistin sorununu yazmadık bile.

Yukarıdaki sayı ile tarif edilenler bir numaradan ibaret değil, onlar birer insan.

Açlığın en can alıcı şekilde çocukları, kadınları ve etnik grupları etkilediği belirtiliyor. Bugün ne yazık ki dünyada 68 milyon kişi evinden, yurdundan, toprağından kopartılmış durumda. Bunların 22.4 milyonu kendi ülkesi sınırları dışında göçmen ve yurtsuz yaşamakta. Siz hiç toprağından, kökünden kopartılmanın acısını yaşadınız mı?

Bu yeşil, yeryüzü cenneti dünya, üzerinde doğan her bir insana ve her bir canlıya ait. Kimsenin diğerinden bir karış fazla hakkı olmaması gerekirken bu açlık, bu şiddet ve çatışmalar kimin iktidarını güçlendiriyor?

İnsanlık bu acı ve adaletsizlik karşısında neden örgütlenemiyor? İyilik dağınıkken, kötülük neden bu kadar örgütlü? İnsanlığa artık bir yol lazım. Ya yeni bir yol bulunacak ya da yeni bir yol bulunacak. Bu yol, hâlâ demokratik bir sosyalizm modeli olabilir mi?