Bugün olan bitene şaşıranlara hayret ediyorum doğrusu. Bugünü anlamak için geçmişi anlamak gerekiyor. 1970’li yıllarda, henüz bu ülke ayakları üzerinde yeni yeni durmaya başlıyorken ve olmayan demokrasi denemelerini anlamaya çalışırken ve de Anadolu topraklarında hiçbir savaş ortamı yokken, ‘Barış Gönüllüleri’ adı altında kasaba kasaba, köy köy dolaşan özel yetiştirilmiş Amerikalıların ne aradığına yanıt bulmadan bugünü anlayamazsınız. Süttozu yardımlarını, Menderes Hükümeti’ne verilen karşılıksız yardımları bilmeden bugünü anlayamazsınız.

Ayrıca ABD Dış İlişkiler Konseyi adıyla bilinen ve CIA ve FBI’ın bile talimat aldığı CFR’yi, Yeni Dünya Düzeni adı altında Türkiye dahil dünyanın birçok yerinde faaliyette bulunan ve kendilerini ‘dünyanın efendileri’ diye tanımlayan Bilderberg’i anlamadan bugünkü aktüel olayları yorumlamaya çalışmak yavan kalır.

Bakınız Anadolu topraklarını ve Anadolu insanını ‘Barış Gönüllüleri’ adıyla dönüştürmeye çalışan organize güç nasılmış? Bir not daha düşmek istiyorum: Kurtuluş savaşından sonra yaralarını sarmaya çalışan ve yurttaşlık, yurtseverlik bilincinin kök saldığı Köy Enstitüleri’nin kapanmasında da bu güçlerin etkisi vardır. Dönemin iktidarını da bu olayların dışında tutmayacağız elbette.

Sizin için bu alıntıyı Wikipedia’dan yaptım:

“ABD başkanı John F. Kennedy, ülkesinin dünya siyasetinde yeniden güçlü biçimde etkin olabilmesi için 1961 yılında ABD Kongresi’nden geçirttiği bir kanunla ‘Barış Gönüllüleri’ örgütünü kurdu. Buna göre Amerikalı gençler, askere gideceklerine iki yıllığına geri kalmış ülkelere giderek orada ABD’nin barış ve kültür elçileri olacaklar, kendilerinden öncekilerin takındığı ‘tepeden bakmacı’ tutumlarını terk ederek dillerini de öğrendikleri yerel halklarla daha iyi ilişkiler kuracaklar, onlara özgürlük, demokrasiye inanç, eşitlik, pragmatizm, dinamizm ve bireycilik gibi Amerikan değerlerini aşılayacaklar, kendi ülkelerini diğer milletlere yakından tanıtacaklar, böylelikle de Soğuk Savaş’ta ABD için iyi birer silah olacaklardı. Ayrıca gönüllülerce tanıtılan albenili Amerikan ürünleri için yeni pazarlar da oluşturulmuş olacaklardı. Gönüllülerin ikinci görevlerinden biri, demografik bilgiler toplamak ve bir nevi toplum mühendisliği yapmaktı. Hatta sol çevreler tarafından bu gönüllülerin CIA adına bilgi topladıkları iddiaları da ortaya atılırken, milliyetçi çevreler onların Hıristiyanlık propagandası yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. Medyanın da yardımıyla çok iyi bir propagandası yapılan örgütün elemanları sağlıklı, zeki, atletik, enerjik ve düzgün görünümlü, hatta güzel ve yakışıklı gençlerden seçiliyordu. Böylelikle ABD’ye karşı Üçüncü Dünya Ülkelerinde duyulan kuşku ve güvensizlik daha kolay giderilecekti.

“1961 yılından bu yana 200.000’den fazla Amerikalı 139 ülkede Barış Gönüllüsü olarak çalışmıştır. 27 Ağustos 1962 tarihinde yapılan ikili anlaşma ile Türkiye’ye gelmeye başlayan Barış Gönüllüleri’nin bu ülkedeki faaliyetleri 1971 yılına kadar devam etmiş, bu süre içinde Türkiye’de 1460 Barış Gönüllüsü görev almıştır. Birçok ülkede faaliyetleri hâlâ devam eden bu kuruluşun Türkiye programı halen kapalı gözükmektedir. Ağırlıklı olarak eğitim alanında yer alan gönüllülerin % 67’si İngilizce öğretim programlarında görev almışlardır. Bunların önemli bir bölümü de 1975 yılına kadar eğitim vermiş olan Maarif Bakanlığı Kolejleri’nde çalışmışlardır. Gönüllülerinin dörtte birinden fazlası Ankara’da görev yapmıştır. Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine gönderilmeyeceğinin belirtilmesine rağmen, bunların % 10’u da bu bölgelerde görev yapmıştır. Güneydoğu’da terörün ilk tohumlarının ‘Barış Gönüllüleri’ eliyle atıldığı da ileri sürülmüştür. ‘Barış Gönüllüleri’, eğitimden sonra, o kadar yoğun olmamakla birlikte, sağlık, sosyal hizmetler ve turizm gibi alanlarda da çalışmalar yapmışlardır.”

Buradan nereye geleceğim: Biz birçok darbeler yaşadık ülke olarak ve hemen hepsi ülkemizin gelişmesine zarar verdi. İnsanlarımız katledildi, acılar çekildi, ekonomik yıkımlar yaşandı.

12 Eylül darbesinden hemen önce ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 2. Kâtibi Alexander Peck (bu şahsın CIA Kıbrıs Bürosu’ndan buraya görevlendirildiği bilinmektedir), demografik olarak sağ-sol, Alevi-Sünni vatandaşların iç içe yaşadığı ve potansiyel iç çatışmaya gebe bölgelere gidip sağlam çalışmalar yapmıştır. Kahramanmaraş, Malatya, Sivas ve son olarak da Çorum olayları bunların başlıca olanlarıdır. Her gidip dönüşünde 12 Eylül darbesinin zeminini ve gerekçesini sağlamlaştıran çatışmalar, acımasız cinayetler yaşanmıştır. Gelinen sonuç, binlerce can ve 12 Eylül’le birlikte serbest piyasa ekonomisine geçiş ve yeşil kuşak modelidir. İşte bugün darbe yapanların önünün açıldığı yıllardır o yıllar.

Çocukluğumun geçtiği ve yakından tanıklığım nedeniyle Çorum olaylarının romanını yazmaya karar verdiğimde, geçmişin bilgilerini araştırdım. Birçok kütüphanenin ve yerel-ulusal gazetelerin arşivine girdim. Beni en çok şaşırtan, Sultanahmet’te bulunan Basın Müzesi’ndeki gazete arşivleriydi. İstisnasız o dönemin, Çorum olaylarına ilişkin tüm gazetelerin kupürleri kesilmiş, müze arşivine öyle konmuştu. Bunun yanıtını bulamadım, belki de geçmişin izleri silinmek isteniyordu.

Romanı yerel bir gazetecinin merkezinde yazdım. Bu CIA ajanını, Alexander Peck’i de Peter adıyla, arkadaşlarını ise William ve Richard isimleriyle işledim.

Romanda bütün taraflar var: Devrimciler, ülkücüler, İslamcılar, köylüler, sade vatandaşlar, Aleviler, Sünniler ve hepsinde ayrı acı ve yavaş yavaş örülen iç çatışmalar. Tabii imkânsız aşklar da var romanda, devrimci romantik aşk da. Ama en çok da ölüm ve gözyaşı.

Yaklaşık dört yüz sayfayı geçen bu romanın adını ‘Bir Eylül Yarası’ koydum. Tarihleri değiştirin, bugüne o kadar çok benziyor ki. Bu roman bir darbenin ve darbeye giden acılı, sancılı ve ölümle döşenen bir yolun romanıdır. Eğer bir babayiğit yayıncı bulunursa yayımlanacak!

Şimdi gelelim günümüze: Türkiye NATO’ya girdiği günden beri TSK içindeki emir-komuta zincirindeki atamalar ve kimin emekli olacağına ve kimin kurmaylık yolunun açılacağına Pentagon karar verdi. Bu gerçeği hepimiz biliyoruz değil mi? Böylesi bir örgütlenmeden ve böylesi günlerce üzerinde tek tek çalışılmış organizasyondan Pentagon’un ve ABD’nin haberinin olmaması, hatta dahlinin olmaması düşünülemez; bu bizim aklımızla alay edilmesi anlamını taşır.

Türkiye basınında çıkan ABD’yi suçlayıcı haberler karşısında, Washington’da ABD Savunma Bakanı Ashton Carter ve Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın yaptığı basın açıklamasında suçlamaları reddederken, adı geçen ve darbeyi planladığı iddia edilen ABD’nin Afganistan’daki kuvvetlerinin komutanlığını yürütmüş emekli Orgeneral John Campbell’in bu işe karışmadığını anlatmaya çalışıyor. 12 Eylül’de “Bizim çocuklar başardı,” diyenler, acaba bugün için ne demişlerdir?

Şimdi, 12 Eylül darbesi ile bugünkü TSK içindeki gerici örgütlenmenin işbirliğiyle gerçekleştirmeye çalışılan 15 Temmuz darbe girişimi arasındaki paralelliğin yorumunu size bırakıyorum.

‘Bir Eylül Yarası’ romanımda, Peter, arkadaşları ile Kırıkkale’yi geçip Çorum’a giderken başını kaldırır ve upuzun ışıldayan verimli topraklara bakarak yanındakilere şöyle der:

“Arkadaşlar bu verimli Anadolu toprakları Türklere bırakılmayacak kadar çok değerli biliyor musunuz? Bu toprakların kıymetini hiç bilmiyorlar.”