Öyle günlerden geçiyoruz ki; sabrın da dost ve düşmanın da vicdan terazisinde tartıldığı zamanın içindeyiz. Ayrışma, ötekileştirme ne salgın tanıyor ne de mücbir sebep. Toplumda tam da bugünlerde ihtiyaç duyduğumuz bir ve tek olma, dayanışma duygusu, siyasi saiklerle yerini kamplaşmaya bırakmaya devam etmektedir.

Bunun en büyük öncülüğünü de ne yazık ki hiç olmaması gereken bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı yürütmekte, kendi kuruluş felsefesine, amacına aykırı hareket etmekte ve giderek militan bir siyasi yelpazenin bayraktarlığını yapmaktadır. Farklı inanç gruplarının vergisiyle varlığını idame ettiren, ancak hiçbir şekilde farklı inanç gruplarının ibadet özgürlüğüne katkıda bulunmayan bir kurumdan bahsediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu yıllarında; Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde "Şeri’ye ve Evkaf Vekâleti" yerine, Mustafa Kemal'in emriyle kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na bağlanan bir teşkilattır.

Kuruluş felsefesinde ise, Anayasanın 136. maddesine göre "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, (buraya dikkat) laiklik ilkesi doğrultusunda, (buraya daha da dikkat) bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak (sizce böyle midir?) ve milletçe dayanışmayı amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir," denilmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugünkü yönetimi, Anayasaya aykırı hareket etmekte ve suç işlemektedir. Partizanca ve tek bir siyasi görüşün şemsiyesi altında, tüm inançları ve farklı fikirleri dışlayarak görüş bildirmekte, faaliyette bulunmaktadır.

Cumhuriyet'in kuruluş felsefesine göre din ve inancın; aracı / komisyoncu / hurafecilerden kurtarılarak devletin hakemliğinde, laik, tarafsız bir şekilde vatandaşların dinsel konularda doğru eğitim almasının sağlanması amaçlanmıştır. Ancak öyle görünmektedir ki neredeyse bütün cami ve ibadet yerleri her bölgede farklı tarikatın kontrolüne geçmiş, bu tarikatların kurduğu derneklere diyanet eliyle milyonlarca para aktarılmaktadır.

Corona salgın hastalığı ile mücadelede gördük ki sağlık sistemine, sağlıkla ilgili her türlü ekipman üretimine, aşı ve ilaç buluşları ile bunların geliştirilmesine yeteri kadar yatırım yapılmamıştır bugüne kadar. Bunu yapmadıkları gibi 27 Mayıs 1928'de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü 2005 yılında tüm teşkilatları ile kapatılmıştır. Sağlık sistemi, milli eğitimde olduğu gibi uzun yıllardır tarikat ve cemaatlerin inisiyatifine terk edilmiştir.

Corona salgını nedeniyle bazı hastanelerde sağlık ekipmanı sıkıntısı, vatandaşta maske, eldiven ihtiyacı baş göstermiştir. Devlet bu süreçte vatandaşa her türlü maddi desteği sağlaması gerekirken, vatandaştan bağış talep etmek durumunda kalmasını nasıl tarif etmeliyiz? Hani dünyanın en büyük 16'ncı ekonomisine sahiptik. Elbette kriz zamanlarında dayanışma içinde olacağız, ancak bağış kampanyalarında dahi kendisinden olmayan yerel yönetimlerin kampanyasını durdurmak eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Bunu şunun için söylüyorum; hiç üzerine vazife değilken Diyanet İşleri Başkanlığı "hangi kampanyaya bağış yapmak vaciptir, hangisi değildir" konusunda görüş bildirdi. Rica ediyorum; elinizdeki helal-haram, vaciptir-değildir standartını neye göre ölçüyorsanız o aleti bize gösterebilir misiniz? Halkımızın bu ölçüyü öğrenmesi en doğal hakkıdır. Bu büyük buluşu göstermekten lütfen bizleri mahrum etmeyiniz. Siyasileşmenin, tarafgirliğin, militanlaşmanın bu kadarına da pes doğrusu!

Bu toplum nasıl kalkınacak? Sağlık ve eğitime daha çok yatırım yapmamız gerekmiyor mu? Türkiye'nin 2020 yılında kamu ve özel sektör olmak üzere Araştırma ve Geliştirme'ye (AR-GE) ayırdığı bütçe 5.5 milyar sınırındadır. Size soruyorum, 180 binden fazla diyanet çalışanını beslemek zorunda mısınız? Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın 5 milyar 793 milyon, Kültür Bakanlığı'nın 3 milyar 997 milyon bütçesi var iken, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ayrılan 2020 yılı için 11 milyar 529 milyon 876 bin, 2021 yılı için 12 milyar 300 milyon, 2022 yılı için 13 milyar 100 milyon bütçeyi ayırmak sizce helal mi? Nasıl, boğazınızdan rahat geçiyor mu?

Bir ticari kuruluş gibi iştiraklerini, girişimlerini, yayınlarını, gayrimenkullerini, kira gelirlerini daha saymadım. Kurucusu olduğunuz Mustafa Kemal Atatürk’ü ağzınıza almamak için olduğunuz yerde ve tek ayak üstünde kırk kere parende atarken, partiler üstü olmanız gerekirken siyasi militanlığınızla herkese taş çıkartıyorsunuz. Maharetiniz için sizi kutlarız!

Diyanet İşleri Başkanlığı Corona günlerinden sonra değişime gidilerek, yerine dini faaliyetlerin laiklik ilkesine göre yürüyüp yürümediğini kontrol eden, denetleyen etkin, küçük bir "denetim" kurumuna dönüştürülmelidir. Camilerin elektrik, su, bakım giderleri belediyeler tarafından karşılanmalı, imamların maaşları ise cami cemaatinden elde edilecek bağışlarla yapılmalıdır. Bu durumda küçük kasabalarda, bazı uzak köylerde camiye bile gitmeden banttan ezan okuyan imamların inançlarını da ölçmüş oluruz. Farklı inanç gruplarının varlığı anayasal güvence altına alınmalıdır. Ayrıca yukarıda saydığım bu inanılmaz bütçe de eğitime, AR-GE'ye, sanayi yatırımlarına, teknoloji geliştirmelerine harcanmalıdır. Ahrete değil geleceğe, ölüme değil yaşama yatırım yapmak için daha kaç kriz, kaç Corona salgınlarını daha yaşamalıyız? 4 bini geçen Corona kayıplarımızın ötesinde daha kaç insanımızın ölümün pençesine düşmesine fırsat vereceğiz?

Bu salgın krizi hepimize öğretici olacaktır.

İçimizde bir vicdan olduğunu, aynaya baktığımızda karşımızda bizi seyreden bir insan durduğunu, açlığı, yoksulluğu, ölüm karşısında eşitliği, korkunun yaşamın karşısında hükümsüz kalacağını, adaletsizliğin ve çürümenin yerini bahar tomurcuklarının alacağını, yaşatarak, tecrübe ettirerek bizlere gösterecektir.