Öldü,  sözcüklerin saklambaçlarında bir oyunbozan. Sere serpe yollarında bir yürek Anadolu’nun, durdu.

Güneş nereden doğacak hangi dağın bilinmeyen ucundan. Biz olacak mıyız sen giderken kim bilir. Bunca yaralanmış yüz varken geride bıraktıklarında.

Acı büyür ve küçülür çocukların oyun kâğıtlarında. Ufalır bir silginin yuvarlaklığında. Acı varsa yaşam nerede duruyor kuşatılmak için dilimizin ucunda, biz neresinde bekliyoruz yaşamın.

Gitme; kızıllığında atlar yok şafağın yelesinde, biz de yoğuz. Konuşacak dostlar beklemeyecek bir sandalın kıyısında. Sandal da olmayacak, dostlar da.

Tütün ve aşksa, kendine sıkışmış yalnız kadınların ağlamaklı halinde. Bize neyi bırakıyorsun griliğinde belli belirsiz sabahların çırpınışında.

Öksüz çocukluğumuz bir çınarın devrilmesindeki gümbürtünün çekip gidişi midir, onu bilmiyoruz. Aklımızın kuşlarında bir ağaç var, yaprağı yaşlarıyla beslenir gözlerimizin, sen yoksun.

Ölüm ölmez olur sözcüklerin tazeliğinde. Sözcükler genç bir kızın hülyalarında kırılgan ve umut dolu. Umut dolu yurdumuzun ormanları ve insanlar kadar çok bulutları.

Yoksul ve serseri sokaklarımız ağzının kıyısında iliştirilmiş küfürlü bir sigara, isli.

Çocuklar, bizim çocuklarımız, yürüyor ağızları gökyüzünü yeniden tanımlar gibi.

Bulutlar taşıyor ağızlarından ve alevli.

Alfabesinde yaşamın bize dönüyor geride bıraktıklarımız hatıraların değişmez yasasında.

 

Gitme!

Yurdumuz yalnız kalacak gömüt taşlarının gölgesinde. Ayrıkotlarının çoktan sardığı benliğimizin sararmış yüzü.

Biz kendimize ayıralım kullanılmamış günleri ve sunalım çocuklarımıza içinde balıkçı teknelerinin rüzgârına inat.

 

Gitme!

Ölüm başkalaşmanın vedalı halinden beslenen yarım sevinçler gibi eğreti. Ülkemiz yalnız kalacak çobanyıldızlarının uykusunda sen yokken.

Boyunlar kalkınca sağ omuzun üzerinden yavaş ve kararlı. Ellerinde toprağın işlek hamuru ve aydınlık parıldarken nerede duracaksın.

Bu çivi paslı bir anı gibi zonkluyor aklını tarihin bilge yanından.

Halkımız küskün ve mağrur, çoğu da ağlamaklı.

 

Yalnızlık çöreklenmiş çukuruna yoksul gözlerinin. Yoksul gözlerinde toprağın rengi çatlamış bir çocuk saflığında.

Tükeniyor muyuz çoğalmanın zıtların varlığında.

Zaman bizi bekliyor derilmek için bir çitlembik kurnazlığında, masum ve kararlı.

Şimdi konuşulacak köşe başlarında masallar bıraktın bize göğün altına sakladığın. Masalları da mı alıyorsun sessizce heybesinden Bektaşi’nin.

Yüreğini bize bırak, dökülsün sokaklarına insan yanımızın. Yokluğunu bırak bize, ırmağın ucundan dökülsün zamanın daralan ezberine.

Her şey için çok geç

Gün döndü

Ağaç yaralı

Sen yoksun

Kuş ölüsü sarmış sokaklarımızı

Âşık olmak yaralı bir kuşun kanadında kanlı bir sargı bezi, kendini yeniden üreten

Zamanı hatırlatma bana

Senden önce kullandım hor ve sarsak.

 

Yüzümün en eskiyen sokaklarından döküldüm avuçlarına. Bu kadar hesap aykırıdır varlığına doğanın. Aşkı, ölümü ve yaşamı yazacak yaşanılmamış onca şey varken, heyy sen, nereye gidiyorsun?

Bana dön, sana güvercin kanatlarında paçalı sevinçler getireceğim ezberimden.

Kulağına masallar fısıldayacağım rüzgârın ıslığından.

Ay şahit, göğsüne büyüteceğim patikalardan artakalan başımı.

Seni yüreğimde büyüteceğim dağın eteklerinde sarı çiçeklerin olsun diye.

Kal, gitme...

Sana göğün saçlarını ellerimle dokuyacağım yürüdüğün dar sokaklardan.

Dar sokaklar ki hiç olmadı yüreğimin kaldırım taşlarında kaybolduğum.