Elimizi nereye uzatsak her gün bir başka acıya dokunuyoruz. Bu güzel ülke sanki lanetli bir coğrafyanın makûs talihini yaşıyor. İnsanlar suspus. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor. Sokağın yüzü gülmüyor, suratlar asık, mutsuz, kaygılı, karamsar.
Biz yazmaktan, ölenler ölmekten, acı yaşanmaktan yoruldu, siz başımıza felaketler getirmekten yorulmadınız.
Yarım yamalak olan demokrasi rafa kalkmış, hukukun sadece adı kalmış, yargı siyasi erkin tümüyle kontrolü altında inliyor.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki ormanlar yanar, sorumlu bulmazsınız. Depremde ülkenin bir bölgesi yok olur, yüz bine yakın insanımız bağıra bağıra beton yığınlarının altında ölür, sorumlu bulamazsınız. Maden çöker, insanlar ölür, sadece şov görürsünüz.
En son Kartalkaya hotel yangını yüreğimizin içini delip geçti. Benim de daha önce kaldığım bir hoteldi. Yangından bir gün önce yanan hotelin bitişiğindeki kardeş hotelde kaldık. Yani kaldığımız hotelde yer bulamasak belki yanan hotelin içinde biz de olacaktık. Bu, tümüyle şansa yaşadığımızın örneğidir. Ölenlerin ve yananların içinde, bildiğimiz-tanıdığımız onlarca can var.
Peki ne olacak dersiniz şimdi?
Her faciadan sonra olduğu gibi onlarca savcı ve müfettiş görevlendirilir. Derhal olay yerine üç beş bakan gider, sanki tüm devlet sorumluluk alacakmış gibi. Ölenlere rahmet, acılı ailelere başsağlığı dilenir. Birkaç cenazeye katılıp ağlama numarası yapılır. Sonra sorumluluğu derhal muhalif bir yerel belediyeye yıkmanın dezenformasyon propagandası yapılır ve bunun üstünde günlerce tepinilir. Göstermelik birkaç kişi tutuklanır veya gözaltına alınır. Sonra hızla gündem değiştirilerek unutturulur. Bir yandan da bu acıyı herkes fırsata çevirme çabasındadır.
İktidar muhalefetin sırtına yıkmaya çalışarak siyasi kazanç ister. Acılı aileler ölen bebeklerini görmek için ambülans ararlar, ambülanslar yüz binlerce lira ister. Yan hoteller kalan itfaiye ve Afad çalışanlarından oda ve yemek parası ister. Yandaş kanallar reyting ister, sosyal medya trolleri beğeni ister, ama gerçek acıyı kimse paylaşmak istemez. Gerçek sorumluluğu kimse üstüne almaz. Hiçbir bakanlık, müdürlük sorumluluk istemez. Çünkü iktidar, bir istifa olursa surda gedik açılacak diye buna müsaade etmek istemez.
Ölen gençlerimiz ve el kadar yavrular piliç soğutma aracının içine sıra sıra dizilir, yürekler susar, zaman durur, acıdan dağların karı erir ama iktidar sahiplerinin yüreklerinin karı erimez.
Her gün, her gün, her gün; gerilim, kuşku, belirsizlik, karamsarlık, yoksulluk içinde günlerimiz kabir azabına dönüşür. Hepimize yetecek kadar toprak, su ve ekmek olan bu güzelim ülkeyi küresel güçlerin valileri ve cahil halkın vurdumduymazlığı cehenneme çevirir.
Bana kalırsa bunca zamandır suçluyu ve sorumluyu yanlış yerde arıyoruz. İktidarı değil, muhalefeti ve bu halkı değiştirmek lazım. Çünkü iktidarları halk denetler, sorgular. Muhalefet ise iktidarın yanlış işler yapmasını denge-denetleme içinde hizaya getirir. Ve seçmen sonraki seçimlerde hesabını sorar. Ama bu ülkede ipin ucu kaçtığı ve cehalet çoğunluğun diktası oluştuğundan bu demokratik hesaplaşma asla olmaz. Buna bir de siyasi ihanetler, siyasi mühendislikleri eklerseniz bu kör kuyudan çıkılmaz bir hal alır.
Yaşadığımız bunca acının, ölen yavruların hayatlarının bedeli bu ülkenin geleceğinin yolunu aydınlatır umarım.
Acıya alışmayacağımız, birlik ve beraberliğin kardeşçe toplumun bütün farklı kesimlerinin farklılıklarıyla huzur bulacağı günleri birlikte yaratmak zorundayız. Başka çaremiz yok.
Ölen bebeklerin ve gençlerin çalınan hayatlarına olan borcumuzun gereğidir bu.