Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü, bunu biliyor muydunuz?

Bilmiyorsunuz değil mi?

Ama diğer bütün günleri biliyorsunuz!

Sevgililer Günü’nü, Anneler Günü’nü, Babalar Günü’nü... Bu günleri bilmenize itirazım yok. Nasılsa piyasa ekonomisi ve alışveriş yapmanız için uydurulmuş bu günler bir nebze de olsa insan yanımızı hatırlamamıza katkıda bulunuyor olabilir.

Bir çiçek alıp sevdiğinizin özgür ve barış içinde bir dünyada ve ülkede yaşamasını kutlamıyorsunuz değil mi?

Kuru bir mesaj, soğuk bir mail bile yeterdi oysa Barış Günü’nü anımsamak ve yaşatmak için.

Israrla “barış” demeliyiz ve onu öylesine güçlü söylemeliyiz ki, dünyadaki ve hayatımızdaki savaşın yeri küçücük kalsın.

Biz “barış” diye haykırdıkça savaş tamtamcıları baltalarını saklamak zorunda kalsınlar.

Biz “daha çok adalet ve huzurlu bir yaşam” dedikçe küresel ve yerel zombiler inlerinden çıkamayacak hale gelsinler.

 

Ne acı ki, bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla dünyanın geri kalmış bölgeleri bir savaş kıyımı içinde.

Avrupa ise terör korkusu yaşıyor her köşe başında.

Ortadoğu uzun bir süredir ateş topunun içinde yaşıyor.

Bu paylaşım savaşının mimarları için insanın zerre kadar önemi yok, bunu biliyorsunuzdur zaten. İnsanın yok da, doğanın ve insanlığın biriktirdiği değerlerin de önemi yok onlar için.

Silahlanma yarışında gelişmiş ülkelerin askeri harcamalarının, insani yardımlara aktarılan bedelin 130 katı olduğu yazılıyor kaynaklarda. Düşünebiliyor musunuz, insanın yaşatılmasına değil, öldürülmesine yönelik harcanan para 130 kat daha yüksek durumda.

Sizce neden? Bu yazıyı bir an için okumayı bırakıp düşünmenizi istiyorum.

Dünyada askeri harcamalara aktarılan para miktarı 1.75 trilyon dolar iken, BM’ye göre insani yardımlara ayrılmak için talep edilen bütçe 13 milyar dolar.

Varın bunun hesabını siz yapın.

 

Silahlanma yarışındaki bu çılgınlıkta ABD, birinciliği hiçbir zaman kimseye kaptırmıyor. Çünkü dünyanın jandarmalığını yapmak ve hem serbest piyasa ekonomisini, hem de kendi ekonomisini ayakta tutmak için bunu yaşamsal görüyor.

Bu sıralamada ABD 90 ülkeye, Rusya 52 ülkeye, Çin ise 35 ülkeye silah ihraç ediyor. Bunların ardından İngiltere, Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkeler geliyor.

Rakamsal olarak da silahlanmaya 586 milyar dolar ile en çok bütçeyi ABD ayırıyor.

Dünyamızda yeteri kadar kaynak var iken, ekilecek verimli topraklar, akarsular ve ırmaklar, yeraltı ve yerüstü kaynaklar bu kadar fazla iken, neden dünya nüfusunun yüzde 11’ine denk gelen 800 milyon insan açlıkla karşı karşıya? Peki neden?

Dünyada üretilen kaynaklar ve değerler kimin elinde toplanıyor ve kimlerin zenginleşmesine hizmet ediyor?

Buna kim dur diyecek?

Birleşmiş Milletler örgütüne göre her yıl 6 milyon çocuk beslenme ve açlık nedeniyle ölüyor. En az bundan fazlası da beslenme eksikliklerine bağlı olarak gelişim geriliği ve fiziksel sakatlıklarla hayatını sürdürmeye çalışıyor.

 

Şimdi siz bu verilerden sonra sofranızda tıksırıncaya kadar yemekten usandığınız artıkları gönül rahatlığı ile çöpe atabilirsiniz. Gardırobunuz dolup taşıncaya kadar ihtiyacınızdan fazla giysiniz var iken gidip uydurulmuş özel günler veya diğer zamanlarınızda hastalıklı alışveriş çılgınlığınıza geri dönebilirsiniz.

Dünyada açlık çeken bir çocuğun yaşama tutunabilmesi için ihtiyaç duyduğu günlük para ne kadar biliyor musunuz? 65 kuruş. Bunu ben uydurmuyorum, bunlar Birleşmiş Milletler’in verileri.

Dünyada var olmaktan mutlusunuz biliyorum.

Yaşamak ve yağmuru hissetmek, güneşin sıcaklığının alnı yakışını yaşamak, bir gülü koklamak ve nefes almak, bize verilen en büyük armağan. Bu yeryüzünde en az bizim kadar, açlıktan ölen bu 6 milyon bebenin de bunları yaşamaya hakkı var. Bizler aslında onların alması gereken havayı da, güneşi ve yağmuru da onlardan çalıyoruz insan kardeşlerim.

Mutlusunuz dünyada var olmaktan, ama hep korku içindesiniz: yarın korkusu, işsizlik korkusu, köşe başında patlayacak kör bir terör bombası yüzünden erken gitme korkusu.

Polis korkusu, mahkeme korkusu, iftira korkusu, hapis korkusu.

Korku yaşamınıza egemen olmuş, o yüzden böyle özgürlüğü için ölenlere ebleh bakışınız.

 

Dünyamızda ne yazık ki barış yok. Egemen güçler barış istemiyor çünkü.

Barış ve huzur olursa siz daha fazlasını istersiniz diye korkuyorlar. Onlar da biliyorlar, rahat durmazsınız; daha fazla bölüşüm, daha fazla adalet, daha fazla özgürlük ve daha fazla insani gelişim istersiniz. Bu nedenle siz gündelik hayatın temaşasında ve belirsizliğinde yaşamalısınız ve hep korkarak var olmalısınız ki onların egemenliği büyüsün, gürbüzleşsin.

Kendinizi dünyadan soyutlayın bir anlığına. Çıkın marsa ve izleyin, elinizin arasına başınızı alarak. Etrafınızdaki milyarlarca yıldızlara bakın ve bir anlığına insanlığı düşünün. Uzaydan baktığınızda bu kavgaların ve hatta varlığımızın bir önemi var mı evren için?

Kimin tarafından çıkartıldığını dahi bilmediğiniz savaşların içindesiniz. Toprak herkese yetecek kadar var iken, aslında olmayan sınırlar için insan yok ediliyor. Dileyen dilediği dilde konuşsun, dileyen dilediği gibi ibadet etsin; yeter ki biri diğerine kendi inancını ve dilini dayatmasın.

Dün sınıf savaşı bahane ediliyordu, bugün din ve inanç farklılıkları nedeniyle savaşlar var. Ama ne olursa olsun, ölen, sakat kalan hep yoksul çocukları. Dünya halklarının çocukları.

Peki medeniyetin beşiği Avrupa ve onun temsil ettiği değerlere ne oldu?

İkiyüzlü politikacıların gündelik politikalarının demagojik laflarından öteye gitmeyen değerlere mi dönüştü evrensel değerler?

 

Şimdi dönelim bütün bu anlatımların ışığında 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne.

Barışı yaşatmak için bir gün yetmez, her gün ve her dakika onu aramalıyız ve bulduğumuz yerde anamızın ak sütü gibi kararlılıkla sahip çıkmalıyız. Ayrıca barış ancak yeryüzünde adil paylaşım, özgürlüklerle donatılmış hukuk sistemi ve insanın insanı köleleştirmediği bir yönetimler modeli ile var olabilir. Ve barış içinde yaşamanın bedelini, öyle görünüyor ki insanlık daha çok ödeyecek.

Son söz; herkese yetecek kadar toprak, herkese yetecek kadar ekmek, özgürce akan ırmaklar ve hepimize yetecek kadar güneşimiz var.

Sadece bunu hapsedenlerden kurtulalım yeter.

Esas insanlığın özgür iradesi o zaman esaretten kurtulacaktır, o kadar.