1980 yılında gerçekleşen ve sonucu ülkeyi 12 Eylül darbesine götüren bir yakın dönemin romanını yazdım. Adı 'Unutmalar Şehri'.

Bu romanda Peter adı ile anlatılan, ancak gerçek adı Alexander Peck olan bir ajan var. Bu, Çorum'a incelemelere gittiğinde, o dönemin ve de her dönemin muhalefet partisinin il başkanı ile bir görüşmesi vardır. İl başkanı der ki, "Biz Amerika ile eşit siyasi ve ticari ilişkilerde bulunmayı tercih ederiz"... ve uzayıp gider. Bu sohbetin sonunda ajan yerinde rahat oturur ve şunu söyler il başkanına, "Sayın başkan, demokrasisi ve ekonomisi eşit olmayan ülkeler arasında eşit ilişkiyi beklemek çok iyimser bir talep olmaz mı? Size bu ay 198 milyon dolar hibe yapacağız. Biz bu parayı okyanus ötesinde çalışan insanlarımızın alın teriyle kazandıkları vergilerden vereceğiz. Bu durumda nasıl bir eşitlikten bahsedebilirsiniz ki" der.

Bundan şunu anlatmaya çalışıyorum: Özgürlük ve demokrasi, beraberinde ekonomik büyümeyi ve gelirin artarak adaletli bölüşümü ile birlikte olur. Hukukun ve adaletin evrensel kurallara göre kurumsallaşması ile gerçekleşir. Biz nasıl sanayi devrimini ıskaladıysak, şimdi bilgi ve teknoloji devrimini de ıskalıyoruz. Biz meleklerin cinsiyetini tartışırken, elin oğlu-kızı insansız araçları ve başka gezegenlere yerleşmeyi araştırıyor.

Bugün yalama basın birdenbire ulusalcı kesildi. Amerika’nın aslında dost olmadığını, bize sürekli kumpas ve komplo kurduğunu yazıp çiziyorlar. Sizin bugünkü parlamento başkanınızın bir dönem başında bulunduğu MTTB (Milli Türk Talebe Birliği), İstanbul Boğazı'na demir atan Amerikan 6. Filo'suna karşı "bu ülkeden defol git" diyen yurtsever-devrimci gençlere saldıran değil miydi? Onlara satırlarla, bıçaklarla, sopalarla saldırıp 6. Filo'yu koruyanlar kimdi? O yaralanan çocukların hepsi "Tam bağımsız Türkiye" diyorlardı. "Amerikan sömürgesine hayır" diyorlardı. Yalama basına sormak lazım: Siz ne zaman devrimci oldunuz?

6 Mayıs 1972 sabahı bir ilkbahar günü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde kimsenin canına kıymamış, bugün olsa ruhsatsız silah bulundurmaktan para cezasına, adam kaçırmaktan da birkaç yıl hapis yapıp çıkacak dal gibi fidanları idam ettiniz. Onlar "Tam bağımsız, özgür bir Türkiye" dedikleri için idam edilmedi mi? İdam sehpasına giderken ayakkabılarının bağcıklarını bile bağlamasına müsaade edilmeyen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, bugün yaşasalardı basının bu ikiyüzlülüğüne acı acı bakarlar, tükürmeye bile gerek duymazlardı. Onlar beyaz idam gömleğini üstlerine giydiklerinde ve ayaklarının altına konulan idam sehpasındaki son anlarında bile "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, yaşasın tam bağımsız Türkiye" diye bağırırken, "Çekin, çekin altındaki sehpayı konuşmasın" diyen dönemin hakim ve savcıları, onu onaylayan siyasetçiler ve tarihin kimbilir neresinde yer alıp almayacağı bile bilinmeyen dönemin milletvekilleri şimdi neredesiniz?

Amerika o zaman da dost değildi, bugün de olamaz. Ülkeler arasında sadece ikili çıkar ilişkileri olur. Bunu bileceksiniz ve ona göre tedbirinizi alacaksınız. Benim lafım emperyalist ülkelere değil. Onlar çıkarlarının hadsizce gereğini yapıyorlar. Sorun onların işbirlikçilerinde ve üç kuruş dolar karşılığında ya da kendilerine tepsi içinde sunulan iktidar, makam, mevki karşısında ülkelerini satanlaradır.

Şimdi Amerika mahkemelerinde ne olduğu tartışmalı bir karanlık adam tarafından kirli çamaşırlar dünyanın önüne seriliyor. Ve bunun bedelini, öyle görünüyor ki tüm toplum hep birlikte ödeyeceğiz. Hukuk, şeffaflık, adalet ve güçlerin dengede olduğu ve de birbirini kontrol ettiği yönetim şekli hayata geçmez ise, nereden çıkacağı bilinmeyen bir korku tüneli gibi her gün böylesi kumpasların/karanlık ilişkilerin içinde buluruz ülkemizi.

Bağımlılık sadece ekonomik değil bugün. Siyasi de değil sadece. Kültür emperyalizminin de bir kuşatması altındayız. Bizim her şeyimizi değiştiriyorlar. İlişkilerimizi, aşklarımızı, yeme içme alışkanlıklarımızı, aile içi ilişkileri kökten deforme etmiş bulunmaktalar. Artık köylü komşusundan borç alırken "harmanda öderim" diyemiyor. Dolar alıyor, dolar veriyor. Faizle alıyor, faizle veriyor. Kentlerde her gün işlenen kadın cinayetleri, tecavüzler, aklını kaybetmiş bu toplum ve başı kesilmiş bir koyun gibi nereye gittiğimiz belli değil.

Her alanda bağımsızlık için çok çalışmalıyız. İç kavgayı, ötekileşmeyi bitirip üretmeliyiz. Demokrasiyi ve özgürlük alanlarını büyütmeliyiz. Evrensel İnsan hakları kurallarına, hukukun üstünlüğüne riayet etmeliyiz. Düşünce özgürlüğü her alana yayılmalı, bu coğrafya üzerinde yaşayan farklı tüm kesimlerin gönlünü-aklını kazanmalıyız. Farklılıklarımızı bizi ayrıştıran değil, zenginleştiren bir kazanım olarak görmeliyiz. Devlet yönetiminden cemaatleri, etnik kimlikleri, adam kayırmacılığı uzak tutmalıyız. Herkesin inancına, ibadetine, etnik kökenine saygılı olmalıyız.

İçeride bir, dünyada hür olmak için bilime ve onun gösterdiği ışığın yolundan gitmeliyiz.

Bunları başarırsak bağımsız bir ulus olabiliriz. Başaramaz isek, dünya ülkeleri arasında en arka sırada yerimizi alırız.