Bir acayip bizim halkımız, onu anlamak için bilimsel gen taramaları, yüzyıllar boyu gelen sosyoekonomik araştırmalar ve değerler sisteminin de bilim insanları tarafından irdelenmesi lazım. Tam laboratuvarlık bir toplumuz yani.

Duble yollar yapıldı diye seviniyor, binecek arabası yok,

Borçlanarak eski model araba alıyor, evinin önünden kımıldatmıyor, akaryakıt alacak parası yok,

Döviz yükselecek diye yüreği pır pır ediyor, cebinde, cüzdanında dövizi yok,

“Borsa düşmüş” diyenlere korku ve telaşla bakıyor, borsada kâğıdı yok.

Yıllardır sektörlerin yıl sonu kâr açıklamalarını takip edin, her yıl “en çok kâr eden sektör” bankacılık ve finans sektörüdür. Bankacılık sektörünün birincil kazanç kalemi, faizdir. Vatandaşa sorsan “faiz haramdır” ama onun da çözümünü bulmuş kendince, faizin adı olmuş “paranın masrafı”, oh ne güzel dünya, vicdanımız rahat!

Asgari ücret veya biraz üzerinde maaşla çalışır, açlık sınırının altında yaşamak için en deneyimli finans uzmanlarından bile beceriklidir ki ay sonunu getirebilsin.

Kredi kartı borcunu yeni bir kredi kartı alarak kapatır, onun da vadesi gelince üçüncü bir kart daha alır ve bakarsın borç sarmalına girmiş, cebinde bir tomar kredi kartı ile dolaşır, sanırsın işadamı. Ama o, bununla övünür.

Faiz artacak diye tefecilerden bile daha yakın takip eder: “Merkez Bankası faizi artıracak mı, düşürecek mi?” Mevduatta nakdi olmadığı için faiz geliri yok ama kaygısı çok.

Onun hayatında istikrar yok, yarın ne olacağı belli değil. Bir sonraki gün ocağın kazanında hangi yemek pişecek meçhul.

Ama onun en fazla korkusu, “ya istikrar bozulursa?”

 

Dünyanın hiçbir memleketinde “çalıyor ama çalışıyor” sözcüğünü duyamazsınız. Gidin kahvehanelerde kulak misafiri olun, bu durum övünülerek anlatılan normal bir sohbettir kendi aralarında.

Ben bizzat kendim duydum: Memleketin koskoca başbakanı bir gecede değişmiş, vatandaş televizyona bakarak diyor ki: “Gelem ağam, giden paşam.” Biri gider biri gelir, umurunda değil yani. Sanki değişen Uganda Başbakanı.

Çalmak kişisel bir beceri olarak görüldüğü için, “gemisini yürüten kaptandır” bu memlekette. Bu yüzden bütün tayfalar kaptan olmak için geminin ambarını boşaltma yarışındadırlar birbirleriyle.

Zoru gördü mü pısan, üçü bir araya geldi mi devrim yapan, yolda para bulunca paylaşamayıp birbirinin gözünü çıkartandır üzerinde konuştuğumuz.

Yine de damarlarında akan kan asildir, üstün ırktır, siz bunu biliyorsunuz!

Amerikalı ve Avrupalı siyasiler çözmüşler bizi. Bir şey isteyecekleri zaman, bizim ne kadar ahlaklı ve kahraman olduğumuz söylerler. Biz bununla böbürlenirken, o malı çoktan götürüyordur; anladın sen.

Bu arada yalan dersen çık, ahlak dersen elma, sakın ortaya çıkma…

Namus zaten eteğin altına saklanmış; inanç tüccarlarının en çok pazarladığı üründür bu. Konuşması bedava, satışı çil çil dolarlar karşılığında kârlı.

Ha unutuyordum, bir de şu vardı: “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” Şimdi anladınız mı bir toplumun bu kadar yalancıyı nasıl ürettiğini.

Ayrıca hiçbir şeyin karşılıksız olmadığı, insani değerlerin yozlaştığı, “ne tükürdün elime, ne süreyim yüzüne” lafı da tam bugünlerin aynası gibi.

Yine de umut olmadan yaşanmıyor.

 

Bütün bu değerler erozyonuna rağmen,

Bireyin kendine yabancılaşmasına rağmen,

Ahlaki dejenerasyonun tavan yapmasına rağmen,

Yalan ve iftira, gündelik yaşamın olağan haline gelmesine rağmen,

Küfrün kanıksanmasına, şiddetin sıradanlaşmasına rağmen,

İnsanlarımızın bir hiç uğruna ölümlerinin kanıksanmasına rağmen,

Kişisel hırsların toplumu bulaşıcı bir hastalık gibi sarmasına rağmen,

Ve dokunsanız bir öfke patlaması ile şuur kaybı yaşamamıza rağmen,

En umutsuz ve sessiz zamanımızda, yaprağın kımıldamadığı, suyun hışırtısını sakladığı anlarda,

Yine de biz, yanık bir Anadolu türküsü olup onu söylemeye devam edeceğiz.

Kirlenmemiş, bozulmamış, onurlu ve alnımız yukarıda şiir okuyacağız kötülüğe inat; Karacaoğlan’dan, Pir Sultan’dan ve Köroğlu’ndan.

İnsan aslına dönecek, zaman ufalacak biz yürüdükçe.

Buna inanın!